Kâbe'yi Tavafsız Bırakan, Korona Virüs Değil; Kur'an'a Virüslü Bakıştır

KÂBE'Yİ TAVAFSIZ VE ÜMMETSİZ BIRAKAN, KORONA VİRÜS DEĞİL; KUR'AN'A VİRÜSLÜ BAKIŞTIR


Suud'un bedevi yöneticilerinin, Kâbe, bizim evimiz, Allah'ın değil diyerek istedikleri zaman umrecileri kabul etmeme haklarını kendilerinde görmeleri, istedikleri zaman tavafı yasaklama yetkilerini kendilerinde görmeleri, orasını babalarının çiftliği gibi algıladıkları gibi bir anlam çıkıyor görülenlerden. Aynen diğer tâğutların bu camiler, Allah'ın evi değil; bizim devlet dairemiz deyip içinde tevhidin gündeme gelmesini, şirk ve putların eleştirilmesini yasaklama hakkını kendilerinde görmesi gibi. Allah'ın "Evim" dediği ve tavaf için çağırdığı, İbrahim (a.s.)'dan bugüne çok istisna dışında gece gündüz hep çevresinde ibadet edilen, tavaf edilen mübarek mekâna müslümanlar sahip çıkamıyorlar, oraları işgalden kurtarma planları yapamıyorlar. Müslümanların çok daha önemli işleri var. Adem’e baba bulunacak, evlenecek kimsenin kiminle evleneceğini Allah bilir mi, onu tartışacaklar ve birbirleriyle bitmeyen savaşlara girişecekler. Kavga edecekler, iftira atacaklar, tekfir edecekler… Hâlbuki Müslümanlar, emin beldede bile bile özgür değiller, güven içinde değiller. Kur'an şöyle der: "Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir kıyâm, ayaklanma yeri kıldı." (5/Mâide, 97). Kıyam yeri, kıyım yerine dönüşebiliyor. Ayaklanma yeri, zillet içinde pasifize edilme yeri haline getiriliyor. Allah'ın Evi, Kralın evine dönüşüyor. Ben bu mahzun Kâbe'den, cemaatsiz, etrafı boş Kâbe'den inleme sesi duyuyorum. Kâbe, mümkün ki ağlıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Hiç böyle bir Kâbe resmine veya görüntüsüne şahit olmamıştım. Hayır, Bu Kâbe olamaz. Hayır, böyle bir Kâbe görüntüsüne müslümanlar seyirci kalamaz.
Bir tarafta dünyaya yayılma eğilimi gösteren korona virüs var, diğer tarafta çoğu insanın gönlünde virüs var. Biri dünyasını mahvediyor insanın, diğeri insanın dünyasını çirkinleştirmekle kalmıyor, âhiretini tümüyle mahvediyor.
Kur’an Kâbe’nin temiz tutulmasını istiyor: “…İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, i’tikâf yapanlar, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun." (2/Bakara, 125). Kâbe’nin nasıl temizleneceğini bilmek için Kur’an’ın pislik, temizlik ve hastalık konusundaki çizgisini bilmek gerekir. Kur’an, maddî pisliklerden ziyade mânevî pislikleri gündeme getirir. Zekât ve tezkiye bu mânevî temizliği, arınmayı ortaya koyan Kur’an kavramıdır. Kâbe’nin temizlenmesi konusu da maddî temizlik yanında esas mânevî temizliği içerir. “Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.” (9/Tevbe, 28). Türkiye’li tekfirciler, sahi umreye gittiklerinde Suudlu imamların arkasında namaz kılıyorlar mı acaba? Amerika’ya dua eden Kâbe imamları, dünyayı Amerika ağabeyimiz ile birlikte Suud olarak biz yönetiyoruz diyen Kâbe imamları, sahibinin sesi rolünü üstleniyorlar. Kaşıkçı’nın sapık katili Muhammed bin Selman’a da ne yakışıyor Kâbe’nin hizmeti… Şubat ayının son günlerinde hızını alamamış Kâbe’nin tavanına çıkmış. İnsanların tepesine çıkmaya alıştığından olacak, Kâbe’nin de tepesine çıkmış, halkın tepkisinden bahsetse de medya, Suud halkı, kral ve prense dil uzatacak, mümkün mü? Kral sarayı yetmiyor gibi Zamzam Towerla Kâbe’yi küçük düşürdüğü yetmiyor gibi, şimdi de Kâbe’yi ayaklar altında çiğneme zevki tatmış.
Bu insanlar Kâbe’yi koruyacak, temiz tutacak, müşrikleri Kâbe’ye yaklaştırmayacak. Öyle mi? Bakın Kâbe’nin cemaatinden koparılıp tavafsız bırakıldığı resimlere. Onlarca çıplak Kâbe resimlerinin hiçbirinde temizlik, dezenfekte çalışması yapan bir kişiye rastladınız mı? Bir temizlik, dezenfekte kaç ay sürer acaba, göreceğiz, belki hac zamanı da bitmeyecek. Müslümanlar, Mescid-i Aksâ’nın işgalini yadırgamıyor, Mescid-i Haram’ın işgalinin farkında bile değil. Mescid-i Haram’da her kattaki seccadelerin üzerinde kocaman Suud krallığını sembolize eden arma var. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar, Suud krallığının simgesinin üzerine secde ediyor, ettiriliyor. Allah’ın evinin, Kâbe’nin örtüsü üzerinde Kralın adı yazılıyor. Kutsal Kâbenin örtüsünde kral. Kapılarının bazılarının adları kralların adları. Peki, krallık hakkında Kur’an ne diyor: “Doğrusu, dedi: “Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ve perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler. İşte onlar böyle yaparlar.” (27/Neml, 34)
Kur’an’a göre esas önemli olan hastalık, kalplerde olan mânevî hastalıktır, inanç hastalığıdır. Münâfıkların kalplerinde hastalık (nifak ve haset hastalığı) vardır. Allah da onların bu hastalığını çoğaltmıştır (2/Bakara, 10). Kur’an açısından hastalığın en önemlisi, mânevî olduğu gibi; şifâ da, esas olarak mânevî alan için sözkonusudur. Onun dışındaki hastalıklar, nice hikmetlerle ilgili olarak peygamberlere de verilmiştir. Bu hastalıkların imtihan, günahlara keffâret, derecelerin arttırılması, sabır ve direnme gücü vererek insanı olgunlaştırması... gibi olumlu yönleri de vardır. Halbuki kalbî hastalıkların hiçbir olumlu yönü yoktur. Dolayısıyla korona virüs tehlikelidir, ondan korunalım; tamam da, esas manevî virüslerden korunalım, bunun tehlikesi, sadece dünya ile sınırlı değil çünkü. Mescid-i Haram, bilmiyorum ihtimal ki gram gram korona virüse karşı dezenfekte ediliyordur. İyi de, Mescid-i Haram, şirk virüsüne karşı, İslâm dışı ideolojilere karşı, Batı emperyalizmine karşı, dünyevileşmeye karşı hangi temizliği yapmış, ne tür bir dezenfekte kullanmıştır? Hani meşhurdur; birisi Suud’da şeriat var” deyince, cevap verilmiş: “Eğer Suud’da şeriat varsa, önce kralın elinin kesilmesi gerekir. En büyük hırsız o çünkü. Ümmetin parasını, yeraltı petrol zenginliklerini çalıyor çünkü.”

 

 

Şu anda umrede olan bir kardeşimiz, face’den şunları yazıyor: “Sözde "Kâbe açıldı" deniyor ama çok zor şartlarda içeri girebiliyoruz. Kâbe 'ye zaten yaklaştırmıyorlar bile. Önümüze de koskoca bir set çekilmiş. Kabe'yi göremiyoruz. Bunun sebebi corona mı yoksa İslam düşmanlığı mı? Varın siz düşünün!” (M. Satıcı). Kendisine temizlik yapılıyor, tedbir alınmasın mı?” diye soranlara şöyle cevap veriyor: “Burada müslümanları korumak için önlem alınmamış. Kabe'den uzaklaştırmak için önlem alınmış. Corona bahanedir eminim. Kâbe'nin önüne diyelim ki bu sebeple set çekildi. Peki, birinci ve ikinci katlara neden kocaman bir set çekilmiş (Kâbe'yi göremeyecek kadar)? Corona denen illet, gözle de mi bulaşıyor yoksa ?!” Evet, Kâbe’ye kara örtü yakışmamıştı bugünkü kadar. Korona denilen küçük, gözle görülmeyecek kadar minik bir virüs ile, Allah bizlere bir mesaj veriyor. Her şey Allah’ın askeri. O virüs de. Kaçış nereye? Kurtuluş nerede? Bir virüslük hayatımız var. Bir depremlik canımız var. Bir kasırga, bir tsunami bizi helâk edebilir. Teknolojiyi tanrılaştıranlar, haydi tanrınız durdursun bu İlâhî askerleri… Biz ne yaptık da Kâbemiz böyle boşaldı? Gönlümüz boşaldı da ondan mı acaba? Bedenimizde virüs olmayabilir, ama virüs gönlümüzde, kalbimizde, iç dünyamızda. Musibetler, virüsler, bizi uyandırmalı. Allah, bize virüsle kendimize getirmek istiyor. Hâlâ biz işin tartışmasındayız, esasında değiliz işin. Hikmeti kaybettiğimiz her halimizden belli.

Mü’minlerin kalbi Allah’ın evidir. Câmiler de Allah’ın evidir. Her müslüman, kalbinde Allah’ın evini taşır. Câmiler, kentin içindeki rûhânî merkezlerdir; dünyanın rûhâniyeti ise Kâbe’de odaklaşır. O Beytullah’tır. Önce, Mekke’yi mi kaybettik; yoksa kalplerimizi mi? Mekke, kalplerimizde imanî zaafımızın karanlığında mı kayboldu? Esas virüs Mekke’de mi, yoksa kalplerimizde mi? Temizlemeye nereden başlamalı, gönlümüzden mi, Mekke’den mi?

Herhalde önce kalplerimizdeki imanı kaybettik. Sonra mâbedlerimizi, câmilerimizi ve Mekke, bütün bunların toplamı olarak tıpkı câmilerimiz gibi fonksiyonunu kaybetti. Mahkûm hale geldi. Kalplerimiz, câmilerimiz ne halde ise Kâbe de o halde. Mekke, bizim aynamızdır; biz de Mekke’nin. Mekke, haksızlıklara, zulme ve sömürüye karşı bir kıyam yeri olması gerekirken (5/Mâide, 97), bir meskenet yuvasına döndürülmek, bir emin belde olması gerekirken kan ve gözyaşının yurdu haline getirilmek isteniyor!

Fâiz haramdır. Ve Mekke’de haccedebilmek için hür olmamız gerekli. Gerçekten müslümanlar bugünkü dünyada hür müdürler ve hacca gitmek için ödedikleri fâizin hesabını nasıl verecekler? İlk kıblemiz Kudüs’ün işgaline bile son verecek irâdeyi ortaya koyamayan bir Haccın temsil ettiği rûhânî atmosferin olgunluğundan ciddi olarak şüphe etmek gerekir. Haccın normal şartlarda rükûnları bellidir. İslâm’ın genel ilke ve prensipleri ışığında Haccı değerlendirdiğimizde birçok boşluklar bulunduğu görülecektir:

Bugün en basitinden kendisine hac farz olan birinin haccedebilmesi için Suudi polisinin o kişi hakkında iyi not vermesi gerekir. Sakalınızın tipi ya da nereden geldiğiniz, fikrî ve siyasî kanaatleriniz sizin haccetmenize engel teşkil edebilir. Allah indinde kusur olmasa da Suudi kralının memurları indinde suçsa yine de haccedemezsiniz. Onlar bizden olduklarını söyleyen ulu’l-emirler olarak, biz kabul etmesek bile üzerimizde hüküm sahibi olduklarını sanmaktadırlar.

Mekke de en az câmilerimiz kadar ruhundan soyutlanmıştır. Günümüzde hac, işin ilâhî ve istişârî yönü bir kenara bırakılıp sadece bir törene dönüştürülmüştür. Haccın anlam ve hikmeti bir kenara itilmiştir. Suud kralları sözde hâdimlikten bahsetseler de, vize uygulamaları ile, doğrudan doğruya mukaddes topraklar üzerinde egemenlik/hâkimiyet haklarını (olmayan haklarını) kullanmaktadırlar. Bu uygulama, Suudi krallığına mânevî bir meşrûiyet bandrolü olarak kullanılmak istenmektedir. Oysa bugün bunun mümkün olmadığını Suudi kralı ve meşhur veliaht prens dışında hemen herkes bilmektedir.

Müslümanların ibâdet edecekleri yere, bin bir güçlükle gitmesi, pasaport ve vize zorluklarına muhatap olması, harç ve toprakbastı gibi haraçlar alınması belirli yaştan sonra veya kota olarak belirlenen sayıdan fazla olan veya daha önceden bu görevi yapmış olan müslümanlara hac ibâdeti için müsaade edilmemesi, sadece uçakla ve lütfen izin verilmesi, hac paralarının aylar önce toplanarak bankaya faize yatırılması, hac organizesinin laik bir devlet kurumu olan Diyanet Vakfı’nın dışında yapılamaması, hac masraflarının en az iki misli fazla alınarak, hacıların sırtından bazı şahıs ve kurumların hortumculuk yapması... müslümanlarca kabul edilemez, din özgürlüğüyle bağdaşamaz. “Allah, Kâbe’yi, o Beyt-i Haramı (saygıya lâyık evi) insanlar için kıyâm (yeri) kıldı...” (5/Mâide, 97). Buna rağmen, bırakın kâfirlere karşı kıyamı ve bunun için hac zamanında her ülkeden gelen müslümanlarla istişâre ve strateji planlarını, Amerika ve İsrail’i kınayan bir yürüyüş ve sloganı bile silâhla durduran bir rejim, insanlara siyasî bir mesaj, İslâm’ın hayata hâkim olması doğrultusunda Mescid-i Haram’ın uygun bir yerinde 15-20 kişiden oluşan bir cemaate bile sesli bir şey anlattırmayan, vaaz ve nasihate müsâade etmeyen yaklaşım, işgal zihniyeti değil de nedir? Müslüman halk, o yüzden o ülke rejimine Suudi Amerika demektedir. İnsanlar için toplantı ve güven yeri kılınan Allah’ın evi (2/Bakara, 125); savaşmanın, kan dökmenin yasaklandığı emin yer (2/Bakara, 191); küfrün ve şirkin her çeşidine ve Allah’ın hâkimiyetini tanımayanlara karşı insanlar için bir kıyam merkezi kılınan Kâbe (5/Mâide, 97), bugün ne kadar güven ve emniyet yeridir, toplantı ve kıyam yeridir?

Kral, Kâbe’ye kuşbakışı bakacak şekilde Beytullah’tan yüksek saray inşâ edemez. Kâbe’yi küçücük hale getirecek Amerikanvari Zamzam Tower’lar inşa edemez. Mescid-i Haram’ın kapısına “Önce Allah, sonra vatan, sonra kral” yazdıramaz. Bu, Allah’la beraber başka şeyleri de bir araya getiren bir tür teslis (üçleme)dir. Hiçbir mescidde Allah’la beraber başka çağrılar yapılamaz (72/Cinn, 18). Kâfirlerle bile zorunlu haller dışında savaş yapılamayan emin beldede Amerika ve İsrâil’i protesto eden sloganlara yasak getirilmesi kabullenilemez. Mekke, özel konumundan dolayı, herhangi bir devletin ulusal egemenliği içinde herhangi bir şehir olarak değerlendirilemez. Orası, bütün dünya müslümanlarının ortak şehri ve malıdır. Orada tek bir devletin bayrağı dalgalandırılamaz; bir rejimin özel kanunlarına tâbi tutulamaz. Herhangi bir mescid ve ibâdet yerini îmar eden, hatta kendi arsasına, tümüyle şahsî bütçesinden inşâ ettiren bir kimse bile, o yeri şahsî malı gibi kullanamaz, bazılarını o mescide kabul etmeme hakkına sahip değildir (2/Bakara, 114).

Tüm müslümanların ibâdet edecekleri bir yerde, bir kimsenin sahiplik iddiası geçersizdir. Mekke ve hac organizasyonunun, Mekke ve Medine yönetiminin müslümanlardan oluşacak uluslararası bir kurulun denetimine ve idaresine verilmesi İslâm’ın ve müslümanların hakkıdır. İslâm Konferansı veya başka bir teşkilâtın bünyesinde teşekkül edecek bir kurul, âlimlerden oluşan bir heyet, her sene hac organizasyonunu üstlenir ve bunu uygular. Her ülkenin çıkardığı hacı adayı sayısına göre kurulda temsil edilecek delegeler hac boyunca sağlanan döviz gelirlerini de organizasyon masrafları olarak kullanabilirler; artan miktarı da o bölgelerin temizlik, nizam ve intizamına, onarımına harcarlar.

Çevremizde bulunan mescidlerimiz işgalden kurtulduğu gün, içinde tevhid ve şirk güncel boyutuyla anlatıldığı gün, Mescid-i Aksâ’mız da kurtulacak, Mescid-i Haram’ımız da, yani Kâbemiz de. Çevremizdeki mescidlerin kurtuluşu da Allah’ın evi olan gönüllerimizin işgalden kurtulması ile sağlanacaktır. Haydi, gönüllerimizi şirkten, isyandan, çirkinliklerden arındırmaya!

Bu yazı toplam 4066 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar