Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Kemalist rejimin önemli bir aktöründen yeni bir 'gulyabanîlik' gösterisi

Kemalist rejimin önemli bir aktöründen yeni bir 'gulyabanîlik' gösterisi..

Meclis'te oluşturulan (askerî) 'Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu, geçmiş darbelerde dahli olan veya mağdur durumuna düşen bazı etkili isimlerle bir seri görüşmeler yapmaya başlamış bulunuyor..

Eski C. Başkanlarından S. Demirel de bu minval üzere, dinlenen ilklerden..

Onun dinlenmesinde, kemalist-laik rejimin bu önemli karakutusunun dinlenmesinde, en azından, onun iç dünyasının bir daha anlaşılması açısından faydalar vardır..

Çünkü, o, hele de 1960- 2000 arası, yaklaşık 40 yıl boyunca, iki askerî darbeyle iktidardan uzaklaştırılmış, ve Meclis oylamalarıyla iktidardan birkaç kez düşürülmüş; kendi deyimiyle 6 kez gitmiş, yedi kez gelmiş ikinci bir diğer Küçük Said Paşa'dır..(Said Paşa, 2. Abdulhamid'in 33 yıllık saltanatı döneminde, sadrâzamlık makamına 6-7 kez getirilip götürülen bir kişidir..)

Komisyon üyeleri, Demirel'i 4 saat kadar dinlemişler; bir kez daha dinlemek umuduyla ayrılmışlar..

Devamlı konuşan, ama, hiç bir şey söylemeyen veya ne söylediği anlaşılmayan tiplere örnek birisi olarak gösterilen Demirel, yine öyle yapmış.. Ama, bu arada bazı ilginç ipuçları da vermiş..

Süleyman Demirel"in, "28 Şubat kanunlar çerçevesinde yürümüş bir süreçtir. Yasadışı hiçbir şey yoktur. Bugün de olsa altına imzamı atarım.." dediği medyaya yansıdı..

Bu, aslında, Çevik Bir ve öteki em. Generallerden de önce, asıl sorgulanması gerekenin kim olduğunu da ortaya koyuyor.. Ama, C. Başkanları, anayasaya göre, 'vatana ihanet' suçlaması dışında hiç bir kanunî takibât altına alınamıyacakları ve o suçlamanın da yapılabilmesi için getirilen tekliflerin Meclis'in beşte ikisi tarafından yapılması ve üçte ikisi tarafından kabul edilmesi gibi şartları olduğundan, bu suçlamanın Meclis'in bugünkü yapısından geçmesi neredeyse imkansız..

Bu gibi durumlarda, artık 'ahh'ı gitmiş, vah'ı kalmış' birisi hakkında böyle biri soruşturmanın gündeme getirilmesinin, o suçlamayı sulandırmaya vesile olabileceğini düşünenler de olabiliyor, ama, keşke öyle bir kanunî takibat yolu olabilse.. Çünkü, bunların sembolik mânâsı, çok önemli ve de öğretici.. Diktatör eskisi em. General Kenan Evren örneğinde olduğu gibi.. (Ki, Evren, geçen sene, 'Hakkımda soruşturma başlatılırsa, intihar ederim..' demişti, ama, etmedi.. Ve hastalık gerekçesiyle duruşmaya çıkmamanın yollarını deniyor.. 28 Şubat'ın Genelkurmay Başkanı em. General İ. Hakkı Karadayı da, geçen hafta, 'Polis birgün beni almak için kapıma gelirse, kafama sıkarım..' diyordu.. Evet, devlet gücünü haksız yere kullanan dünün zorbaları, şimdi böylesine bir ruhî perişanlık ve çöküntü içinde, ne diyeceklerini bile karar veremiyorlar..)

Ama, Demirel yine yapmış yapacağını..

Kendisinin C. Başkanı olduğu o, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günleri sorulurken, 'Bugünün çamaşırını dünün güneşiyle kurutmaya kalkışmanın mânâsı yok..' gibi inciler döktürmüş..

Dahası, AK Parti Hükümeti"ni "Geçmişteki eylemleri sorgularsanız, yarın başkaları da çıkar bugünleri araştırır" sözleriyle üstü kapalı tehdid etmeye, korkutmaya, gözdağı vermeye kalkışmış.. Tıpkı, senaristi, rejisörü olduğu 28 Şubat Zorbalığı günlerindeki gibi, yarınların yeni zorbalıklarına da dolaylı davetiyeler çıkarmaya kalkışarak..

Bereket ki, Tayyîb Erdoğan, bu gibi korkuluklara ve korkutmalara prim verecek birisi olmadığını isbatladı, isbatlıyor, 'Kefenimizi yanımızda taşıyoruz..' diyerek.. Esasen, onun bu kararlılığı olmasaydı, 27 Nisan 2007 Muhtırası'ndan sonra, zorbalar hedeflerine bir kez daha ulaşırlar ve halkımız, daha önceki darbelerde olduğu gibi, bir kez daha 'kurtarılır' idi..

Tam da bu konuşmaların yayınlandığı günlerde, internet'e düşen ve, bir albaya aid olduğu söylenen bir ses kaydında dile getirilen tehdidlere ve de çaresizlik itiraflarına kulak vermekte, bu açıdan fayda var..

(Hatırlayalım ki, bu gibi ses kayıdlarının doğru olup olmadığı ayrı bir konu, ama, yayınlandığı zaman, o sesin sahibi olarak gösterilenler 'Hayır!' demiyorlar, genellikle.. Ve tanıyanlar da o seslerin o kimseler olduklarını kabul ediyorlar, genellikle.. Ve, bu gibi ses kayıdları o kadar çok ki.. Daha geçen hafta, bir diğeri, Abdullah Gül'e ve annesine de en şerefsiz hakaretlerle saldırıyor ve o sözlerin sahibinin bir general olduğu iddia ediliyordu. Ama, o kişi, 'Hayır, o ben değilim' demedi..

Bu gibi şerefsiz kişiler ne yazık ki, milletin olması gereken ordu kurumun bünyesi içinde, hâlâ da yüksek komuta mevkı'lerinde bulunuyorlar..)

Kezâ, Alb. Yavuz Arıcıoğlu'nun 19.04.2012 tarihinde yaptığı konuşmaya aid olduğu iddia edilen bu ses kaydında da en ağır tehdidler, yer alıyor..

Bazı ifadeler şöyle:

'Türk Silahlı Kuvvetleri'ni sempatik gösterecek herşey yasaklanıyor şu an.. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin halkla içiçe olmasını engellemek için büyük bir gayret var..

Bu konuda Genelkurmay Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı söndürüldü. Darmadağın olduk yani..

Bizim en büyük sıkıntımız ne biliyor musunuz?

Bizim en büyük sıkıntımız şu: Bir sürü şeyler oluyor, ortalık kaynıyor..

İçerde şu anda 400 civarında rütbeli personel var, emekli veya muvazzaf..

Ortam karışık.. Bir tane, Allah'ın kulu açıklama yaptı size bu konuda arkadaşlar?

Var mı?

'Çocuklar gelin bakalım.

Şu anda bunlar oluyor, bunlar oluyor..Temel sıkıntıları ve böyle bir durumda hareket tarzımız bu olmalıdır' diyen var yaa?

Yok!..

Ne bilgilendiren var, ne yol gösteren var..

Şu anda mağlub durumda olabiliriz, ama, daha maçın ortalarındayız..

Bu adamlara malzeme vermemek lâzım.. Ekmeklerine yağ sürmemek lâzım.. Bilgiyi mümkün olduğu kadar saklamak lâzım..

Hepimizin buna gayret göstermesi gerekiyor. Ama şu anda, işte 1-0 mağlub durumdayız.. Tabiî maç, 90 dakika, yani..

Daha maçın ortalarındayız.

Yani insanın kahrolmaması mümkün değil.. Resmen kahroluyorsun yani..

Ne diyeyim yani..

Ne hallere düştük..

Bize bunu yapan ekibin sonu idâm.. Bunu göreceksiniz..

Eskiden.. 3-5 sene önce..

İnsanlara karamsar tablo çizmekten uzak şeyler söylüyordum..Yani diyordum ki, 'Merak etmeyin, bir şey olmaz. Kontrolümüz altında herşey..' filan diyordum..

Ama, onu dediklerim bana diyor ki: 'Ne haber? Hani kontrol altındaydı? Çoğunuz içerde..' diyorlar..

Adam, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığı için, Türkiye Cumhuriyeti'nin laikliği için, Atatürk ilkelerinin idâmesi için çalışanlara terörist muamelesi uyguluyor..

Var böyle bir şey?

Böyle bir şey kabul edilir mi, yaa?

Bunların sonu, idâm arkadaşlar.. Bu ekibin sonu idâm.. Ben görmesem de, sizler göreceksiniz, inşaallah..

Kısa vadede kaybetmiş gibi gözüküyoruz, ama, kelleleriyle ödeyecekler..

Ne hale geldik yav..

Vallaha -billaha.. Ne hale geldik yav..

Tugay komutanımız gözaltına alınmadan direkt savcı karşısına çıkacak.. İfadesine başvurulacak.. Bir istihbarat kurmay albayımız var.. Mustafa albay.. Köseoğlu albay.. Eğe Ordusu Harekât Başkanı..

Yani Batı Çalışma Grubu kimlik kartı var adamın.. Yaka kartı var, o listede ismi var.. Ama, hâkim demiş ki, yapacak bir şey yok, demiş.. Bize bu şekilde talimât geldi..demiş..

Ben her zaman aynı şeyi söylüyorum..

Şu anda, kısa vadede kaybetmiş gibi gözüküyoruz...

Şu anda kapının çalınıp 'Yavuz gel!.' denmiyeceğinin de garantisi yok.. Yani böyle bir şey de yok..

Yeni Şafak muhabiri şey diyor.. Satılmış p....venk..

'28 Şubat sürecinde yaptıklarının bedelini ağır ödediler..' diyor.

Dur bakalım daha yavv.. Ödeyen-mödeyen yok.. (...)

Ve ben söylüyorum. Dünden beri bunu belki bin defa söylemişimdir. Bu herifler yani şu anda bize bunu çektirenler bunu kelleleriyle ödeyecek.. Siz göreceksiniz bunu..

Bildiğiniz gibi bizim yetkimiz sadece kışla hududları içindedir. Dışarda takib ve kontrol görevimiz yoktur.

Sivil kıyafet giyip adamı takib etmek, memleketine gitmek..

Şimdi.. Bir tane astsubay vardı, mesela..

Evli, çocukları var.. Ama, eşini getirmiyor, bulunduğu garnizona.. Eşi memleketinde..

Neden gelmiyor?

Neden gelmiyor? Sağlık fişi çıkartmıyor.. Askerî kimlik kartı yok..

Gören yok karısını..

Ama, kayıtlara göre, evli, çocuklu..

Adam gönderildi memleketine..

Karısına bir şekilde ulaşıldı..

Uzaktan, gizli-saklı baktırıldı.. Kadın hamam böceğiymiş meğerse..Yani karaçarşaflı.. Ben onlara hamamböceği diyorum.. (...)

Memleketine adam göndermek.arkadaş, işte.. Trakya'dan İstanbul'a geliyor.. Peşine adam takmak..

Bunların hepsi illegal şeyler..

Biz sivil kıyafetlerle câmilere de gönderildik zamanında arkadaşlar..

Gidip ben... Normalde namaz kılmayı bilmezdim, bile...

Ama, cumaya giderdim, kimler namaza gidiyor, kimler gitmiyor,.üniformayla giden var mı?' diye..

Cuma namazına filan diye, kontrole bile gönderildik zamanında biz..'

*

Evet, böyle yığınla ses kayıdları örneklerinden son bir örnek..

Birileri hınç içinde..

Ama, milletin vekaletini almış olanlar da, bu vekalet alma işinin bir dürüstlük ve ahlâkî sorumluluk ve cesaret istediğini de göstermeliler elbette.. İnsaflıca bakılırsa bugünkü iktidarın bunu göstermediği söylenemez herhalde.. (Gecikmeli tavırlardan dolayı eleştirilseler bile.. Ki, siyasette zamanlamayı siyasetçiler elbette kendi hesablarına göre yaparlar- yapmalılar, çünkü asıl bedeli ödeyecek ödeyecek onlardır..)

*

Demirel'e, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi ve sonrası gelişmeler ve de 1972'de idâm olunan -dönemin üç marksist gençlik önderleri sayılan- üç genç de sorulmuş..

Demirel, "Ben oy veren 276'dan biriyim. Suçu bana yıkamazsınız. TBMM bütün milleti temsil ediyor. Suç varsa halkındır" "O tarihte milli irade mevcuttur. İdam kararları yargıtay, Meclis ve Cumhurbaşkanı'ndan geçmiştir. Kararı milli irade vermiştir. O milli irade de bütün milleti temsil ediyor. Bugünlerde her fırsatta 'meşruiyetin kaynağı' olarak gösterilen milli irade buraya gelince niye sayılmıyor. Ben o milli iradede, 276'da sadece 1'im. Asılsınlar diye propaganda da yapmadım. Keşke böyle olmasaydı ama o günün şartlarında öyle oldu maalesef ve yapılanlar kanuniydi. O gün hükümet de ben değildim. Üstelik darbeden zarar görmüştüm. Halkın oylarıyla kurulan iktidar elimden alınmıştı. Şimdi bunun suçunu, günahını benim üstüme yıkmanın manası var mı? Bu demagoji değil mi?" demiş..

Demirel, ayrıca, "Menderes ve iki arkadaşı idam edildi, sonra Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşı idam edildi bu karşılık mıydı?" sorusuna "Üç çocuğun asılması talihsizliktir. Menderes'in idam edilmesiyle bağlantısı yok." şeklinde karşılık vermiş..

Sanırım, Demirel'in çok az doğrularından birisi bu cümledeki beyanı olsa gerek.. Çünkü o günleri yaşayan birisi olarak, o idâm'larla Menderes'lerin idâmı arasında mantıkî bir bağ yoktu ve birilerinin uydurduğu bu gibi iddialara rağmen, halk içinde, bu gibi iddialara itibar edilmemişti..

**

Kendi laik 'uzay'larında dolaşanların topluma dönüşleri mi?

Bu arada, son haftalarda meydana gelen bazı ilginç gelişmelere de değinmeeden geçmiyelim..

Ege Üni. Fen Fak. Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğr. üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü'nün her sabah, kendi bölümünün kapısında nöbet tuttup başörtüsüyle okula gelen öğrencilerin fotoğraflarını çektiği ve bu öğrencilerin içeri girmesini engellediği belgelenmiş ve YÖK'ün de derhal, sözkonusu kişi hakkında soruşturma başlattığı açıklanmıştı..

1 Haziran günü yapılan açıklama ise, bu kişinin üniversiteden uzaklaştırıldığı yönündeydi..

İnsanların inançlarına karşı savaş açmak küstahlığını gösteren bu gibilere karşı mukabil bir tavır sergilenebilmesi, evet, nicelerinin yüreğini soğutmuştur, muhakkak ki..

*

Aynı günlerde, Antalya'da, Akdeniz Üni. Iktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi'nde, Şeyma Adede isimli bir kız öğrencinin, sırf başı örtülü olduğu için, imtihana alınmadığı ve bunun üzerine, bu haksız müdahaleyi protesto eden 4 öğrencinin de imtihanı terkettiği bildiriliyordu..

Ama, hemen arkasından, 5 Haziran tarihli medyada ise, adıgeçen Fakültenin Dekanı Prof. Şafak Aksoy, bir açıklama yapıyor ve öyle bir engelleme müdahalesinin kabul edilemiyeceğini belirterek, 'Sınavdan çıkarılan öğrenci Şeyma Adede ile bu olay nedeniyle sınavı terk eden 4 öğrenciye özür sınavı hakkının verildiğini; o engellemeyi yapan öğretim üyesi hakkında da disiplin soruşturması açılmasının kararlaştırıldığını' söylüyordu..

Bu gelişme de, geç de olsa, gelinen noktayı göstermesi bakımından iç ferahlatıcı bir durumdur..

Bu gelişmeler bugün için, küçük gibi gözükebilir, ama, unutulmamalıdır ki, müslüman halkımız hele de son 30 yıldır, bu konulardan dolayı ne büyük sancılar yaşadı..

*

Amma, karşılıklı bir direniş ve mücadele bitmedi-bitmiyor..

Nitekim, bu gelişmelere ve yönetimin, müslüman halkı memnun eden kararlı tutuma rağmen, Adana'da İhsan Sabancı Teknik Kız Meslek Lisesi'nin mezuniyet töreninde okul birincisi olan Tuğba Demir'e de başörtülü olduğu için ödülü verilmiyor; dereceye giren ve başları örtülü olan diğer kızöğrenciler Munise Keçeli, Müge Albayrak, Arife Saban da törene alınmıyorlardı.. Ödülünü alamayan öğrenciler gözyaşlarını tutamazken, müdire Ayla Avşar ise, okul yönetmeliğini uyguladığını iddia ediyordu.

Bu gelişmeler üzerine, hemen ertesi günü, o müdire hanım açığa alınıyor ve hakkında gerekli soruşturma başlatılıyor ve Adana Valisi H. Avni Coş da, 'Ben bütün öğretmen ve yöneticilerimizin sağduyulu olmasını, meselelere toleranslı, hoşgörülü davranmalarını tavsiye ediyorum...' diyordu..

*

Bu gelişmeler arasında, daha da ilginç olan ise, Adıyaman'da ortaya çıkan bir tablo idi..

Adıyaman'da, 9 Haziran günü, üniversitenin çeşitli bölümlerinden mezun olan 4 bin 800 kadar öğrenciye Mansur Yardımcı Stadyumu'nda gerçekleştirilen bir törende diplomaları verilirken, kendi bölümünde ikinci olan, başı örtülü bir hanım kıza, Fadime Akkuş'a, diplomasının Adıyaman Garnizon Kumandanı Alb. Yusuf Yalçın tarafından verildiğini gösteren fotoğraf medyaya yansıyordu..

Ve hemen o gün, Hürriyet'in eski Gen. Yy. Md. E. Özkök, ertesi günü bekleyemediğini belirterek, bu gelişmeden sevinç duyduğunu dile getiren şu satırları kaleme alıyordu:

'Buyrun işte. Beklediğimiz son fotoğraf da geldi. Bir jandarma subayı, baş örtülü bir kıza diplomasını verdi. Söyleyin Allah aşkına. Çok mu zor oldu? Deprem mi oldu? Türkiye mi yıkıldı? Bir el diplomayı aldı. Küçük bir ele verdi.

Biliyorum bazıları; devrim diyecek.

Yok arkadaş devrim falan değil. Basit, normal, sıradan, kolay bir şeydi.

Çok çoook önceleri yapmamız gereken bir şeydi.

Yapamadık. Aklımız tutuldu, yanlış şeylere inanmıştık.

Sanmayın ki, kendim bu kolektif aptallığın bir parçasıydım.

Çünkü öyle denmişti ve inanmıştık.

Neyse, geçti.

Bir komutan çıktı. Diplomayı verdi.

Genç kız diploması aldı. Kendini eksik, dışlanmış, öteki hissetmedi.

Öz evlat muamelesi gördü.

Ve bir ayıba son verildi.

Ne devrim, ne deprem ne başka bir şey.

Sadece bir diploma töreni.

Herhangi bir diploma töreni.'

*

Evet, aynen öyle..

Ama, E. Özkök'ün bu sûret-i hakktan gözükerek yazdığı bu satırları okurken, onun sâbıkasını hatırlamadan geçecek miyiz?

Bu bir samimî ve zımnî özür dileme midir; yoksa, müslüman halkın sosyal hayatı etkilemesinde alınan mesafeler karşısında, katlanılmaya mecbur kaldıkları bir geri çekiliş taktiği midir?

Evet, niyet okumayalım denilebilir, ama, bu konudaki sınırlamaları kaldıran bir anayasa değişikliği Meclis'de AK Parti ve MHP'nin 411 oyu ile kabul edildiğinde, başında bulunduğu Hürriyet'te, 'Kaosa kalkan 411 el..' diye kocaman manşetler çekerek, nice fitnelerin fitilini ateşleyenin de E. Özkök olduğunu hatırlamıyacak mıyız?

Unutmayalım ki, o değişiklik, (CHP'nin açtığı ibtal davası üzerine) Anayasa Mahkemesi'nce bozulmakla yetinilmeyip, AK Parti'nin kapatılması için de Anayasa Mahkemesi'nde dâvâ da açılıyor ve ülkeye yaşatılan ne büyük sosyo-ekonomik kayıplar yaşatıyordu.. Hatırlanacağı üzere, AK Parti, Anayasa Mahkemesi'ndeki oylamada, sadece tek oy farkıyla kapatılmaktan kurtulabilmişti..

Yine de, temenni edelim ki, bu olumlu gelişmeler, toplumun her kesiminde devam etsin ve müslüman halkımızın bünyesindeki bu hastalıklı unsurlar iyice kontrol altına alınıp, etkileri tamamen kırılsın..

 

haksöz

Bu yazı toplam 1668 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar