Karar Yazarı: Sistem Değişince Köprüler Ucuzlayacak Mı?

Karar Yazarı: Sistem Değişince Köprüler Ucuzlayacak Mı?

"Sorun bizim aldığımız veya alamadığımız kararlarda yatıyor; acaba köprülere kim zam yaptı?"

Karar yazarı İbrahim Kahveci, anayasa değişikliği referandumuyla ilgili olarak "Cari ödemeler dengesi ve haftalık döviz hesapları gösteriyor ki; Türkiye’den çıkan kayda değer bir yabancı sermaye olmamış. Anlayacağınız yaşadığımız ekonomik sıkıntılar halen kendi aldığımız kararlar ile oluşmuş. İşte bu noktayı çok iyi okumamız gerekiyor. Yani sorun bizim aldığımız veya alamadığımız kararlarda yatıyor. Acaba köprülere kim zam yaptı?" dedi.

İbrahim Kahveci'nin "Sistem değişince köprüler ucuzlayacak mı?" başlığıyla yayımlanan (24 Şubat 2017) yazısı şöyle:

Sistem değişince ekonomik sıkıntılar bitecek...

Argüman bu.

Biraz yakından bakalım.

Ülke yönetiminde görüldü ki, devleti idarede uzman kurumlara ihtiyaç varmış. Mesela sermaye piyasalarının yönetimi siyasetçiler vasıtası ile olmuyormuş. Bu nedenle ABD’de SEC; Türkiye’de ise SPK (Sermaye Piyasası Kurumu) oluşturuldu.

Örneğin, bankacılık sisteminin yönetimi eskiden siyasilerin emrindeydi. Bu yönetim tarzı bizi 2001 krizine götürdü. Neden mi? Çünkü siyasilerin yönetimi altında nerede ise tüm bankacılık sistemi ile ülkemiz soyuldu. Bankalar vasıtası ile Türk halkından toplanan paralar sanki o banka sahiplerinin kendi parasıymış gibi bir güzel iç edildi. Kamu bankalarını da siyasiler resmen soydu... Yani siyasi ihtiraslar uğruna kullanıp kamu bankalarının kasası bir güzel boşaltıldı.


 
Ne yaptık?

Öyle önüne gelen siyasetçi bankacılık sistemini bozamasın, bu iş belirli bir kurallar içerisinde bağımsız ve uzman kuruluş tarafından yönetilsin diye Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu (BDDK) kurduk. Yani BDDK oluşturuldu.

Bizler 94 ve 2001 krizi ile para piyasasının yönetiminin de bağımsız bir kuruma verilmesini öğrendik. Sıkışan siyasetin Merkez Bankası kasasına başvurmasını önlemek ve karşılıksız para basmanın önüne geçmek istedik. Para piyasasının uzmanlık gerektiren tüm kararlarını da bağımsız Merkez Bankasına aktardık.

Benzer adımları mesela rekabet piyasasında Rekabet Kurumu (RK) ile; enerji alanında Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) ile gerçekleştirdik. Benzer bağımsız ve uzman kurumlar oluşturarak devlet yönetimini hem siyasetin hizmetine hem de uzman ve liyakat sahibi kişilerin eline bırakmış olduk.

***

Bu bağımsız kurumlar elbette üst noktada yine siyasetin emrinde çalışıyor. Ve de yine siyasete hesap veriyorlar. Ve nihayetinde de siyaset, Türk halkının karşısına çıkarak seçimlerle hesap vermiş oluyor.

Sistemimiz kabaca bu şekilde işliyor.

Bu sistemde elbette bağımsız ve uzman kurumların hatalı ve yanlış kararları oluyor ve olmaktadır. Hatta yanlı kararlar bile defalarca çıkabilmektedir. Özellikle siyasetin zayıf olduğu dönemlerde bağımsız kurumların yönettiği bir devlet haline gelebiliyoruz. Bu defa da kimse halkın isteklerini dikkate almıyor ve üst mercilere hizmet eder noktaya geliyoruz.

Şimdi size iki önemli bağımsız kurumun iki büyük kararını aktarayım:

1-) Mesela bağımsız Merkez Bankamız 2008 Mayıs ayında küresel kriz kapımızda iken ekonomiyi soğutmak için faiz artımına gitti. Oysa iki ay geçmeden küresel kriz bizi öyle bir çarptı ki; ne kadar büyük yanlış yaptığımızı bile anlayamadık.

2-) Özelleştirme Yüksek Kurulu Nisan 2002’de yönetim değişiminden sadece 2 gün sonra Petrol Ofisi birleşmesine izin verdi. Bu sayede kamudan satın alınan şirketin ihale bedeli, yine kamuya ödenecek vergiden düşülmüş oldu.

***

Ak Parti 2002 sonunda iktidara geldiğinde Türkiye büyük bir ekonomik kriz içindeydi. Bütçenin yüzde 87’si faize gidiyordu; devlette para yoktu. Bunun daha da ötesinde, kamu yönetiminde siyasete karşı müthiş bir direnç vardı. Benzer adımlar diğer toplumsal güç dinamiklerinde de gözlenebiliyordu. 2007 Cumhuriyet mitingleri, ilginç yargı kararları ve basın manşetlerini hala hatırlarız.

İşte bu tabloda Türkiye;

2003 yılını %5,3;

2004 yılını %9,4;

2005 yılını %8,4

2006 yılını %6,9 ve

2007 yılını %4,7 büyüme ile kapattı.

GSYH’mız 230 milyar dolardan, 648 milyar dolar çıkarken, reel büyüme oranı da toplamda %39,6’yı aşmış oldu. Bir önceki yazımda bahsettiğim daha bir çok başarılara da aynı dönemde imza atıldı. (“Güç ve ekonomik büyüme” başlıklı yazı)

Geldiğimiz notada gelirimiz hızla arttı, ama asıl kamu bütçesi büyüdü.Kamu, GSYH’nın yüzde 10’unu daha kendi payına aldı. Ayrıca devletin faize ödediği para da yüzde 87’den yüzde 10’lara geriledi. Ama hala köprü-yol gibi bir çok kamu hizmetini YİD modeli ile yüksek fiyattan halkın hizmetine sunuyoruz.

Merkez Bankası son finansal dalgalanmada gerekli adımı o kadar çok geç atabildi ki; dolar adete kendi para desteğimizle 3,93’e yükseldi.

Enerjide düşen dünya fiyatlarını hala yurt içine yansıtmamaya direniyoruz. Sanayide beklenen canlılık haksız rekabet şartlarından bir türlü gerçekleşmiyor.

Velhasıl, artık siyasetin gücünün en yüksek seviyeye ulaştığı bir dönem yaşıyoruz. Ama gelin görün ki; köprülere 2 yılda iki kat zam yapılıyor. Yeni köprülerin geçişi ise, kamu garantisi ile 170 liraya ulaşıyor. (sadece bir köprü geçişi; hem de otomobil için.) Yeni otobanları km başına 30 kuruştan geçiyoruz.

Cari ödemeler dengesi ve haftalık döviz hesapları gösteriyor ki; Türkiye’den çıkan kayda değer bir yabancı sermaye olmamış. Anlayacağınız yaşadığımız ekonomik sıkıntılar halen kendi aldığımız kararlar ile oluşmuş. İşte bu noktayı çok iyi okumamız gerekiyor. Yani sorun bizim aldığımız veya alamadığımız kararlarda yatıyor. Acaba köprülere kim zam yaptı?