'Jön Türklük ve kemalizm hoşgörüyü bitirdi'

Slovenyalı solcı filozof Slavoj Zizek (Slavoy Jijek) diye okunur, Radikal gazetesine verdiği mülakatta çok önemli şeyler söyledi.

En önemlisi belki şu:

"İslam her zaman hoşgörülü bir din oldu; 18. ve 19. yy'da İstanbul'a gelen Avrupalı gezginler, buradaki dini hoşgörüden şaşkına dönmüşlerdi. İslam'ın ve özellikle de Osmanlı'nın özgün anlamıyla hoşgörüye sahip olmak anlamında çok gerilere giden bir tarihi var. Eğer çokkültürlülük konusunda bir şey öğrenmek istiyorsak, bu yüzden sizin tarihinize bakmamız gerektiğinin çok açık olduğunu söylüyorum. Şimdi ikinci meseleye geliyorum: Türkiye nasıl böyle hoşgörüsüz bir toplum haline geldi? 20. yüzyılın başında Avrupa'ya baktınız! Mustafa Kemal Atatürk ve Jön Türkler Batı'yı taklit edip modern bir ulus devlet olmayı istediklerinde, Türkiye hoşgörüsüzlükle tanıştı. Burada Ermenilere yapılanlardan da bahsediyorum..."

***

Bu vesile ile, bir daha:

Elhak, gayrimüslimlerin gayrimüslim olarak hayatiyetlerini sürdürme hakları bir 'dogma' olarak Osmanlı Devleti'nin güvencesi altındaydı. Osmanlı Devleti kimseye din dayatmadı. Dil bile dayatmadı. Osmanlı'nın yüzyıllar boyunca hüküm sürdüğü Kuzey Afrika'da, Ortadoğu'da, Güneydoğu Avrupa'da yerli halkların dilleri değiştirilmedi. Araplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Makedonlar, Sırplar, Romenler, Macarlar, Hırvatlar, Boşnaklar, Arnavutlar Türkçe konuşmazlar. Ama İngilizlerin, Fransızların, Portekizlilerin sadece 100 sene kaldıkları memleketlerde bile onların dilleri konuşulur.

Farklı din ve kültürlere saygı konusunda ders verecek medeniyet İslam medeniyeti, ders alması gereken medeniyet Batı medeniyetidir. Batı medeniyetinin İslam dünyasına öğrettikleri, her şeyden ırkçılık, etnik bozgunculuk, soykırımcılık, asimilasyonculuk ve 'ulus devlet'çilik olmuştur.

Esenlik içinde yaşadıkları Osmanlı ülkesini parçalamaya kalkışan Hıristiyan unsurlar da, onlara zulmeden Müslüman kadrolar yahut Müslüman evladı kadrolar da Batı'nın rahle-i tedrisinden geçmiştiler.

Osmanlı'nın son yıllarına tanık olan İngiliz diplomat-casus Aubrey Herbert der ki: "Osmanlı İmparatorluğu('nun) ... idare mekanizması baştan savmaydı ama bu mekanizma fazla zulüm yapmadan çalışıyordu. Yunan, Bulgar veya Sırp devletlerinden daha sabırlıydı... 1896'da Türk-Yunan savaşında İstanbul'daki Rumlara ait işyerlerinden bütün Rum kâtip ve işçiler Helen ideali için çarpışmaya gittiler ve geri döndüler. Onlara kimse bir şey yapmadı... Anadolu'da yaşayan Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbirlerini anlar; aralarında sevgi yoksa bile ilişkileri çok kötü değildir. İnançlar ve ırklar arasında her bir farklılığı şuurlu veya şuursuzca vurgulayan Avrupa'dır. Asya'daki zavallı Hıristiyan azınlığın başına gelen her felâketin bilerek veya bilmeyerek sorumlusu Avrupa'dır. (...) Türkçe konuşan, Hıristiyan dininin emrettiği ibadetleri Türkçe yapan Karamanlı Rumlar hallerinden hoşnut insanlardı. Fakat propaganda veya MEGALO İDEA diye bilinen Asya'nın yeniden fethi düşüncesi, Atinalıların huzursuzluğunu, sakin bir hayat süren Anadolu'daki kardeşlerine ulaştırdı. (...) Eski günlerde Ermenilere "Millet-i Sadık" denirdi... Türkiyenin ilerlemesinde ve gelişmesinde Ermeniler kendileri için iyi bir gelecek bulacakken, Avrupalılar tarafından ayartıldılar ve intihara sürüklendiler." (Aubrey Herbert, Ben Kendim - Osmanlı Ülkesine Son Seyahatler, Çev. Yılmaz Tezkan, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara 1999)

Ayrılıkçı Ermeni örgütlerine önce yakınlık gösteren, sonra da suçlu-masum ayrımı yapmadan bütün Ermenilerin üstüne yürüyen Jön Türkler(den bazıları) da ne yaptılarsa Batılılardan öğrendikleri gibi yaptılar. Sultan Abdülhamid'e karşı mücadelelerinde Ermenilerin desteğini alabilmek için onların etnik hassasiyetlerini kaşımaları nasıl Frenk tarzı bir siyaset idiyse, kurmaya çalıştıkları "ulus devlet"in selameti için Ermenilere –ve cumhuriyetin tek parti döneminde bütün gayrimüslim topluluklara- neredeyse topyekûn düşman muamelesi yapmaları da Frenk tarzı bir siyasetti. Batı medeniyetini benimseyen –ve benimsemeyenlere "mürteci" damgası vurup baskı uygulayan- kadroların dinî azınlıklara karşı işledikleri suçlar asla İslam medeniyetine mal edilemez.

Farklı dinlerin mensuplarına İslamiyet namına zulmedenler olmamış mıdır? Elbette olmuştur ve halen de vardır. Fakat, "öteki" ile münasebetlerde ana yolun Papa 2. Urbanus'tan beri zulüm yolu olduğu ve adalet yolunu tercih edenlerin hep marjinal kaldığı Batı'nın aksine, İslam dünyasında ana yol hep adalet yolu olmuş ve zulüm yoluna sapanlar marjinal kalmıştır. Yani Frenklerin "öteki" ile münasebetlerinde zulüm kaide, adalet istisna iken, Müslümanların "öteki" ile münasebetlerinde adalet kaide, zulüm istisnadır.


yenişafak

Bu yazı toplam 1388 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar