İstanbul Duvarlarında ‘Sigorta Şirketi’ Levhaları

İstanbul Duvarlarında ‘Sigorta Şirketi’ Levhaları

Binalar üzerine asılarak kalkan vazifesi gördüğüne iman ediliyorken artık hayatımızdan çekilmiş 'sigorta şirketi' kitabelerin, levhaların beraberinde neleri götürdüğü veya onun başka nelerin ardılı olarak içimizden çekildiğini bilmek gerekir.

Handan İnci hocanın geçenlerde ihtarının ardından Dergâh Yayınları’nın bastığı Ömer Seyfeddin hikâyelerini kitaplığımdaki tozlandıkları yerde buldum ve dördüncü cildin başlarındaki Gizli Mabet’in ilgili bölümüne yine göz gezdirdim.

Mezbur hikâyenin ana kahramanı, “azgın bir ‘Şark’ meftunu” diye tanımladığı genç bir Frenk’le tanışmıştır. Yerinde duramayan ve İstanbul’un virane mahalleleri ile fersude manzaralarına meftun bu genç Frenk, hikâyenin kahramanı ona İstanbul’un yıkık mahallerini gezdirdikçe şahit olduğu salaş görüntülerle keyiften dört köşe olmakta ve “oh, ne manzara, ne manzara!” diyerek zevk nöbetleri geçirmektedir.

Başlarda Pierre Loti’nin görüp tasvir ettiklerine şahit olmak için hevesleniyorduysa da Karagümrük civarındaki “yıkık çeşmelerin, eğrilmiş duvarların huzurunda deli gibi çırpınan” bu heyecanlı adam biraz dolaşmanın ardından Jacques Casanova’nın da Pierre Loti’nin de gördüklerinin gerçek Şark olmadığını, “konaklarla yalıların selamlık dairelerinde birer kahve içmekle” Şark’ı gördük sananların yanıldıklarını, gerçek Şark’ı kendisinin gördüğünü söyler.

Dahası, o gün yaşayan Türkler’in de Avrupa hayranı olmaları itibariyle üzerinde oturdukları hazine sandığının farkına varmadıklarını iddia etmekte, her ayrıntıya mübalağalı bir hayranlıkla yaklaşmaktadır. Hikâyenin kahramanı, bu meraklı gencin şaşkınlığını evlerin üzerinde gördüğü “maşallah” levhalarını millî sigorta şirketinin amblemi sanan başka bir Frenk ile kıyaslamaktadır. Bu ayrıntı oldukça mühimdir ve Frenkler’in bakışıyla olduğu kadar, meşhur hikâyenin bağlamıyla ilgili de ipuçları taşır.

Kudemayı hatırlatan hemen her şey gibi bunlar için de kırmızı alarm çalıyor

Ömer Seyfeddin’in hikâyesinde de telmih edilen o başka Frenk, meşhur anlatıya göre Fuat Paşa’nın İstanbul’u gezdirdiği İngiliz sigorta şirketi mesullerinden biridir. Bu sigorta şirketi yetkilisi, gezintileri esnasında şehrin binaları üzerinde sıklıkla gördüğü “yâ Hâfız” levhalarının ne olduğunu Fuat Paşa’ya sormuş, paşa da nüktedanlığı üzerinde olsa gerek ki manidar bir cevapla onların “Osmanlı sigorta şirketinin tabelaları” olduğunu söylemiştir.

Bu ‘sigorta şirketi’ tabelalarına şimdilerde neden ihtiyacımız olmadığı meselenin ayrı boyutu; ama binalar üzerine asılarak kalkan vazifesi gördüğüne iman ediliyorken artık hayatımızdan çekilmiş bu müthiş ayrıntının beraberinde neleri götürdüğü veya onun başka nelerin ardılı olarak içimizden çekildiğini bilmek gerekir.

Elbette eskiden -belki yakın zamanlara kadar- çok daha fazla sayıdaydılar ama İstanbul’da şimdilerde bu güzel levhalar-oymalardan elinizi atsanız ellisine değemiyorsunuz. Tarihî bölgelerde gezinmeniz ve bazen birkaç taneye tesadüf edebilmek için umduğunuzdan da fazla dolaşmanız gerekiyor. Yani kudemayı hatırlatan hemen her şey gibi bunlar için de kırmızı alarm çalıyor.

İstanbul’un bina duvarlarından derlediğimiz ve en bilinenlerinden maada birkaç versiyonu olan sigorta levhalarının birkaç çeşidine göz atalım:

1- En çok bilineni maşallah (mâşâallâh) cümlesidir. Nazar değmesin diye, bir işin güzelliğine hayran kalındığında, insanın kudretini kendinden bilmemesini ifade için Müslüman ahlakının dile pelesenk ettiği veciz bir cümledir. “Allah ne dilerse olur” anlamına gelir.

Bu manzara Beylizade Ahmed Raşid Efendi’nin 1777’de Rumeli Hisarı’ndaki Hacı Kemalettin Camii’nin avlusuna yaptırdığı çeşmenin alnından.

 

2- “Mâşâallâh”ı diğerlerine oranla sık görebiliriz ama onun da kendi içinde seyrek görülebilen versiyonu var: “Mâşâallâhu kâne ve mâ lem yeşe’ lem yekün.” (Allah ne dilerse olur, dilemediği hiçbir şey olmaz.) Bu cümlenin aynı zamanda hadis-i şerif olduğunu kaydedelim. (Sünen-i Ebi Davud, 5075)

Eminönü-Yeni Cami Caddesi’nde dondurmalı irmik helvasıyla meşhur Hacı Şeriftatlıcısının (19 numara) dar binasının ikinci kat penceresi üzerindeki bu levha miladî karşılığı 1871’e denk gelen bir buçuk asırlık harika bir tarih numunesi.

 

3- Bahçekapı’daki Hamidiye Caddesi üzerinde, Mimar Kemaleddin Bey’in elinden çıkmış Vakıf Han’ın (şimdi Legacy Ottoman Otel) yanındaki Agopyan Han girişinde görülecekler 1921 tarihli kapı üzeri yazısından ibaret değil. Bir de çatı hizasında hicrî takvimle 1921’i işaret eden 1340 tarihli “yâ Mâlike’l-mülk” yazısı bulunur (“yâ Mâlikü’l-mülk” şeklinde okunmaz).

“Yâ Mâlike’l-mülk”, Allah’ın en güzel isimlerinin toplandığı 99 addan oluşan listedendir, “ey mülkün sahibi” anlamına gelir. Bu ibare de yapılan eserlerde ortaya konulan çalışmanın gerçek sahibi olunmadığını itiraf için zikredilen ifadelerdendir.

 

4- Başka bir “yâ Mâlike’l-mülk” levhası da Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa Camii avlusunda, 5 numaralı küçük bina üzerindedir. (H. 1297 yani 1879 tarihlidir.)

Dışı kaplama olduğundan yeni yetme zannedilebilecek bu küçük bina, Âlim Kahraman’ın “Tanıdığım Orhan Okay” kitabından öğrendiğimize göre 1952’de “sudan bir mahkeme kararıyla” kapatılan Türk Milliyetçiler Derneği’nin, Milliyetçiler Derneği adıyla tekrar açıldığı idare yeriymiş. Okay, “o zaman tek katlı, 3x3 ebadında bir mekândı” diyor. Nurettin TopçuMehmet KaplanMümtaz Turhan ve Cahit Tanyol da burada konuşurlarmış. Ön yüzünde eski rakamlarla 1927 tarihi yazılı.

 

5- Yâ Hâfız” da Esmaü’l-Hüsna’dan ve nispeten sık görülenlerdendir. “Ey koruyup kollayan” anlamına gelir.

Macar Kardeşler Caddesi’nin başındaki bu güzel işçilikleri olan saçak üzerine düşülmüş bir tarih yok fakat binayla (6 numara) birlikte geçen yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendiğini tahmin edebiliriz.

 

6- Bu örnek genel itibarla “yâ Hâfız” levhasıyla karıştırılır ancak burada “yâ Hâfız” yazmıyor.

Esmaü’l-Hüsna’da h-f-z kökünden gelen iki benzer isimden olan “yâ Hafîz”, kendisiyle karıştırılan diğer isimden bir â uzatması farkıyla ayrılıyor: Diğeri elifle uzatılırken burada fe’den sonra ye geliyor: Yâ Hafîz. El-Mucemu’l-Vasît’e göre bu iki fail kalıbının kalıp farklılıklarının haricinde, aralarında anlam olarak bir fark yok.

Dikkatli bakılmazsa karıştırılması -hele bu levhaların bina çatısına yakın yere asıldıkları göz önünde tutulursa- o derece işten değil ki İsmail Kara hocanın “Biraz Yakın Tarih Biraz Uzak Hurafe” kitabında bile Laleli’deki Harikzedegân apartmanları üzerindeki yazı iki ayrı sayfada (36, 164; Şubat 2017 baskısı) sehven “yâ Hâfız” olarak kaydedilmiş.

Mimar Kemaleddin’in 1918’de Fatih bölgesini kavuran yangınlardan sonra apartman olarak inşa ettiği fakat günümüzde otel olan bu blokların tepesinde iki adet “yâ Hafîz” yer alıyor.

 

7- Bahçekapı’daki Mimar Vedat Sokağı, Sultan I. Abdülhamid’in türbesinin ve Mimar Kemaleddin eseri Vakıf Han binalarının karşısında bulunuyor. 1912 tarihinde bitirilen beş katlı Erzurum Han da bu sokaktaki yapılardan biri.

Girişte iki alfabeyle bina adının yazıldığı mermer oymalardan başka bir de üst-iç kısımda yapıyı koruyacak olana dua makamında niyaz edilerek kazınmış yaldızlı kelimeler görülüyor: “El-Hafîzu celle celâlühü.”

 

8- Nadir rastlanan bir başka yazı ise Türkçe “Allah’ın dediği olur” istifi. Bu örneğe şimdiye kadar bir elin parmakları sayısınca tesadüf ettiğimi hatırlamıyorum ancak diğer levha ve oymalar niçin konuluyorsa bu da bina dışına aynı sebepten koyuluyor: İnşaat yapılıp onca mefruşatın bin bir zahmetle alınıp yerleştirilmesinin ardından yine de takdirin Allah’a ait olduğu teslimiyeti sergileniyor.

Fotoğraf FatihBeyceğiz Mahallesi’nden.

9- Yeni Cami Caddesi’nde, giriş katı Nurol giyim mağazası olarak işletilen iki katlı yapı da sanıldığından eski görünüyor: Çatıya yakın, pencere üzerine yerleştirilen ve içinde “Eûzü bi kelimâtillâhi’t-tâmmâti min şerri mâ halak” yazısı istiflenmiş beyzî madalyonun tarihi 1292/1875.

Bu dua, “yarattığı şeylerin şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım” manasına geliyor ve dilde tekrarının yanı sıra binalarda kullanılması yine Ebu Davud’daki bir hadis-i şeriften dolayıdır. Akrep ısırığından muzdarip biri huzuruna getirildiğinde Resûl-i Ekremşöyle buyurmuş: “Eğer bu zat, yarattığı şeylerin şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım, deseydi sokulmazdı.”

 

10- Cağaloğlu-Çatal Çeşme Sokak’taki şimdi Cinius Yayınları ve Sosyal Yayınlar’ın dağıtım noktası olarak kullanılan (önceleri satış da yapılırdı), girişindeki bir tabelaya göre Mahmut Feridun Öz Vakfı’nın malı olan binanın Cağaloğlu Lisesi’ne bakan yüzünde köşeli çerçeve içinde madalyona yerleştirilmiş 1295/1878 tarihli bir yazı okunuyor: “Fallâhu hayrun hâfizan. Ve hüve erhamü’r-râhimîn.” (Allah en hayırlı koruyucudur ve o, merhamet edenlerin en merhametlisidir.)

Yusuf suresinin 64. ayetinde geçen bu metin, taşıt duası olarak zikredilegeldiği gibi binaları kem gözlerden ve afetlerden korumak için dahi kullanılmış.

 

Sadullah Yıldız

dünyabizim