Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Kafkas kavimlerinin acı tarihinden bir sahife..

(Bugünlerde uzuun bir yolculukta olduğum için bazı konulara zaman elverdiğince kısa kısa değinmek istiyorum..)

Bu günler Kafkas kavimlerinin tarih içindeki yolculuklarının son derece sancılı merhalelerinden bir kesitin acı bir yıldönümü.. Ki, bu kavimler kendi aralarında bazı ana gruplar halinde isimlendirilmiş olsalar bile  ülkemizde genel bir isimle anılır ve "çerkezler" olarak bilinirler..

Bu Kafkas kavimleri genelde müslüman olup,  kendilerine  eden Rusya ve onların himayesindeki hristiyan toplum kesimleriyle hele de son 200 yılı aşkın bir süredir devamlı ve çetin mücadeleler içindedirler.. Bu mücadelelerin en bilineni herhalde Çeçenistan"da verilendir ve onlar arasında da Şeyh veya İmam Şâmil diye anılan büyük cihad erinin liderliğinde 1825-1859 arasında verilen mücadeleler ayrı bir yer tutmaktadır..

Şeyh Şâmil"in 30 yılı aşan bir mücadelenin sonunda 1859 yılında Rus Çarı"na esir düşmesinden sonra, müslüman Kafkas kavimlerinin tarih içindeki yolculuğu daha bir acı oldu..

Katliâm ve sürgünler, hastalık ve açlık ve sair perişanlıklar ve yüzbinlerce insanın Karadeniz"in güneyinde müslümanların hâkimiyetinde olan Anadolu topraklarına doğru, o günün şartları içinde bile çoğu basit ve göç etmek zorunda kalmalarının büyük felaketleri..

İlk büyük göç grupların kafilelerinin yola çıktığı tarih olarak kabul edilen 21 Mayıs-1864"in her yıldönümünde  o acı tarih bir kez daha hatırlanır.. Ki, o zaman Kafkas halklarından, göç etmek zorunda bırakılan müslümanların 2 milyondan fazla olduğu kaydedilmekte olup,  bunların en az dörtte biri de yollarda telef olmuştur..

Rus kaynaklarında bu müslüman kavimlerin geçmişi âdetâ yok sayılmış ve herşey 1870'lerden  başlatılmıştır; sanki öncesi hiç yokmuşçasına.. Hattâ, Rusya"daki Etnografya müzelerinde bile bu müslüman halkların daha önceki hayatlarına dair eşyalara  bile yer verilmez..

*

Benim doğduğum ve çocukluk-gençlik dönemimin geçtiği Samsun yöresinde, 1860-70'lerde  Rusya"dan göçmek-kaçmak zorunda kalan adige, ıbuh, abaza, şapsık, çeçen, kumuk vs. diye kendi aralarında alt gruplar oluşturan, ama genelde çerkezler olarak bilinen bu Kafkas muhacirlerinden çok vardı.. Ve artık onlar muhacirlik veya geriye dönüş duygu ve düşüncelerini bir kenara koyduklarından, halkın içinde ayrı bir kitle olarak algılanmazlardı.. Sadece çok yaşlı olanların ve hele de hanımların türkçe konuşmakta uyum zorluğundan sözedilebilirdi.. Bunun dışında neredeyse tam bir kaynaşma vardı..

Hattâ o kadar ki, kimlerin çerkez olup olmadığı bile pek kolayca anlaşılmazdı.

Esasen tarih boyunca onlarca etnik unsurun gelip geçtiği Karadeniz bölgesinin bu yapısı o zamanlar o kadar tabiî bir durum olarak algılanmış ki, türk, kürd, acem, arnavud, boşnak, tatar, çerkez, gürcü ve hattâ genelde gayrimuslim olan rûm, ermeni halklar arasında bile göze çarpacak derecede bir ayırım olmazdı..

Hattâ kendi aramızda "Biz neyiz? Biz de çerkez miyiz, yoksa o yörede yığınla var olan başka etnik köklerden miyiz?" diye sorduğumuzda büyüklerimiz bizi, "Hepimiz Hz. Âdem"le Havva"nın çocuklarıyız.. Ve Allah hepimizi öyle halketti.. Önemli olan, Rabbini, Kitabını, Peygamberini bilmektir.."  diye terbiye ederlerdi..

Benim hayatımda özel bir yeri olan büyük güreşçi rahmetli Yaşar Doğu ile bizim köyümüz arasında sadece bir koy vardı, yaya olarak 40 dakikada ulaşılabiliyordu..

Kezâ, 1965-75 arasındaki İslamcı öğrenci hareketleri içinde mümtaz bir yeri olan ve MTTB Genel Başkanlığı da yapan rahmetli Burhaneddin Kayhan ağabey de bizim Kavak ilçemizdeki çerkez köylerindendi..  Ben Orta-1'de iken, o sonda  idi ve o yaş ve sınıf farkından gelen "ağabey"lik daha sonraki yıllarda gerçek bir ağabeyliğe dönüşecekti..

Eskiden, sıradan halk içindeki anlayış bile böyle idi.. İnsanların etnik kimliklerinden dolayı üstün veya aşağı sayıldığı bir duygu ve düşünceyi biz o yıllarımızdan beri hiç tanımamıştık. 

Ama, son yüzyılımızda İslam sosyal alandan dışlanmaya başlandığından beri, okumuş-yazmış kitlelerin kafasına, İslam"ın yerine ırkî, kavmî, etnik kimlikler yerleştirilmeye başlandığından; yazık ki yeni nesiller  o insanî-İslamî bakış açısından nasiblenmekte bugün daha çetin imtihanlarla karşı karşıyalar..

Ve ülkemize hele de son 100 yıldır tahakküm eden laik kadroların dayattığı  resmî ideoloji, türk etnisitesine dayalı tek bir halk icad etmeye kalktığından beri, başka etnisitelerden olanlar da şimdilerde, kendi kavmî / etnik kimliklerine daha bir vurgular yapıyorlar.. Nitekim, bu son haftalarda çerkezlerin sürgün yıldönümü adına televizyonlarda ve sosyal medyada öyle konuşmalar, öyle yazılar yayınlandı ki, insanın içini karartıyordu..

Çünkü, mahallî ve etnik âdetlere geleneklere, folklorik yapılara veya dil zenginliklerine değinilmesinin ötesinde, bir etnik unsurun ötekilerden üstün sayılabileceği fikrine dolaylı vurgular bile yapılmaktaydı, pek çoğunda..

Onları kınamıyorum da..  Ama, o, tek bir etnik unsurun üstünlüğü saçmalıklarını devamlı vurgulayan resmî  ideoloji anlayışı terkedilmedikçe, bu arayış ve yönelişlerin de gelişeceğini idrak etmek, anlamak gerekir..

Ama, tehlikeli olan, bu yayınlarda yeni düşmanlıkların temellerini atmaktan başka bir netice vermiyecek olan temelsiz iddialara yer verilebilmesi ve özellikle de çöküş veya büyük buhran dönemlerindeki sosyal karışıklıklar sırasında, bazı etnik kesimler arasında bir takım devletlerin, rejimleri veya örgütlerin entrikalarıyla ortaya çıkarılmış olan acı hadiselerde veya katliâm boyutundaki cinayetler konusunda etnik suçlamalara gidilmesidir..

Yok efendim, ermenilerle çerkezler, çerkezlerle gürcüler, kürdlerle türkler, ruslar, acemler vs..  şöyle -şöyle hareket etmişlerdi.." diye etnik unsurların birbirleriyle  boğuştuğunu sözkonusu edip,  siyasî güçler ve devletler arasındaki savaşları ve boğuşmaları etnik unsurların hânelerine yazmak, veya "Filanlar bu işin içinde vardı veya yoktu.." gibi temelsiz ve de fitne-engiz lafların bu yayınlarda yer alması, yarınlarda başka türlü çıkabilir, karşımıza..

Sözgelimi, kemalist-laik-türkçü T.C. rejiminin ülkedeki müslüman halkları birbirine düşman etmekten kendisi için hayat aklanı açmak hesabına dayalı ve temelden reddedilmesi gereken yanlış, saçma ve zorbaca siyasetlerine bakarak, türklerle kürdlerin birbirini boğazladığından söz edebilir miyiz? Her iki etnik unsurun da ekseriyette olduğu kabul olunan bölgelerde, onca kışkırtıcı eylem söylem ve yayınlara rağmen, o kanlı boğuşma T.C. rejimi güçleriyle PKK güçleri arasında kalmış ve bu etnik unsurların birbirlerine karşı -elhamdulillah ki,- bir düşmanlık oluşturulamamıştır. Bu durum, muhakkak ki, halkımızın kalbindeki inancın mübarek semeresidir..

Bu durumu diğer  bölge halkları arasındaki münasebetler açısından da bu şekilde ele almak gerekir..

Buna rağmen, tv. kanallarında çerkezler adına konuşuyormuş gibi gösterilen bazı isimlerin, 1915- Ermeni Hadiseleriyle ilgili olarak, "(...) Osmanlı ordusu içinde çerkez subaylar vardı ama kürdler de vardı.." diyerek, düşmanlıkları yaygınlaştırmak taktikleri, gafletle, câhilce söylenmiyorsa,

şeytancadır..

*

Acaib laflar eden bir "Bakan"!

Sanırım, 10 yıla yaklaşan hükûmeti sırasında Tayyîb Erdoğan"ın hiçbir "Bakan"ı  şimdiki İçişleri Bakanı çapında olumsuzluğun zirvesinde değildi..

Böyle birisini bulup, hem de çok özel bir bakanlığa nasıl olup da getirdiyse, Erdoğan"ı kutlamak gerek..

2011 yılının son demlerinde, soğuk bir gecede, Uludere"de, -Irak sınırı içinde olsa bile-,  İHA (insansız hava aracı) denilen uçaklarca yerleri belirlenen görüntülerin PKK militanları sanılarak bombalanmasıyla büyük bir facia yaşanmış ve çoğu 20 yaşın altında ve kaçakçılık yaparak ekmeklerini kazanmaya çalışan 34 insan ve 100"e yakın katırları da parça parça olmuşlardı..

İçişleri Bakanı, bu konuda bir yığın ilginç açıklamalar yaparken, öyle bir laf etti ki, insanın aklına Filipinler"in 30 yıl öncelerdeki ünlü diktatörü Ferdinand Markos"u getiriyordu..

O zamanlar Filipinler"in müslüman bölgesi Mindanao adasında bir deprem meydana gelmiş ve binlerce insan can vermişti..

Markos ise, "Deprem olmasaydı, biz öldürecektik!" diyecek kadar gaddarca laflar etmişti..

Çünkü, İ. N. Şahin isimli bu "Bakan" da, Uludere"de parçalanan o insanlar için, "Ölmeselerdi, yine yargılanacaklardı, kaçakçılık yaptıkları için.. " diyecek kadar taş kalbli laflar edebiliyordu..

Halbuki o sınır boylarında kaçakçılık yapmaktan başka bir geçim kapısı olmayan onbinler- yüzbinler daha vardı..

İçişleri Bakanı"nın bu zâlimâne sözleriyle, o yüzbinler de öldürülmeyi hak eden, ölümlerini beklemeleri gereken kimseler durumuna düşmüyorlar mı? Bu Bakan şimdiye kadar Özal"ın fıkralara konu olan meşhur bir Başbakanı"nı hatırlatıyor ve tebessüm ettiriyordu.. Ama artık tebessüme bile yer bırakmayan ve dehşet uyandıran bir Markos mentalitesi  sergiliyor..

Bereket ki,  AK Parti Gen. Başk. Yard. Hüseyin Çelik, "Herkes bilir ki bu bölgede kaçakçılık yapanlar öyle veya böyle birilerine rüşvet vererek bu işi yapıyorlar. Kuzey Irak"ta PKK"nın kaçakçılıktan pay aldığı bilinmektedir. PKK"nın kaçakçılıktan beslenmesi ve kaçakçılıktan pay alması, sadece rızkını kazanmaya çalışan bu insanları PKK"nın figüranları yapmaz. Başından beri bu meselede partimizin ve hükümetimizin duruşu budur. Esasen hükümetin bu insanlara tazminat öngörmesi, tazminat ödemesi de bu insanların terörist olmadığını veya PKK"nın figüranları olmadığını göstermektedir. Bunlar kaçakçılık yaptığı için tabii ki suçludur. Ancak kaçakçılık suçuna verilecek ceza bellidir. Meselenin bu çerçevede ele alınması gerekiyor. Sayın Bakanımızın yaptığı açıklamaların önemli bir kısmına katılmıyorum. Sayın Bakanın bu yaklaşımını ve üslubunu insani bulmuyoruz. Sayın Bakanın üslubunun ve yaklaşımının Ak Parti hükümetine ve AK Parti"ye aid bir yaklaşım ve üslub olmadığı da ortadadır."  diyerek, O Bakan"a gerçekte istifa etmesi gerektiğinin bile işaretini verdi denilebilir..

Fakat bu zat, hâlâ da makamında oturuyor ve tutuluyor..

Onun patavatsız ve kaba beyanlarıyla bizzat Tayyib Erdoğan da yıpranır..  Çünkü  onu oraya getiren  Tayyib Bey"dir ve onu oradan "kurtaracak" olan yine odur..  O, oradan getirilirse, bu, kendisi için de iyi olabilir..  Ve, onun kendiliğinden, "Ben anladım ki bu makamlara göre değilim.."  diyecek kadar bir anlayış sahibi olmadığı herhalde ortada..

Kaldı ki, bizzat Erdoğan da Kazakistan dönüşündeki  beyanatında,  "Ben başından beri bir şey söyledim; 'AK Parti'nin Genel Başkanı Tayyıb Erdoğan'dır ve yaptığı açıklamaları da arkadaşlarıyla değerlendirerek yapar' ve bu konuyla ilgili olarak da biz açıklamamızı yaptık." diyerek, Bakan"ının bakışına dolaylı bir reddiye çekmişe benziyor..

Ama bu tavır bile yetmez. Ve Bakan"ın o makamda tutulmasının cerimesini bizzat Erdoğan da ödemek zorunda kalabilir..

*

Ancak şu var ki, Erdoğan, halkın kendisine cerime ödettirmiyeceği konusunda  çok güveniyor olmalı..

Böyle muhalefet partileri olunca, niye olmasın?.. Ülkenin iç meselelerine çözüm aramak yerine, kendi içlerindeki kavgalardan başlarını kaldıramıyan bu gibi bir muhalefet var oldukça..

Nitekim Kılıçdaroğlu"nun yardımcılarından Nihat Matkap 24 Mayıs günü İskenderun"da partililerine yaptığı konuşmada, "Kamuoyu araştırmalarına göre yarın seçim olsa yine AKP dört seçmenden ikisinin oyunu alacak gibi görünüyor. Bu soruya cevap aramalıyız."  demiş..

Matkap, bu görüşlerini neye dayandırırsa dayandırsın, bir muhalefet partisi sözcüsü böyle konuşuyorsa, daha işin başında ringe havlu atmış demektir..

Öyleyken, ringe çıkmaya hazırlanan liderinin o iddia ve tafralarına ne demeli?

Daha geçen hafta, "bugünkü iktidar bizim iktidara gelmemiz için büyük avantajdır..  Çünkü o kadar beceriksizler.." diyen de, bizzat Kılıçdaroğlu değil miydi?

"Ben ne diyorum, tamburam ne söylüyor.."  kabilinden bir ilginç durum..

haksöz

Bu yazı toplam 1397 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar