Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Keskin sirke

Umrede son günümde hep bu Şii, Selefi, Tasavvuf toplulukları ilişkileri, ötekilerle olan diyalog konusu üzerine konuştuk.

Ilımlı mı olmak gerek sert mi? Ve bunun ölçüsü, denge noktası ne olmalı sorusu öncelikle merak edilen konuların başında geliyordu.
Birileri benim yazılarımı ve sözlerimi çok sert bulabilir. Ama mesela hakaret etmem.. Suça odaklanırım, suçluya değil.. Özür dilenirse affetmeye yakınımdır. İnsanlar suçlu da olsalar onların da hakları olduğunu kabul ederim. Bir kişiye ya da topluluğa olan öfkemin beni onlar hakkında haksızlığa sevketmemesi gerektiğine inanırım.. Bilirim ki, keskin sirke küpüne zarar verir.
Dışlamak ve onu o suça mahkum etmek, kendini aklamaya zorlamak, namuslu-dürüst olduğunu isbata zorlamak, onun namusunu sınamak, sorgulamak asla benim üslubum olmayacaktır..
Bir kişiye ya da topluluğa olan öfkemiz, asla bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli.
İyiliklerin karşılığında diyet talep edilmemeli.. Kur'an-ı Kerim, Allah rızası için yapılan iyiliğin, karşılığında daha fazla bir iyilik beklentisi içinde yapılmamasını emreder.
Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz sonuçta..
Şüpheyi sanık lehine yorumlamak gerek. Gizlenen ayıpları açıklamak, en azından o şeyin aleniyetine ve yaygınlaşmasına yol açar ki, bu da suçu toplumun gözünde meşrulaştırır. Onun için denmiştir ki, "batılın tasviri saf zihinleri idlal eder".
Tehditkar, kaba bir üslubun kimseye faydası yok.. Hz. Musa'ya Firavun'a bile "güzel sözle hakkı tavsiye etme" emrini örnek bir davranış olarak gösteren bir dinin mensuplarıyız sonunda..
Taif'e giden peygamberin sözlerini hatırlayalım, ayaklarına taşlar atılıp, yoluna dikenler döküldüğünde ve arkasından küfürler edildiğinde.. Müellefetül gulub diye bir şey vardı değil mi?
Hz. Yusuf'u hatırlayalım. Hani kardeşleri onu kuyuya atmıştı da, sonra kervan sahipleri onu bulup köle pazarında satmışlardı. Bir de iftiraya uğrayıp hapse düşmüştü. Sonra Allah kardeşlerini ayağına getirmişti.. O "Affettim, geçmişi unuttum" dedi.. O biliyordu ki, affetmeyenler affedilmeyecekler.. Bizim görevlerimiz günahları tescillendirip, şuyuu vukuundan beter hale getirerek çıkmaz damgalara dönüştürüp insanları cehenneme postalamak değil.
Kim derdi ki, Hz. Hamza'yı şehid edecek, kalbini çıkarıp dişleri ile ısıracak, sonra kulağını ve burnunu kesip boynuna kolye yapıp dansedecek kişi Müslüman olacak! Kimin ne olacağını kim bilebilir ki. Hz. Muhammed (SAV) Mekke'yi fethinde, Kabe'deki ilk hutbesinde Hz. Yusuf'un kardeşlerine söylediğini söyledi: "Kardeşim Yusuf'un kardeşlerine söylediğini bu gün ben size söylüyorum" dedi. Bizim merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmalı.. İnsanların hoşlanmadıkları sıfatlarla, lakaplarla çağrılmasını İslam bize yasaklamıştır.. Beraati zimme esastır..
İnsanların anne-babaları bizi ilgilendirmez.. Kim derdi ki, bir peygamberin 13 çocuğundan 11'i kardeşlerini kuyuya atma konusunda ittifak yapacak da, Firavun sarayında bir Hz. Musa, bir Hz. Harun, bir Hz. Yuşa ve bir Hz. Asiye hayat bulacak..
Biz "el emin" olmalıyız ki, onları kazanalım. Birileri ısrarla saldırmıyorsa "selam" diyip gitmek daha iyi.. Eğer tartışma bitecekse susmak da bir yol..
Ne öfkemizi kaybedelim ne de nefretimizi.. Ama sevgimiz nefretimizden, merhametimiz gazabımızdan büyük olsun.. Şunu unutmayalım: Affetmeyen affedilmeyecek..
Birilerini kazanmak varken, onları cehenneme öteleyenler, kınadıkları ile aynı kaderi paylaşacaklar..
Bizim ne dediğimiz kadar, başkalarının bizim dediğimizden ne anladıklarını da hesaba katmamız gerek. Sonra, farkında olmadan bir kör döğüşünün içinde bulabiliriz kendimizi. Başkaları için söylediklerimiz ve yaptıklarımızla Allah (cc) bizi de sınar. Yani kınadıklarımız bizim başımıza da gelebilir.. Allah'tan başka kimse bizim İlahımız ve Rabbimiz olmadığı gibi, biz de kimsenin ilahı ve Rabbi değiliz. Kimseye Rablik taslamaya, onları terbiye etmeye, onların üzerinde hüküm koymaya hakkımız yok..
Bizim boşa harcayacak bir kuruş paramız, boşa geçirecek bir saniye zamanımız ve feda edecek, gözden çıkartacak, cehenneme gönderecek tek bir adamımız yok. Elbette kişiler inatla cehenneme gitmek istiyorsa, biz Allah'tan daha merhametli değiliz ve cehennemin yaratılması da boşuna değil.. Bizim görevimiz sonuna kadar insanları cehennem çukurunun kenarından tutup kurtarmaya çalışmak, yoksa daha vakit varken bir tekme de bizim atmamamız gerekir.
Bu yazı tek bir örnek üzerinden kaleme alınmadı. Benim zaman zaman yazdıklarımın bir özeti gibi.. Tartışma üslubu ile ilgili Müslümanca bir çerçeve çizme gayreti ile bu derlemeyi yaptım.. Ve bu ders önce de bu satırları yazanadır. Bizim tartışmadan konuşmayı öğrenmemiz gerek.. Suçlayıcı beyanlardan, sivri dilli tartışmalardan uzak durmamız gerek.. Dil, "lisan", "konuşma organı" yanında "kalp" anlamı da taşır.. Dilden dökülen kalbte varolandır.. Onun için "kem söz sahibine aittir" denmiştir. Kimin içinde ne varsa insan onu dışa sızdırır.. Söz insanın aynasıdır.
Ben "demeyeceğim, yapmayacağım" diyorum ama, insanlık hali işte, yaptığım ve yapacağım yanlışlıklardan dolayı şimdiden özür diliyorum. Selam ve dua ile..

yeniakit

Bu yazı toplam 1975 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar