Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

İran medyası ve toplumunu yönlendirenlerin hesabı..

İran’ın en etkin -ve ‘fakir’in de 10 yıl kadar sürekli yazılar yazdığı-  gazetelerinden Cumhûrî-i İslâmî’nin Gn. Yy. Md. olan bir kadîm dost (Mesih Muhacirî),  evvelki gün bir video gönderdi, dün de bir mesaj.. 

Videoda, iki sene kadar öncelerde vefat eden bir hoca’nın geçmiş yıllarda İstanbul’da bir câmi kürsüsünde yaptığı vaazından bir bölüm. Gizlice filân çekilmemiş ve normal olarak kaydedilmiş ve internet iletişimine de konulmuş. Güyâ, ‘İslâm adına’ dile getirilmiş görüşleri yansıtan o videoyu daha önce de görmüş ve dehşete kapılmıştım. Ancak, o sözlerin sahibi bu dünyadan gittiği için, konuya değinmemiştim. Şimdi o vaazın videosu, İran ve diğer yerlerde, bol bol paylaşılıyor. Nitekim, o konuşma bugün Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ adiyle bir hafta önce PKK terör örgütüne karşı başlattığı askerî harekâta karşı dünyada bir protesto cephesi oluşturmaya çalışanlara da altın tepsi içinde sunulan bir malzeme. 

Ama, bundan dolayı başkalarına kızmak yerine; birilerinin sorumsuzca sarf ettiği sözlerin inancımızın özüyle ne kadar ahenkli olduğuna bakmalı, kendimizi sorgulamalıyız.

***

Sözkonusu hoca, asker ve diğer güvenlik güçlerine coşkun bir edâ ile, ‘Biz yılan ve akrep besleyebiliriz ama teröristleri hayır!.. Öyleyse, yaralı terörist istemiyoruz (…)!’ diye hitap ediyordu, özetle.. 

Bu sözün ne mânâya geldiğinde sarahat varken, zorlamalı te’vil ve izahlar, muhatabı -en hafif tâbirle-, ‘anlamaz’  yerine koymak olur.

***

Üstelik, aynı mantıkla konuşabilecek pek çok benzerlerinin hâlen varolduğu da unutulmamalı. 

Düşmanımız her kim olursa olsun, yaralanmış ve artık düşmanlığını sürdüremeyecek duruma gelmiş ise, onların ‘canlı bırakılmaması’ öldürülmesi, hangi ölçülere göre ve nasıl tavsiye edebilir?  

Bazı kimseler şahsî anlayışlarına göre konuşabilirler ama bu sözler, İslâmî savaş ahlâkının süzgecinden geçirmeden, kürsülerden nasıl dile getirilebilir? 

O halde, bu gibi sözlerin, normal insanî vicdan ölçüleri açısından da, İslâm şerîatinin ölçüleri açısından da böyle frensiz olarak söylenmesinin üzerinde her birimiz durmalıyız, Müslüman olarak.

***

Bu görüşlerimi, söz konusu videoyu gönderen dosta da sarih olarak ifade ettim. Bu gibi sorumsuzlukların her yer de görüldüğüne örnek olarak, geçen ay Tebriz’deki bir Âşurâ Günü programında, büyük bir kalabalığa coşkun şekilde hitap eden bir kişiye ait, ‘farsça alt yazılı türkçe..’ 10 dakikalık videoyu ona gönderdim. Orada da o gün için çok duygulu ve etkileyici şekilde mersiye/ağıt okuyan hatip,  ‘(…) Bir zamanlar rüşvet haram idi.. Riba (faiz)haram idi. İnkılâb yaptık, İslâmî Bankaolacak denildi. Şimdi onlar yüzde 30 faiz alıyor!’ dedikten sonra bu kredi kuruluşların ismine itiraz ediyor ve hiçbir ilgisi yokken, (tekrarı hoş değil, ama, sosyal medyada çokça paylaşıldığından aktarmak zorundayım)‘Onların adının Ebubekr ve Ömer bin Hattabolması gerektiğini’ (!!!) söyleyebiliyordu.

***

Bu gibi frensiz, ölçüsüz ve anlaşılmaz bir düşmanlık taşıyan ifadelerin, üstelik de İslâm adına, Müslüman kitleleri aydınlatmak için diye dile getirilmesine işaret edişim, bu çarpık örneklerin her yerde olabildiğine ve bu yolla, ya İslâm hakkında zihinlerde şüpheler icad edilmesine; ya da, İslâm birliği ve kardeşliği idealine darbe vurmak isteyenlere hizmet edildiğini belirtmek. 

Merhûm Muhammed İqbâl’in, ‘Günümüzün bazı mollaları, hocaları kâfir üretenmü’minlerdir’ sözünü hatırlamanın tam yeri değil mi?

***

İran lideri Khameneî  daha geçen hafta, ‘silahlı güçlerinin sınır ötelerinde, bütün bölgede teyakkuz halinde bulunması gerektiğini’  tekrarlarken;  sözün başında değindiğim mesajdaki, ‘Türkiye ve  Erdoğan İran’ın bütün şehirlerinde protesto ediliyor. Sınırların güvenliği askerî olmayan yollarla sağlanmalı ve kardeş katlinden (?!) vazgeçilmeli’ şeklindeki ifadelere ise maalesef, Pazar’a kadar yazı günüm olmadığından-, o gün değinelim, inşaallah… 

Bu yazı toplam 906 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar