Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Kendi kişilik MR'ımız

Geçen gün “Tam mevsimi ama…” diye Ramazan vesilesiyle siyasetçilere “tevbe-i nasuh”u hatırlattım.

-Kendinizi dinleyin bir, kendinize bakın, diye yazdım.

Bugün de “kendimize bakalım tek tek” diye yazmak istedim. Öyle ya, hayat dosyasını sadece siyasetçiler doldurmuyor. Her birimiz tek tek bir hayat yaşıyoruz ve oraya, artı - eksi pek çok şey kaydediyoruz. İlahi mobese kameraları anlamında melekler bizi de gözetliyor, birisini küçümserken yaptığımız göz-kaş işaretlerimizi bile yazıyor. Yaratan “yarına ne gönderdiğinize bakın” diye hitap ediyorsa, o hitap bize de yöneliyor. Ramazan’da isek, Ramazan aynı zamanda bir kendine bakma, geçmiş hayat doyasını sorgulama ve arınma çabasına girişme ayı ise, neden tek tek üstlendiğimiz hayat rolleri içinde nasıl bir insan olduğumuza bakmayalım? Sonuçta siyasetçi de bir hayat rolü icra ediyor ve “tevbe-i nasuh”tan söz ederken o rol içindeki artılarının - eksilerinin masaya yatırılmasından bahsediliyor.

Hayat siyasetten ibaret değil. Her birimiz siyasetçinin gözünün üstündeki kaşı gördüğümüzde kendi hesabımızı da kapatmış olmayız. Birim insanın üstlendiği roller de hayatın bütünlüğünü oluşturuyor.

Babasınız, annesiniz, evlatsınız, kadın - erkek eşsiniz, gelinsiniz, kayın validesiniz, damatsınız, kayınpedersiniz, iş adamısınız, işçisiniz, gençsiniz, yaşlısınız, doktorsunuz, hastasınız, memursunuz, amirsiniz, kamu yöneticisisiniz, yargıçsınız, polissiniz, taksi şoförüsünüz, müşterisiniz, bakkalsınız, manavsınız, kasapsınız, üreticisiniz, tüketicisiniz, zenginsiniz fakirsiniz, farklı inanç gruplarındasınız, yazarsınız, seçmensiniz, bir yayın kuruluşunda haber müdürü, yazı işleri sorumlususunuz, her bireyi bir tür medya mensubu haline getiren sosyal medya kullanıcısısınız…. Hayatta üstlendiğiniz farklı rollere bakarak sayın sayabildiğiniz kadar…

Herkesin yazdığı mütevazi veya kabarık bir hayat dosyası var. Evet birilerimiz Yunus Emre’nin dediği gibi “Bir garip öldü diyeler, kırk günden sonra duyalar, soğuk su ile yuyalar, şöyle garip bencileyin” şeklinde hesabı kolay verilir bir hayat yaşıyor olabilir.

Bizim anne-baba evi kültüründe konuşulurdu: Garip adama münker - nekir melekleri “Ne yedin, ne giydin? ” diye sorunca “Peynir ekmek, aba köynek” diye cevap verirmiş, melekler de “sorulacak başka bir şey yok” diye “geç git” derlermiş. Evet, bazılarımızın hayatı çok çok sadedir.

Ama gene de bakmak lazım. Peynir ekmek, aba köynekten ibaret bir hayatımız mı var, yoksa ballı - börekli, mükellef sofralarımız mı?

Mükellef sofralar demem, sözün gelişi. Aslında hayatımıza sofralar yanında çok çok şey giriyor.

Yukarda hayat içinde üstlendiğimiz farklı rollerimizi yazdım. Diyelim benim yazarlığım, kelimelerimin hesabını vereceğimi biliyorsam, ona göre yazmam gerektiğini de bilmeliyim. Ben biliyorum ki, yazdığım bilgisayar tanıklık edecek. Parmaklarım tanıklık edecek.

Şimdi desem ki, kasap kemik ve yağ doldurmayacak, manav çürük domates atmayacak kese kağıdına, denecek ki, Ahmet Bey, nerelerdesiniz, birileri deveyi havuduyla götürüyor, siz hala kasaptaki - manavdaki küçük tırtıklamalardasınız. Ama öyle, içerde kurt oldu mu herkes tırtıklayabilme gücüne göre hareket ediyor. Önemli olan o tırtıklama kurtunun yüreklerde işlem yapmaması.

Eline düşmüş kişiye işkence eden polis, karşısına gelen kişiye mutlak suçlu muamelesi yapan yargıç, vatandaşa “arka ayaklarını indir” diye seslenen kamu görevlisi kendine bakmalı, derim ben. Aslında herkes her işleminde kendine bakmalı, -yarın savunabilir miyim bunu- diye.

Allah evlatlara “annenize - babanıza öf bile demeyin, Şefkat kanatlarını ger onların üzerine” diye sesleniyor. Herkes bir annenin - babanın çocuğudur, herkes bakmalı anne - babasıyla ilişkisinin Allah’ı hoşnut edip etmediğine, değil mi?

Allah, eşler ve çocukların birbirinin gözünün nuru olmasını istiyor. Ev içi ilişkilerimiz gözlerimizi aydınlatıyor mu, bakmalıyız değil mi? “Sevgiyle bakın eşinizin gözüne, diyor Hazreti Peygamber, Allah da size rahmet nazarıyla bakar” diyor, gözlerimizdeki bakış rengini görmeliyiz, değil mi?

Çocuklarımızı, ilerde yüreklerine yük olacak biçimde sopa ile mi eğitiyoruz, babalar - anneler olarak, bakmalıyız, değil mi?

Trafikte şerit çalmak da yazılıyor benim bildiğime göre, işsizler kuyruğunda sıra çalmak da, iftar saatinde pide kuyruğunda öne geçmek de…

Ne de ince işlermiş bu işler.

Başkasını yargılarken daha rahatızdır. Ama doğru olan kendimize bakarken titiz olmak. Çünkü başkasının hayat kitabının hesabını değil, kendi hesabımızı vereceğiz. Yalnız ölüyor insan ve yalnız hesap verecek mahşer ortamında… Aslında bırakıp giderken geride kalan hatıralarımız da yalnız yargılanıyor.

Haydi bir kişilik MR’ına…

Bu yazı toplam 448 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar