Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

İran"da neler olduğunu anlamak için, son 30-35 yılı da anlamak gerekiyor

İran"da neler olduğunu anlamak için, son 30-35 yılı da anlamak gerekiyor

 

Bugünlerde, özellikle son 4-5 aydır, İran"da derin bir yönetim krizi yaşandığı artık gizlenemez bir noktada.. İİC sisteminin birçok temel kurumları ile Cumhurbaşkanı Mahmûd Ahmedînejad arasında cereyan ediyor gibi gözüken; gerçekte ise, İslam İnqılabı Rehberliği ile Cumhurbaşkanlığı arasında cereyan ettiği bilinen bu derin buhranda her ne kadar, Ahmedînejad, dikkatle gözlerden uzak tutulsa ve daha çok da, onu, (dünürü ve de) Cumhurbaşkanlığı Musteşarı denilebilecek bir makamda bulunan İsfendiyar Rahîm Meşaî liderliğindeki bir "itiqadî sapkınlık / "inhiraf-ı aqîdetî.." cereyanından söz edilse bile, bu açıklamalar durumu izaha yetmiyor olmalı ki, "Ahmedînejad"dan vazgeçmenin, Rehberlik makamını ve İİC"yi zaafa uğratmak mânasına gelmiyeceği", eskiden Ahmedînejad"ın, şimdiyse Rehberlik Makamı"nın yanında yer alan seçkin siyasetçiler eliyle açıkça dile getirilmeye başlandı, artık..

Hattâ, İnqılab Rehberi"nin son zamanlara kadar İslam İnqılabı Muhafızlar Ordusu /Pasdârân"daki temsilcisi Huccetulislam Zunnûr, 27 Haziran günü medyaya yansıyan açıklamasında, "Ahmedînejad"ın âkıbetinin de Benî Sadr gibi azledilmek olacağına dair ihtimalleri imkan dışı görmediğini; böyle bir şeyi temenni etmese bile, gelişmelerin bu yönde ilerlediğini"  belirtti..

Kezâ, daha birkaç ay öncesine kadar, Ahmedînejad"ı yönlendiren en büyük üstadı olarak bilinen Misbah Yezdî isimli âyetullah bile, bugünlerde, "İİC"nin, geçmişte yaşanan fitnelerden daha çetiniyle karşı karşıya gelineceğini gözönüne almalıyız.." demekte ve Ahmedînejad"ın etrafında şekillenen büyük tehlikeye işaretler etmekte...

*

İran"da bugün neler olduğu konularına girmeden önce, İslam İnqılabı tarihin içinde çok önemli bir yeri olan ve 28 Haziran tarihine rastlayan bir büyük hadiseye, faciaya; 30 yıl önce bugünlerde neler olduğuna ve gerçek bir inqılabın "çikolata devrimi"  zannedilmeyip, getirdiği zorlukları kabullenecek bir irade istediğine de değinmek gerekiyor.

22 Eylûl 1980 günü başlayıp, en kanlı şekliyle devam eden İran- Irak Savaşı"nın henüz 9"ncu ayında, Saddam Irakı ordularının ilerlemesi durdurulmuş olsa bile, ülke topraklarından atılamadığı ve bu savaşın en tahribkâr merhalelerinin yaşandığı ve üstelik de, İnqılab yönetiminin içinde ortaya çıkan derin çatlakların bütün çabalara rağmen giderilememesi dolayısiyle Cumhurbaşkanı Ebu-l"Hasan Benî Sadr"ın o makamdan azledilmesinin İslamî Şûrâ  Meclisi"nce İmam Khomeynî"ye teklif edilmesi üzerine, İmam"ın da Benî Sadr"ı azlettiği ve Benî Sadr"ın kayıblara karıştığı ve sonra da Hava Kuvvetleri"ne aid bir savaş uçağıyla ve çarşaflı bir kadın görünümünde, yurt dışına kaçırıldığının daha sonra anlaşıldığı oldukça buhranlı bir dönemde..

Evet, o kadar buhranlı bir dönemde   28 Haziran 1981 günü, İran yeni bir güne uyanırken, İslam İnqılabı tarihinin bir yeni dönüm noktası da başlıyordu..

Sabahın erken saatlerinde radyo-televizyonlarını açanlar, uzuun uzuuuun, Kur"an okunmakta olduğunu görünce, çok büyük çaplı bir şeylerin olduğunu düşünüyorlardı ve hattâ "Acaba İmam"ın sağlığı konusunda bir sıkıntı mı var?" diye düşünüyorlardı da, öyle büyük bir patlamayla, inqılabın en seçkin hizmetçilerinin bir anda hayattan çekilebileceği akıllarının kenarından geçmiyordu.. Ve Kur"an okunması sonunda, yapılan açıklamada şehîd olanların isimleri meyanında, ilk isim olarak Beheştî"nin adı zikredildiğinde..

Halk kitlelerinin ne kadar derinden yaralandığını kalemle anlatabilmek çok zordur.. Çünkü, o, İslam İnqılabı"nın -denilebilir ki- en büyük mütefekkir beyinlerinden ve halk kitlelerinin  derin itimadına mazhar olmak açısından da emsalsiz bir noktada idi..

Evet, o gece, (İran"da kullanılan  365 günlük Güneş Yılı"nı esas Şemsî/ Hicrî takvim 7 Tirmâh 1360 tarihinde) Hizb-i  Cumhûrî-i İslamî merkezi"nde tertib olunan bir toplantı esnasında patlatılan bir bomba ile, İnqılab"ın İmam Khomeynî"den sonraki en güçlü ve karizmatik isimlerinden birisi sayılan Âyetullah Muhammed Huseynî-i Beheştî ile, seçkin inqılabçı şahsiyetlerden Muhammed Muntezerî (ki, inqılabın en önde gelen isimlerinden ve sonraları azledilip, geçen sene vefat eden -merhûm- Âyetullah Huseyn Ali  Muntezerî"nin oğlu idi..) başta olmak üzere;  8 Bakan, 15 Bakan Yardımcısı, 27 m.vekili ve diğer seçkin şahsiyetlerden 72 kişi can veriyordu.. (O bombayı koyan kişinin, o merkezde, kendisini inqılaba bağlı bir genç gibi gösteren ve toplantı salonunun elektronik sistemini tanzim etmekte yetkili birisi olarak bilinen Külahî isimli bir genç olduğu, o hıyanet ve cinayetinden sonra  ülke dışına kaçıp, B. Amerika"ya sığındığı daha sonra anlaşılmıştı..)

Kerbelâ Çölü"nde 13 asır önce, Benî Umeyye Sultanı Yezid bin Muaviye  güçlerince, Hz. Huseyn ve bir avuç yârânından katledilerinden sayısı da 72 kişi olduğundan; İİC tarihinde özel bir yeri olan bu büyük facianın, "İnqılabın Kerbelâsı" olarak ve Hz. Huseyn"in Seyyid"uş-Şuhedâ (Şehidlerin Efendisi) olarak anılmasından ilham alınarak; Beheştî"ninde artık, "Seyyid-uş"Şuhedâ"yı İnqılab-ı İslamî" (İslam İnqılabı şehidlerinin efendisi), ya da, / Sâlâr-ı Şehidân/ Şehidlerin başkomutanı) gibi nitelemelerle anıldığını belirtelim..

O günlerin nasıl buhranlı olduğunun daha iyi gözönüne getirilebilmesi için, Saddam"ın savaş makinasının korkunç şekilde onbinleri yuttuğu savaşta uğranılan insan kayıblarının bütün hızıyla devam ettiğini ve içerde de, hemen hergün, inqılabın bir seçkin yöneticisinin suikasdle can verdiğini ve aynı şekilde, Beheştî"lerin katledilmesinden iki gün önce,  (İnqılab"ın şimdiki rehberi olan  ve o günlerde de inqılabın en seçkin isimlerinden Seyyid Ali Khameneî"nin deTahran"daki bir mescidde konuşma yaparken, bir teyp içine yerleştirilen bombanın patlamasıyla ağır şekilde yaralanıp komaya girdiğini ve Beheştî"lerin katledildiği o büyük faciadan, ancak bir ay kadar sonralarda haberdar olabildiğini hatırlayabiliriz..

İnqılab"ın en seçkin isimlerinden olan o günlerdeki Meclis Başkanı Hâşimî Refsencanî ise, o günlerde, Doğu İran"da Kerman şehrinde tedkiklerde bulunuyordu..

İmam Khomeynî"nin oğlu Ahmed ile  Başbakan Muhammed Ali Recaî de o toplantıyı, patlamadan kısa süre önce ile terketmişlerdi. (Muhammed Ali Recaî, Temmuz-81"de yapılan yeni bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Benî Sadr"ın yerine Cumhurbaşkanlığı"na getirilecek, ama, iki ay sonra, Başbakanlık binasındaki bir toplantı sırasında meydana gelen bir diğer patlamada, -başta Başbakan Muhammed Cevad Bâhuner olmak üzere- en üst dereceli 13 kişiyle birlikte tanınmayacak derecede yanarak can verecekti.. Başbakanlık"daki bu bombayı ise, Yüksek Güvenlik Kurulu"nun Genel Sekreterliği"ne kadar getirilen C. Keşmirî isimli bir kişinin koyduğu; bu kişinin bombayı koyduktan hemen sonra, önceden hazırlanmış uçakla ve bir resmî vazife gereği diye ülke dışına çıktığı ve Amerika"ya kaçtığı, aradan iki ay kadar sonra anlaşılacaktı. Halbuki o zamana kadar, bu kişi de şehidler arasında sanılıyordu.)

Cebhelerden hergün binlerce cenaze ve yaralı geliyor; özellikle de "Mojahedeen-e Khalq" /(Halkın Mucahidleri) ismi taşıyan, ama, halkın dilinde "Monapheqeen-e Khalq (Halkın Munafıkları) ismiyle anılan, oldukça etkin ve yaygın bir terör örgütünün gerçekleştirdiği bombalı saldırılarla, suikasdlerle, İslam İnkılabı Hareketi"nin en seçkin isimlerinden niceleri, dünyadan ayrılıyorlardı..

*

"Bizi ölümlerle yokedemezler; ama, biz adaletsizlik yaparsak, işte o zaman mahvoluruz.."

İslamî hedefleri doğrultusunda bir büyük inqılab gerçekleştirmiş olan müslüman halk kitleleri ise, tahammülü çetin olan bütün bu boğucu gelişmeleri, yüzbinlerin, milyonların hançeresinden yükselen, "Huseyn- Huseyn, şiâr-ı mâ, / Şehadet iftihar-ı mâ..." (Huseyn bizim şiarımız, şehidlik iftiharımız"  feryadlarıyla, atıldıkları bu çetin mücadele uğruna, sadece maddî açıdan değil, insan hayatı bakımından da büyük kayıblar vereceklerini taa baştan kabullenmişcesine sabırla karşılayabiliyorlardı..

Ama, Beheştî ve arkadaşlarının bir anda inqılab"ın hizmetinden çekilmiş olması hasebiyle, inqılabçı müslüman kitlelerin acısı her türlü tasavvurun ötesindeydi..

İmam Khomeynî, onu anlatmak için, "Beheştî yek millet bûd/ Beheştî bir millet idi.." demişti ve bu özlü cümle, belki de, onu anlatmak için söylenebilecek en vecîz ifadeydi..

Nitekim, Beheştî ve arkadaşlarının şehîd olduğu haberi bütün Tahran"ı ve bütün İran"ı kısa zamanda derinden sarsıyor ve İnqılab"ın en seçkin yönetici kadrosunu büyük çapta safdışı edebilecek kadar büyük bir eylem gerçekleştirmiş olan terör örgütü,  daha ileri bir adım atamıyor, Tahran ve bütün yerleşim birimlerinde meydanları, caddeleri dolduran ve hınçlarını frenlemekte zorlanan milyonların hışmıyla karşı karşıya kalacaklarının korkusu içinde  gizlenmek gereğini duyuyorlardı..

İnsanlar, sabahın erken saatlerinde, kitleler halinde, Tahran"ın her yanından, "Allah"u Ekber!" ve "Beheştî-Beheştî, bâ khûn-i khod nuvişti: İstiklal- Âzâdî- Cumhûrî-i İslamî.. / Beheştî-Beşehtî, kendi kanınla yazdın.. İstiklal- Âzâdî, Cumhûrî-i İslamî"  nidâlarıyla,  caddelere dökülüyorlar, birbirlerini tanımayan insanlar birbirlerine başsağlığı dileyerek aynı duygu potasında eriyip bütünleşiyorlardı. O sırada inqılabçı gençler genel olarak, "Bu büyük facia karşısında, İmam, konuşma yapmak için ekranda gözüktüğünde gözyaşı dökmemeli, metanetini korumalıdır.." diye düşünüyorlardı..

Çünkü, İmam"ın ağlaması, halkın direncini kırabilirdi..

Ve nihayet İmam ekranlarda gözüktü.. Son derece sâkindi..

Yüzünde hüzün bile okunmuyordu, neredeyse..

"Şehadeti saadet bilen bir kimse için yenilgi yoktur.." ve "Bizi öldürmelerle yokedemezler.. Bizde Beheştî"ler çoktur.." diyordu..

Gerçi, İmam da biliyordu ki, İnqılab"ın Beheştî gibi isimleri pek o kadar yoktu, ama, o anda, bir zaafiyet göstermemesi gerektiğinden öyle söylüyordu..

İmam Khomeynî, o hassas anda, yaptığı konuşmada, "Bu öldürmeler bize tesir etmez, ama, bu gibi cinayetlerden infiale kapılıp da, muhalif unsurlara baskı ve zulüm yapmaya kalkışanlar olursa, bizi işte o mahveder.. Bu sebeble, herkes, her nerede olursa olsun, muhalif bilinen kimselere asla bir baskı ve zulüm uygulamamalıdır.." diyordu..

O derin buhran döneminde, İmam"ın kendisinden ülkede "sıkıyönetim ilan etmesi"ni  isteyenlere verdiği cevab da ilginçtir.. İslam İnqılabı"nın gerçekleşmesinde 79 yaşında olan ve o zamana kadar hiçbir yönetim sorumluluğu üstlenmemiş olan İmam Khomeynî"nin, sıkıyönetim ilan edilmesi yönündeki taleblere, "Sıkıyönetim (hükûmet-i nizâmî/ askerî yönetim) niçin? Sıkıyönetim, bir toplumdaki azlık unsarların, büyük kitleleri baskı altına alabilmek için başvurdukları bir yöntemdir.. Meğer biz azlık mıyız ki, sıkıyönetim ilan edelim? Biz halkız ve büyük kitleyiz, kendi kendimizi mi baskı altına alacağız?"  karşılığını vermesi, üzerinde durulması, düşünülmesi gereken önemli mânalar içeriyor..

Ve iki gün sonra, Beheştî ve 72 arkadaşının cenazeleri, İslamî Şûrâ Meclisi binasının önünde yapılan ve milyonların katıldığı ve cebhelerden, savaşçıları temsilen gelenlerin yürek parçalayan mersiyeleri/ ağıtlarıyla, Tahran"ın ünlü Beheşt-i Zehra Mezarlığına doğru yola çıkarılıyordu..

İslamî Şûrâ Meclisi"nin cebhesinden asılan kocaman bir flamada, bu cenazeler için yazılan bir ibare, belki de herşeyi en çarpıcı şekilde anlatıyordu:

"Anha, ezân-ı aşq râ khondend, ez minâre-i khûn.."/ Onlar, kan minaresinden, aşq ezânını okudular.."

Evet, galiba o çetin mücadeleyi anlatmak için bundan daha güzel bir ifade bulunamazdı.. Onlar aşq ezânını kan minaresinden okumuşlardı..

*

Şehid"in asıl iktidarını, kanıyla sergilediğinin bir çarpıcı örneği..

İslâm İnqılabı tarihinde "Heft-i Tîr (7 Tir) Faciası" olarak anılan bu hadisenin evet, büyük kayıpları oldu.. Herşeyden önce Beheştî başta olmak üzere, 72 seçkin insan, inqılab"ın hizmetinden çekildiler.. İnqılabçı kitleler onların üstün hizmetlerinden mahrum kaldılar.. Ama, konuşmalarında sık sık, "Şehid verdik demeyelim, şehid kazandık diyelim..Çünkü, şehid verdik deyince bunda bir hayıflanma vardır. Halbuki şehid kazanmakla, şehidin kanı, daha bir büyük rol oynuyor, tuplumun rûhunda.." diyen merhûm Beheştî", bu sözünü ve arkadaşları, bu sözü doğruladı ve onların kanı, belki de, hayatta oldukları zamandan daha fazla hizmet etti İslam İnqılabı"na ve İnqılab hareketini daha bir perçinledi; o mazlûm kanları boşa gitmedi, tarihî misyonunu tahminleri aşan bir şekilde yerine getirdi.. Şehîd"in dünyadan giderken, iktidarını kanıyla daha bir perçinlediği bir daha gösterilmiş oldu.

*

Beheştî, müslüman"ın uyanık şuûrunun çağımızdaki büyük örneklerinden birisi idi..

İslam İnqılabı olduktan kısa süre sonra, hazırlanan İslam Cumhûriyeti Anayasası"nın baş mimarı olarak biliniyordu.. Ve anlaşılıyordu ki, o, bir İnqılab"ın gerçekleşip gerçekleşmiyeceğine dair hiçbir öngörü olmadığı zamanlarda bile, birgün takdir-i ilahî ile, İnqılab nasîb olursa; hazırlıksız yakalanmamak için önceden hazırlığını yapmıştı..

(İslam İnqılabı"nın şimdiki rehberi Âyetullah Seyyid Ali Khameneî"nin kardeşi Âyetullah Muhammed Khameneî, bir ay kadar önce yayınlanan bir mülâkatta, "İslam Cumhuriyeti Anayasası metnini, kendisi hukukçu olması hasebiyle, büyük çapta kendisinin kaleme aldığını ve çok küçük değişikliklerle kabul edildiğini"  belirtirken, bu arada, Velayet-i Faqîh kavramına, anlayışına Beheştî"nin de karşı olduğunu düşündüğünü (!?) belirtiyor ve o konuda daha çok, -her ne kadar sonraki bir çok yaklaşımlarından rahatsız olsak da, Âyetullah Muntezerî"nin büyük desteğini gördük." diyordu.. Bu iddia, yazık ki, İran medyasında pek tartışılmadı..)

Filistin Mes"elesi"ni İran müslümanlarına tanıtan, o bu mes"eleyle yakından ilgilenmeyi itiqadî bir sorumluluk olarak kabul ettiren isimlerden birisi de Beheştî idi.. Filistin halkı büyük çapta sünnî müslümanlardan oluştuğu için, büyük ekseriyeti şiî müslümanlardan oluşan İran"da, İslam İnqılabı öncesinde, kitlelerin ilgisini pek çekmiyordu.. Beheştî bu konuyu, İran müslümanlarının da temel mes"elesi olarak kabul ettirmişti, İnqılab öncesindeki faaliyetleri sırasında.. Ama, bu yüzden, ona, sünnî olduğu suçlaması bile yapılabildiğini, Cumhûrî-i İslamî gazetesi, bir yazı dizisinde, yıllarca önce açıklamıştı..

O, İmam Khomeynî"nin, görüşlerine en çok itibar ettiği kişilerin başında geliyordu..  O da, doğru olduğuna inandığı konularda, İmam"a karşı da kesin kararlı bir tavır takınabiliyor ve hattâ, Benî Sadr"ın problemler oluşturmaya başladığı sırada, Yargı Gücü"nün Başkanı olarak, İmam"a yazdığı bir mektubunda, "Ey İmam! Bizim Benî Sadr"ın ideolojik açıdan sağlıklı bulmadığımız görüşlerine rağmen, siz, eğer Benî Sadr ile devam edebileceğinize inanıyorsanız, ben ve arkadaşlarım, kenara çekilmeye ve gidip Qum medreselerinde talebeliğimizi sürdürmeye hazırız.." diyordu..

 *

30 yılı aşkın bir mücadeleden sonra bugün gelinen nokta..

Merhûm Beheştî ve arkadaşlarının dünyamızdan ayrılışlarının 30. yılında, onları bir daha rahmetle andıktan sonra..

Gelelim, bugüne..

Sözün başında, bugün, İİC"de iç siyaset açısından epeyce bir sıkıntı olduğunun  gözlendiğini dile getirmiştik..

Bu hususta yazmak, gönüle girân geliyor.. Çünkü, ne yüksek hedefler ve ne güzel ideallerle yola çıkanların ve ne çetin mücadeleler vererek yol almaya çalıştığı bir büyük İnqılab Hareketi"nin, sonunda, başka  siyasî düzenlerde örnekleri pek çok görülen basit entrikaların tezgahlandığı bir duruma gelmiş olması, ancak elem vericidir..

(Başlangıçta İslam İnqılabı"na destek vermiş olmakla birlikte, şimdi, siyasî açıdan mevcud uygulama ile problemleri olan ve merhûm Mehdî Bazergan"ın çizgisinde hareket eden ve amma yine İslamî  bir hassasiyetle çözüm yolu arayanların katıldığı bir toplantıdaydım, geçen hafta.. Orada, birçok konuşmalar oldu.. Ve o toplantıda beklemediğim bir isim de çıkıverdi karşıma.. Yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı ve ideallerinin ütopyaya dönmüşlüğünün karamsarlığı yüzüne vuruyordu, âdeta.. Karşısında "fakir"i ve temeldeki düşüncelerimin değişmediğini görünce, "O, hâlâ inqılabçı çizgide; ben ise, bugün, bu diyarlarda hayat hakkı arıyorum.." demek zorunda kalmıştı..

O gibi temiz ve samimî insanların, nereden nereye, nasıl gelebildiklerini anlamakta zorlanıyor insan.. Bu gibi durumlar sadece basit suçlamalarla geçiştirilemez..)

*

Bu noktaya falan-filanın hatası yüzünden gelindi denilmesi, mes"eleyi anlamamaya götürebilir kişiyi.. Sadece, "Ahmedînejad, Mîr Huseyn Musevî, Mehdî Kerrubî, Muhammed Khâtemî  veya Refsencanî hatalıdır.." denilmesi mes"eleyi basit polemiklerin girdabına sürüklemekten başka bir netice de ortaya çıkarmaz.

"Veli-yy"i Faqîh"in ise, hatalı olduğu, fiiliyatta söylenemez bile..  Ayrıca, Veli-yy"i Faqîh"e itaatsizliğin, kişiyi "Allah"ı inkar ediyor gibi bir duruma götüreceği"ne dair, yüksek ulemâdan Âyetullah Cennetî gibi isimlerce televizyonlardan dile getirilen görüşler düşünülürse, konu daha iyi anlaşılabilir..

Bu arada, müslüman coğrafyalarındaki temel problemlerden birisi de, liderlerin, iktidar sürelerine bir süre getirilmemiş olması ve ömürboyu iktidarın olduğuna dair, İslamî deliller ileri sürülmesi yolunun kesilememesi.. (5 yıl öncelerde, Malezya"da 21 yıldır iktidar olan Başbakan Mehatir Muhammed"in kendi isteğiyle kenara çekilivermesi, bir ilginç istisnaî  örnektir.. Eğer, Tayyîb Erdoğan da üçüncü dönemine başladığı başbakanlığı, önceki sözleri gereğince, bu devre sonunda bırakıp kenara çekilebilirse, ikinci istisnaî örnek oluşturacaktır.. İran"da da, Refsencanî"nin 2005 yılında Ahmedînejad karşısında seçim yenilgisi alması,  gerçekte, uzun süre iktidarda bulunmaya karşı halk kitlelerinin verdiği tepkinin ilginç bir örneğidir.. Bunu başkaları için de düşünmek, o sistemin lehine olacaktır. Bu kadar uzun süreli bir iktidarın devlet içinde sağlıksız ve diktatorial kadrolaşmalara vesile olduğu iddialarının kaçınılmazlığı da unutulmamalıdır..)

Ama, bugün için  âcilen çözüm bekleyen konu, 30 yıl öncelerde, çetin mücadelelerin içinden geçerek İslam İnqılabı"nı gerçekleştirmiş olanlar arasında bugün var olan derin kopukluk ve uçurumlardır ve bunun kenarından geçip gidilemez..  

İslam İnqılabı"na taa temelden karşı olanların muhalefetleri o kadar önemli değil.. Asıl problem ve hattâ facia, dünlerde İslamî hedeflerle bir büyük inqılabı gerçekleştirmiş olanlar  arasında bugün derin uçurumların meydana gelmiş olması ve bunun giderilememesidir..

Bugün, Musevî, Kerrubî ve Khatemî"ler resmî yayınlarda bile, yargılanmadıkları ve kendilerine savunma hakkı bile verilmediği halde, "seran-ı fitne"/ fitnenin başları" diye veya "Yezid"in askerleri" diye nitelenebiliyorsa.. Yıllarca, İmam Khomeynî"nin yanı başında sadakatle hizmet etmiş olanların yok sayılması için, Hz. Peygamber (S)"in yanındaki nice seçkin sahabenin de sonra Hz. Ali"ye kılıç çektikleri; yani, o sahabelerin âqıbetleri de bir tehdid olarak hatırlatılırsa.. İnqılab"ın ilk 20 yılının en etkili isimlerinden Refsencanî"yi gören "besicî" denilen halk gönüllüsü gencecik çocukların bile, onu basirete davet etmek için "Hâşimî, Hâşimî! Basiret, basiret!."  naraları yükselebiliyorsa.. Veya İnqılab Rehberi  ve etrafındaki ulemâ kesimi için de,  İran Talibanı isimlendirmesi yapılabiliyorsa.. Ve dinî diktatörlük terimleri giderek yaygın olarak dillendiriliyorsa.. Ya da, "devlet dini" anlayışıyla,   toplumun, yukardakiler  nasıl istiyor ve emrediyorlarsa, o sınırlarda bir din anlayışının gerektiği zihinlere nakşekilmeye çalışılıyorsa..

Ve hattâ, bugünkü İİC rejiminin yönetim uygulamasıyla, "sunnîleşme süreci"ne gidildiği suçlaması dile getirilebiliyorsa..

Durumun hiç de iç açıcı olmadığı görülecektir..

Kezâ, "Velayet-i Mutlaqa-i Faqih"  anlayışına daha çok vurgu yapılması ve halktan, Veli-yy"i Faqih"e mutlak sûrette itaat etmesi çağrısına karşılık, Resul-i Ekrem (S)"in bile ümmetinden mutlak itaat beklemediği şeklindeki mukabil görüşleri sıradan bir itiraz gibi görülmemelidir.

Çünkü,  "Velayet-i Faqih" kavramının 30 yıllık uygulaması, İslam Cumhuriyeti"nin bünyesinde bu kavram etrafında ortaya çıkan durum üzerinde, daha sonra aykırı görüşler belirtenlerden birisi de, geçen sene vefat eden ve kavramın gelişip yerleşmesinde büyük katkıları olduğu kabul edilen merhûm Muntezerî idi..

O,  "Velayet-i Faqîh" kavramını anayasaya dercederken, bugün anlaşılan mânada bir düzenlemeyi düşünmediklerini dile getirmişti..

Bugün ise, "Veli-yy"i Faqîh"e yakın çevrelerce, Ahmedînejad ve Meşaî hakkında ileri sürülen ithamların başında, Rehber"e şer"i mânada bağlılığı zayıflatmaya çalıştıkları ve hattâ ulemânın yönetime karışmasına karşı çıktıkları şeklindekiki iddialar göze çarpmakta..

Halbuki, onlar da Rehberlik makamına bağlı ve mutî / itaatkâr kalacaklarına dair yemin ediyorlardı..

*

İktidar hırsı mı; yoksa, Mehdeviyet inancındaki bir yanılsama mı?

Ve bugün,  Ahmedînejad ve Meşaî tarafdarları, bir tarafdan Mehdeviyet inancına, resmî şia inancına uygun olmayan bir şekilde tutundukları için; bir taraftan da Cumhurbaşkanlığı"nın imkanlarını sistematik olarak kullanmakla suçlanıyorlar.. Bu ikilinin, bu iki yolla da, halk kitleleri arasında azımsanmıyacak bir tarafdar buldukları da iddialar arasında..

Ama, onlar, ayrıca, cin/ ruh çağırma seansları yapmakla veya zuhûr etmesinin yakın olduğunu iddia ettikleri Mehdi"nin yakın danışmanlarından oldukları şeklinde propaganda ettirmekle de itham olunuyorlar..

Bu suçlamalar, onların zayıflatılmasında etkili olacak mıdır, bu bilinmiyor..

Bu gibi ithamlar geliştikçe, Ahmedînejad"ın da radikal kararlar almak yolunu seçtiği gözleniyor.. Önce, Dışişleri Bakanı Muttekî"yi üstelik de Senegal"e, bir ülke dışı vazifeye gönderdiği bir sırada azletmesi; arkasından İstihbarat Bakanı Haydar Muslihî"yi de azletmesi ve İnqılab Rehberi"nin Muslihî"yi makamına geri göndermesi üzerine, Ahmedînejad"ın da 12 gün boyunca ortalıktan kaybolması; daha sonra üç bakanlığı Meclis"in görüşünü almadan başka bakanlıklara bağladığını bildirip, 3 Bakan"ı da daha fiilen azletmesi; bu tasarrufun  Meclis tarafından kabul edilmemesine rağmen, kararlarında direnmeye çalışması, karşılıklı bir "sinir savaşı"nı da ortaya çıkardı..

Nitekim, Gençlik ve Spor Bakanlığı"na yapılan bir yeni tayinin Meclis"ten güvenoyu verilmeyerek geri çevrildi.. Muttekî"nin yerine getirilen yeni Dışişleri Bakanı Sâlihî"nin,  İstihbarat Bakanlığı"nın karşı yazısına rağmen, kendisine yardımcı olarak Melikzâde"yi tayin edince, Meclis"te Sâlihî hakkında istizah/ gensoru önergesi verilmesi üzerine, Melikzâde"nin istifa etmesi ve arkasından da tutuklanması;  Ahmedînejad"ın iki sene önceki seçimler arefesinde, 9 milyon kişiye verdiği kredilerin âqıbetinin araştırılması için, (ki, bu kredi mes"elesinin bugün itiraf olunması, seçimlerde dolaylı yolsuzluk yapıldığı iddialarının kabulü olarak görülmektedir, muhalefetçe..)   Meclis"te bir "araştırma komisyonu" kurulması gibi yollara başvurulmasıyla, gerçekte, Ahmedînejad"ın kaçırttırılmak istenmesi, istifaya zorlanması veya Rehberlik makamına kesinkes teslim olması gibi sonuçları hedeflediği anlaşılmaktadır..

Ancak, sinir savaşı, psikolojik savaş geliştikçe, Ahmedînejad"ın  da, benim arkamda 35 milyon oy vardır  gibi tehlikeli güç gösterilerine kalkışmasını beraberinde getirmekte..

*

Ahmedînejad da, Benî Sadr"ın âqıbetine mi koşuyor?

Evet, özellikle 12 Haziran 2009"da yani iki yıl önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde özellikle de Ahmedînejad"ın, karşısındaki rakibi Mir Huseyn Musevî"yi altetmek isterken, ona değil de, o seçimde aday bile olmayan Refsencanî"ye yolsuzluklar yaptığına dair ağır suçlamalar yöneltmesi;  Refsencanî"nin de, kendisine devlet televizyonundan haksız saldırılar yapıldığı iddiasıyla televizyondan aynı şekilde cevab hakkını kullanmak talebinde bulunması ve amma, bu talebin Rehber tarafından görmezlikten gelinmesiyle daha bir zehirlenen siyasî hava, hâlâ da temizlenememiş ve tam tersine, teneffüsü daha bir zorlaşmış bulunmaktadır..

Ayrıca,  o  seçimler sonrasında, yolsuzluk iddialarının ortaya atılmasıyla gelişen büyük huzursuzluklar üzerine onlarca insanın ölmesi, hem de dünün en hızlı inqılabçılarından binlerce insanın hâlâ zindanlarda tutulması da, bu havayı daha bir tahammül edilmez boyutlara taşımaktadır.. Dahası, Ahmedînejad"ın, en güvendiği isim olarak sivrilen İsfendiyar Rahîm Meşaî"nin gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanması planından geri adım atmadığı, atmıyacağı kanaati, durumu daha bir çıkmaz"a sürüklemektedir.

Bu da, Ahmedinejad"ın Benî Sadr"ın 30 yıl önce bugünlerde karşılaştığı gibi bir âqıbete doğru yaklaşmakta olduğu görüşünü kuvvetlendirmektedir..

Tekrar edelim, İİC sistemini tehdid eden en büyük tehlike, dışardan yapılan tehdidler değil, bu içerdeki derin çatlak ve uçurumlardır..

Temenni edelim ki,  bu gerilim ve kopmalar, İslamî açıdan dünya müslümanlarına üzüntü verecek bir noktaya varmadan, mâkul bir yola girile...

Bu konuda umutlu olmak da mümkün.. Çünkü, mevcud durumda çıkış yolunu açmak durumunda olan bugünkü İnqılab Rehberi, temkin ve teenni ile hareket eden, geçmişin acı tecrübelerinden dersler çıkaran bir şahsiyet..

Ve, bütün İslam İnqılabçılarının üzerine düşen vazifelerden birisi de, dünyaya, "İslamcılık siyasetinin bittiği" gibi bir mesaj ve görüntü vermemek olmalıdır.. (Ki, bu gibi iddialara bir ayrı yazıda tekrar değinilecektir, inşaallah..)

 

haksöz

Bu yazı toplam 2769 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar