"Kitabına Uydurmak"

"Kitabına Uydurmak"

"Yurtta olması gereken pek çok şey es geçilmiştir elbirliğiyle"

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, Adana'nın Aladağ ilçesinde 11'i çocuk 12 kişinin hayatını kaybettiği yurt faciasına ilişkin olarak, "Bilmediğim, fakat öyle olduğundan emin olduğum bir şey var. Aladağ'da çocuklarımızın yanarak can verdiği yurt ruhsat alırken tam bir 'hödükler arası dayanışma partisi' kurulmuştur" dedi. Kılıçarslan, "Yurtta olması gereken, yönetmelikte 'şunu mutlaka yapacaksınız' yazan pek çok şey es geçilmiştir elbirliğiyle" ifadesini kullandı.

Kılıçarslan'ın Yeni Şafak'ta "Kitabına uydurmak" başlığıyla yayımlanan (3 Aralık 2016) yazısı şöyle:

k eski bir hukuksuzluk biçiminin adıdır bu topraklarda 'kitabına uydurmak.' Kitabına uydurur ve yolumuza devam ederiz. Kitabına uydurur ve işimize gücümüze bakarız. Kitabına uydurur ve hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey olmayacakmış gibi devam ederiz yaşamaya. 

İşi kitabına uyduran bir hödük çıkar, 24 saatin 24'ünde de açık olması gereken yangın merdiveni kapılarını kapatır. İşi kitabına uyduran bir hödük çıkar, yurdun zeminini halıyla döşetir. İşi kitabına uyduran bir hödük çıkar ve çocuklarımız ölünce 'neticede kader' diyerek bizi aptal yerine koyar, zekamıza hakaret eder. Unutmadan. Neticede her şey kader tabii… Benim sana hödük demem de kaderin bir tecellisi yani. 

Bilmediğim, fakat öyle olduğundan emin olduğum bir şey var. Aladağ'da çocuklarımızın yanarak can verdiği yurt ruhsat alırken tam bir 'hödükler arası dayanışma partisi' kurulmuştur. Yurtta olması gereken, yönetmelikte 'şunu mutlaka yapacaksınız' yazan pek çok şey es geçilmiştir elbirliğiyle. Hödüklerden biri 'Allah rızası kartı'nı sürmüştür masaya; bir diğer hödük 'başkanım, neticede ilçe çapında bine yakın oyları var. Yarın öbür gün lazım olurlar bize' demiştir. İlk hödük 'bu kıyağınızı unutmayız Allah'ın izniyle' demiştir. İkinci hödük 'tabii, mühim olan memlekete faydalı gençler yetiştirmek, öyle değil mi?' demiştir. Buradan gazı alan birinci hödük 'zaten bu konuda sağlayacağınız kolaylık bize rüyada bildirilmişti' cümlesini kurmuştur. Kahveler içilmiş, değerlenecek arsa meseleleri konuşulmuştur. 

Hadi bunun böyle olmadığını söylesenize bana. 'Amma da abarttın yahu' desenize. 

Böyle oluyor abi memlekette işler. Böyle yürüyor. Kim, neyin arkasına saklanıyorsa oradan ateş ediyor geleceğimize. Mesele 'kitabına uydurmak' olunca hafız yetiştirmekle Atatürk'e bağlı gençler yetiştirmek, sümüklü vaiz Fetoş'a bağlı robotlar yetiştirmekle milletine bağlı vatanseverler yetiştirmek arasında bir fark kalmıyor. Yöntem aynılaşınca sonuç aynılaşıyor. Sonunda ne oluyor? Çocuklarımız yanarak ölüyor be abi. 'Beklenmeyen zayiatlar listesi'ne yazıyoruz isimlerini. Hepsinin doğrudan cennete gittiği gerçeğiyle avunuyoruz. İşte tam burada şunu söylememe müsaade ediniz lütfen: O cennete giden çocuklar aynı zamanda sizin cennete gidemeyeceğinizin garantisidir ulan. 

Gelin şöyle yapalım. Bir kez, sadece bir kez 'denetleyen devlet' olsun devletimiz ve orada yanan çocukların yanmasında en küçük ihmali olan herkesi en ağır cezalara çarptırsın. Ama öyle iki yurt yöneticisiyle olmaz. Belediye başkanının ihmali mi var? En ağır ceza. O yurt binasına izin veren devlet görevlisinin ihmali mi var? En ağır ceza. O yurt binasının işler hale gelmesinde imzası olan daire başkanının ihmali mi var? En ağır ceza. 

Ne olacak böyle olunca? İçimiz soğumayacak elbette. Yanarak can veren çocuklarımızın acısını hangi ceza soğutsun ki? Fakat şu olacak: Bir daha böyle kritik meselelerde 'işi kitabına uydurma' yanlısı hangi hödük varsa iki kez, üç kez düşünecek yiyeceği haltı.

Gelin şunu da konuşalım: Bu 'merdiven altı eğitim' işini sürdürmenin mantığı nedir? Ortada 28 Şubat'ın şartları mı vardır da devlet otoritesini pas geçip yaptığın işe kılıf aramakla ömür tüketmektesindir? Ortada senin açından bir baskı rejimi mi vardır ki gizli ajandan varmış gibi davranmaktasındır? Ortada senin yapacağın hizmeti finanse etme konusunda kaynak sorunu mu vardır da her işin ucuzuna kaçmaktasındır? 

Kadınların, çocukların kendini, ırzını, geleceğini, canını emniyette hissetmediği bir ülkede istediğin STK faaliyetini yapsan, milyon tane hayır işlesen ne işe yarayacak? 

'Bunları bana, bize demiyor ki' diyerek meseleden yırtmaya çalışan hödük! Sana da, size de diyorum bunları. 'Nasılsa neticesi Allah rızası, bunu da böyle yapıverelim' diyerek kalitesizliği, hukuka uygun davranmamayı, insan canıyla oynamayı normalleştiren sensen sana da diyorum. O diktiğin yurtlarda, okullarda; kendi evinde yaptığın kahvaltıyı çocuklarımıza layık görmüyorsan, son kullanma tarihi yaklaşmış peynirleri, zeytinleri bir de utanmadan 'Allah'ın rızası umarak' çocuklarımıza yediren sensen sana da diyorum. Beline taktığın anahtarlıkta yangın merdiveninin çıkış kapılarının anahtarları varsa ve yetiştirme iddiasında olduğun çocuğun o yangın merdiveninden kaçma ihtimalini düşünerek o kapıları her daim kilitli tutan sensen sana da diyorum. Sahip olduğun yurt binasının güvenlikle, tahliyeyle ilgili sorunları varsa ve bu sorunları halletmek için para harcamak yerine 'devletteki, belediyedeki, bilmem neredeki bağlantılar'ını kullanan sensen sana da diyorum. 

'Ama şartları bilmiyorsun, ama gak, ama guk' deme yersin ağzının ortasına tokadı. 1960'lardan kalma jargonlarla hareket etmenin lüzumu nedir? Devlet hafız da yetiştiriyor, Kuran Kursu da açıyor, yurt da yapıyor. Sen de yap. Mahsuru yok, faydası çok. Ama bunu adam gibi yapacak paran yoksa, bunu adam gibi yapacak insan kaynağın yoksa, bunu adam gibi yapacak karakterin yoksa gölge etme, başka da ihsan istemez. 

Ne diyordu Doyle: 'Çapsızlık ve kalite eksikliği memleketin en büyük sıkıntısı olmaya namzet bir sıkıntıdır yeğenim. Yaptığımız işi kitabına uydurmak yerine kitaba uygun iş yapsak hiçbir sorun kalmayacak ama nerede o babayiğitler? Sen ondan haber ver.'