Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Kazâ ve Kader Allah’ın Elinde; Tedbir İse, İnsanın..

Ölümün bize ne zaman geleceği hakkında elimizde kesin bir bilgimiz yok..

Esasen öyle bir şey olsaydı, herhalde hayat çok çekilmez olurdu.

Denilir ki; Hz. Süleyman’ın vezirlerinden birisine ölüm meleği gözükür ve ‘çok kısa bir süre sonra emanetini geri alacağını’ söyler.

Vezir, hemen Hz. Süleyman’a gider ve durumu anlatıp, ‘Rüzgâra emret, beni hemen Hind diyarına ulaştırsın..’ der..

Âteş, rüzgar, su vs. gibi tabiî güçler üzerinde bile hüküm sahibi olduğu bildirilen Hz. Süleyman bu isteği yerine getirir ve vezir derhal Hind diyarına gönderilir.

O sırada Hz. Süleyman’ın ikamet ettiği mekanın civarında bir yabancı görülür ve derhal

Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkarılır.

Biraz oturmasını istenince, yabancı der ki:

‘Çok kısa bir an sonra, Hind diyarında olmam zorundayım..’

Hz. Süleyman, karşısındakinin kim olduğunu anlar.

*

İstanbul mezarlıklarında güzel hayat dersleri ve hattâ dünya görüşleri vardır..

Bunlardan birisinde şöyle bir dörtlük hatırlıyorum:

‘Ben de bir zaman Süleyman idim..
Âteşe, rüzgâra hükümrân idim..
Sanmayın Hazret-i Süleyman idim..
Galata’da körükçü Süleyman idim..

Evet, bu kişi de âteşe, rüzgâra hükmediyormuş, ama, körükçülük yapmak sûretiyle..

Herkes kendi çapında bir Süleyman’dır; hayatta bir şeylere hükmetme gücüne sahibdir. En zor olan ise, kişinin aklını kullanabilmesi, kendi heva ve hevesine hükmedebilmesidir.

Ölüm karşısında ise, en azından tedbir almak durumundadır. Bu tedbirler, takdîri bozmaz, ama, takdirin nasıl olduğu ve nasıl tahakkuk edeceği, sadece Allah’a mâlumdur.

*

Bir zât, gelip Hz. Ali’ye sorar:

-Gaibi ve geleceği sadece Allah mı bilir?

-Evet..

-O halde, ben kendimi şu yükseklikten aşağı atsam, Allah dilemezse, ben ölümden kurtulur muyum?

-Elbette..

-Öyleyse, kendimi aşağı atayım ve kaderimi deniyeyim mi?

- İmtihanda olan sensin, Allah’ın takdiri, imtihana, denemeye tutulamaz.

*

Hz. Ömer yol ordusuyla bir seferdeyken, geçecekleri bölgelerde veba / kolera salgını haberini aldığı zaman, derhal orduyu geri çevirir.

Bazıları, ‘Ey Emir-ul’ Muminîn, Allah’ın takdirinden, kaderinden mi kaçıyorsun?’ kabilinden bir sual sorar.

Hz. Ömer ise, ‘Hastalık bir kazâdır; ölüm ise, her halûkârda, kader’dir. Ben orduyu geri çevirmekle, Allah’ın kazasından  Allah’ın takdirine, kaderine sığınıyorum..’ der.

*

Manisa- Soma’daki kömür madenlerinde meydana gelen büyük bir trajediye dönüşen iş kazası, ülkemizde bu alanda daha önce yaşanmamış derecede büyük bir facia tablosu oluşturuyor. Bu satırların yazıldığı sırada (15 Mayıs Perşembe sabahı itibariyle), hayatını kaybedenlerin sayısı 282 olarak açıklanmıştı.

Geride, içerde daha ne kadar işçi olduğu kesin olarak bilinmese de, anlaşıldığı kadar 120 -150 arasında bir grup daha bulunuyor. Ve, zaman artık iyice daralıyor ve onların kurtulma ihtimali de giderek zayıflıyor. Çünkü, bu kitlevî ölüme sebeb olduğu anlaşılan karbonmonoksit, insanları kolayca farkedilemiyecek şekilde yakalayan ve uyutan bir gaz çeşidi olduğundan, insanların o anda kurtulmak için bir takım yolları denemeleri imkânı son derece zayıf.. Ki, kurtulan işçilerden birisi, ‘Hiç bir patlama olmadığı halde, bir anormal durumun hissettik, ama, gaz maskelerimizi takmak için bile ellerimizi hareket ettirecek mecâlimiz yoktu, gerisini hatırlamıyorum, gözlerimi hastânede açtım..’  derken, o işte o durumu yansıtıyordu.

Ve henüz geride 120-150 kadar daha insan olduğu sanılıyor ki, artık onlar için de fazla bir ümid kalmadı denilebilir. Bu durumda, bu facia kurbanlarının sayısının 400’e yaklaşacağı sanılıyor.

Dile kolay.. 400 kadar insan, bir anda hayattan çekiliyor.

Yerin bin metre kadar derinlerinde, her an bir ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan, hayatlarını en zor şartlarda altında kazanmaya çalışan insanları anlamak kolay değil..

*

Yoksulluk ve çaresizliği Mona Lisa tablosundan veya Gorki romanlarından öğrenmeyenler..

Çocukluk yıllarımda, 1957-58’lerde, henüz  12-13 yaşındayken,  yazları Tokat-Turhal’da kiremit fabrikasında çalıştırılmak üzere Samsun’dan özel olarak getirilirdim.

Çamurun içinde sabahtan akşama kadar, en ağır işleri yapan yetişkin insanlar 3 50 kuruş yevmiye alırken, bana 7,5 lira verilirdi. Çünkü, yaptığım basit bir iş idi, ama, o işi yapacak maharette bir başkası olmadığından ve bütün diğer işler de bu maharete bağlı olduğundan, başka bir çare yoktu. O durumda, yaşlı insanlar patrona değil de bana kızarlardı, ‘Bacak kadar çocuk, bizim iki misli para alıyor..’ diye..

O bölgede, Yeşilırmak kıyısında, Elalmış köyü civarında bir de krom madeni işletmesi vardı. Krom madeni, mermi, süngü, roket vs. gibi silah ve techizatın ve diğer metal eşyaların

daha sert ve dayanıklı olmasında kullanılırmış.. Ve dünyada krom pazarının yüzde 70’lik bir bölümünün Türkiye’nin elinde olduğu söylenirdi, hâlen de öyle midir bilmiyorum.

Ama, bu krom madeninin, o kadar ağır bir kokusu vardı ki, Turhal demiryolu istasyonuna şeker fabrikasından getirilen ‘küspe’yi yemeye gelen büyük ve küçükbaş  hayvanlar ve hattâ kuşlar bile; o mekâna, vagonlara yüklenmek üzere krom madeni de getirilip yığıldığında, o küspe yığınına bile yaklaşamazlardı. Yani, o kadar ağır bir koku..

İşte öyle bir madende çalışmak için bile, yöredeki insanlar yine de can atarlardı. Ve amma, hepsi de bilirlerdi ki, orada iki seneden fazla çalışan olamazdı. Çünkü, ciğerleri iki sene içinde mahvolurdu. Ama, hiç değilse, sosyal sigorta imkanlarının olduğu söylenirdi. Başka işlerde henüz öyle sosyal sigorta filan da yoktu.. Hele çocuklar için, düşünülemezdi bile..

Sosyal sigorta imkânları olmayan, işsiz kalan, fukara insanlar, o madene kapağı atınca, yine de büyük bir ni’mete kavuşmuş sayarlardı, kendilerini..

Orada çalışmak yine de bir imtiyaz sayılırdı.

Çünkü, yine o yörede, Amasya- Çeltek’te ise ve keza Zonguldak’daki kömür yataklarında sık sık grizu gazı patlaması dolasıyiyle, sık sık, onlarca, bazen yüzlerce işçinin hattâ çıkarılamıyarak o mekânlarda kaldığı haberleriyle büyüyorduk.

Bu bakımdan, hele de krom veya kömür madeni gibi ağır iş kollarında çalışmanın ne demek olduğunu bilmeyenlerin, Soma’da meydana gelen faciayla, büyük şehirlerin merkezî meydanlarına çıkıp, sağı solu tahrib etmeye kalkışarak polisle çatışmaya girmek sûretiyle, o işçilerin dünyasıyla dayanışma içinde olduklarını göstermeye kalkıştıklarını ve böylece ideolojik mücadele verdiklerini sanan ve fakirlik-yoksulluk denilince, bunu ancak Mona Lisa tablolarından ya da Maksim Gorki’nin romanlarından öğrenen sosyete çocuklarının ve onların yaşayışlarına özenenlerin bu dünyayı anlamaları mümkün değildir.

Nitekim, Ağrı’dan 20 yıl öncelerde Manisa’ya gelmiş ve 15 senedir de Soma kömür madenlerinde çalışan ve son anda kurtarılan bir işçi, biraz temiz hava alıp şuûru açılır gibi olunca, sedyeye uzatılırken, sedye kirlenmesin diye çizmelerini çıkarmak istemiştir..

Bizim için bu gaayet tabiî bir refleks hali gibi gelen bu davranış üzerine, o işçi kardeşimizin değerler dünyasından habersiz bir takım kimselerce internetlerde bir takım ideolojik yazılar yazıldı.. Onların yazılarına göre, o işçinin bu hareketi, o anda bile patrondan, patronun azarlamasından duyulan korkudan kaynaklanıyormuş ve sömürünün hangi boyutlara vardığını sergiliyormuş..

Halbuki, o işçi, hastaneden taburcu edilip evine gönderildikten sonra, bu gibi iddia ve yaklaşımlara elinin tersini gösteriyor ve o hareketini soran tv. muhabirlerine, ‘Biz müslümanız, temiz olmamız; ve orada bize yardımcı olmak için çaba harcayanlara yardımcı olmamız, devlet mallarına zarar vermemeye dikkat etmemiz gerekiyor..’  kabilinden cümlelerle açıklıyordu, tavrını.. Ama, Anadolu müslümanlarının tipik bir örneğini oluşturan bu müslüman işçinin sözlerini ve değerlerini, onun ve müslüman halkımızın inanç değerlerinden nasibsiz ve her şeyden bir düşmanlık ve çatışma ortamı meydana getirmek için fırsat kollayan ve sosyal sınıf kavgası çıkarmak isteyen zihniyet sahibleri nasıl anlasınlar?

Bu noktada, acı olmasına rağmen, övünerek kabullenilecek bir durum da şudur ki, bu son kazâ-faciada ihmalı olduğu gerekçesiyle ifadeleri alınmak istenen mühendisler, grup şefleri, ustabaşları gibi, hemen bütün sorumlular da bu hadisede can  vermişler.

*

Bu vesileyle, bu faciada hayatlarını kaybedenlere Allah’u Tealâ’dan rahmet, ailelerine de sabr-ı cemîl niyaz ederek, bu vesileyle bir kaç noktaya daha değinmek gerekiyor:

*

Tayyîb Erdoğan’ın da yanlış yapmak hakkı vardır

Başbakan Erdoğan, hadisenin meydana geldiğini haber alır almaz, devlet mekanizmasını derhal harekete geçirmiş birisi.. Henüz 15 sene öncelerde, 17 Ağustos 1999’daki  Büyük Marmara Depremi sırasında, dönemin başbakan ve cumhurbaşkanlarının ve diğer devlet ricalinin Ankara’dan Sakarya ve Gölcük’e kadar, bir hafta içinde bile gelemeyişleri   hatırlanırsa, bugün gelinen sür’at, takdir edilmelidir.

Ancak..

Başbakan’ın o yorgunluk, üzüntü ve uykusuzluk içinde geçen bir gecenin sabahında Soma’ya gelmesini fırsat bilen bir muhabirin tuzak bir sorusuna cevab vermeye çalışırken, tv. proğramlarında tekrarlanıp duran dünyadaki büyük maden kazalarından örnekleri sıralaması ve ‘bu gibi kazalar bu işin fıtratında vardır..’ demesi, son derece aleyhte kullanılmaya müsaid bir karşılık olmuştur.

Elbette, her işin içinde öngörülemeyen bir takım iş kazaları daima vardır.

Ama, hele de sorumluluk makamında bulunan bir Başbakan’ın öyle hassas bir anda böyle bir cümleyi kurmaması gerektiğini en iyi bilenlerden birisi de bizzat Erdoğan iken, böyle bir söz sarfetmesi, kendisine saldırmak için fırsat kollayanların ekmeğine yağ sürmüştür.

Çünkü, sorumluluk makamlarında olanlar, da elbette takdir-i ilahî’yi düşünmek durumundadırlar, ama, herşeyden önce, kazâlara karşı sorumluluklarını yerine getirmekle mükelleftirler.

Çünkü, öyle bir sorumluluk makamında bulunan kimse, geçmiş tarihte meydana gelen iş kazâlarını hatırlattığında, bugünkü dünyada alınan tedbirler sâyesinde iş kazaları sonunda gelinen noktaların tablosu sunulduğunda güç durumda kalır. Ayrıca, öyle bir izah, onu, toplumda her bir kazâya bir kılıf uydurmaya kalkışan ve kendisine yakışmayan bir gelenekçi çizgiye doğru sürükler.

Ama, bereket ki, o, bu sözünü bizzat etkisizleştirmek istercesine bir canlılıkla, devlet mekanizmasını, bu faciada da en hızlı şekilde harekete geçirmiş ve bu gibi kazâ ve facialarda, böyle bir fıtrat olduğunu da göstermiştir. Ama, bu faciayı bahane ederek, Erdoğan’a vurmak isteyen fırsat kollayanlar aradıkları bulamamışlar ve birkaç tahrikçinin Soma’da Başbakan’ı protesto etmek istemesine halk kitleleri itibar etmemiştir.

Ayrıca, Başbakan Erdoğan’ın da yanlış söylemesi, yanlış yapması sadece mümkün değil, kendisi için bir hak olarak da ele alınmalıdır.

*

Sadece en ileri olanla değil, düne göre gelinen noktayla da bir kıyaslama yapılmalıdır

Bu vesileyle dünyadaki bir takım en ileri örneklerle mukayeseler yapılırsa.. Elbette ortada henüz büyük bir açık ve hattâ uçurum vardır. Ama, sadece tedbirlerle, her şeyin önlenemediğini de Japonya, üç sene önce yaşadığı büyük deprem ve arkasından gelen tsunami ve Fukuşamî felaketinde onbinlerce insanını kurban vererek göstermiştir.

Doğrudur ki, maden kazâları geçmişte ve hattâ günümüzde de birçok ülkede büyük acılara vesile olmaktadır. Ama, birçok ülke, aldıkları tedbirlerle bu kazâlardaki can kayıplarını neredeyse sıfır noktasına getirmişlerdir.

Nitekim, dünyanın en büyük kömür madeni yataklarına sahib ülke, Almanya imiş.. Türkiye ise, bu sıralamada 28. sırada bulunuyormuş..

Ama, 1983-2013 arasındaki 30 yıl boyunca Almanya ile Türkiye mukayesesi yapılınca, 1983’den 2013’ye kadar Almanya’da hiç ölüm olmamış ve sadece 2013’de 3 kişi hayatını kaybetmiş..

Türkiye’de ise 30 yılın ortalaması, yıl başına 45 civarında can kaybı..

Demek ki, tedbirler alınırsa, kazâdan kadere sığınmak yolu daha bir genişliyor ve daha elverişli oluyor. ‘Evvel işgüvenliği, sonra iş..’ prensibi asıl alınmadıkça, irili ufaklı nice kazâlar her iş kolunda karşımıza çıkacaktır. O halde, en başta en ağır iş kolu olan maden ocakları başta olmak üzere, her alanda en son teknolojik imkanlarla donanıma ve meslek ve işkolu eğitimlerine daha bir hız verilmelidir.

Bu konuda, işsağlığı ve işgüvenliği alanlarında çıkarılan kanunların dünya standartlarının asla gerisinde olmadığı, dünyanın en gelişmiş ülkeleri ayarında olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Ama, kitabına uydurmalar yüzünden meydana gelen güvenlik açığının giderilmesi, insanın idraki ve kalb ile ilgili bir durumdur. Kontrolü yapan meslek odalarının mühürlü-imzalı uyduruk raporları, bu noktada ayrı bir faciadır. Ve hemen her ülke için de geçerlidir.

Evrak üzerinde kontrol ile, sahada fiilî kontrol arasında daima bir uçurum bulunduğu asla unutulmamalı..  

*

Bir diğer nokta da şu..

Bu gibi kazâlar olunca, hemen o zamanlarda hatırlanan zor işlerde çalışan fukara insanların hali daha bir hatırlanıyor.

Bu da bir kazanç, elbette..

Elbette, teknik imkanlar açısından madenlerde en son model teknik yenilikler ülkemizin her işkoluna ve hele de madencilik sahasına getirilmelidir.

Ama, bu noktada hele de işçilerin aldıkları ücretler konusunda öyle rakamlar veriliyor ki, bilmeyenler bunu gerçek zannediyor.

Türkiye ile Almanya’nın ekonomik gücü ve imkanları mukayase edilemiyeceği açıktır. Ama, dünyanın bir çok ülkesinin de Türkiye ile mukayese edilemiyecek derecede çok gerilerde olması gibi bir açıklık yoktur ortada..

Sözgelimi, Almanya’da maden işçilerinin 2 000- 2500 euro civarında olduğu yazılıyor.

Soma’da 1600-2000 lira aralığında çalışan sıradan işçiler, bugün Almanya’da  Ruhr havzasında aldığı ücretin yarıya yakınını kiraya vermek zorunda kalan sıradan işçilerden, -satın alma gücü bakımından-  daha güç durumda değildir, herhalde..

*

Soma’da meydana gelen büyük faciada hayatlarını kaybeden yüzlerce kurban için Allah’u Teâlâ’dan bir kez daha rahmet ve geride kalan ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.

Bu gibi acıların halkımızı birbirine daha bir kaynaştırması da bir diğer teselli kaynağı sayılmalı, herhalde.. 

haksöz

Bu yazı toplam 1199 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar