Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

İnancına göre düşünüp yaşayan bir ‘kalem kalesi’ Nurî Pakdil’in ardından

Nurî Pakdil ağabey 18 Ekim 2019 günü, 85 yıl süren dünya yolculuğundan sonra, hastanede son anlarını yansıtan video görüntüsünde, ‘Selâm eden arkadaşlara bizden de devrimci selâmlar’ diyerek, ‘Dâr-ı Beqaa/ Ebediyet-Sonsuzluk Yurdu’na doğru yola çıkmıştı. ‘Devrimci selâm’ derken, kendisinin ‘anti-faşist, anti-emperyalist, anti- sionist, anti -firavuncu selâm’  tarzını hatırlatmış oluyordu. 

Nurî ağabeyin vefat haberi üzerine,  20 Ekim günlü yazımın girişine kısaca bir not yazabilmiştim. Ama onun vefatı üzerine, ‘sosyal medya’da yazılan binlerce çok büyük bir kısmı, onun  çağdaş bir firavun’undüşmanı’ ve de ‘Yaşasın İslâm şeriati’ diyen birisi olduğunu söyleyerek kinlerini dile getirirken, o kısa notla yetinmek haksızlık olurdu. 

***

Ama Nurî ağabeyi anlatmak değil mes’elem. Onu nasıl anladığımdır, asıl mes’ele.. 

Nurî Pakdil Maraşlıydı... Maraş’ın kendisi için neyi ifade ettiği sorulunca, ‘Sömürgecilerle işbirliği yapanlara inat, köke bağlı kalmayı ifade eder. Uygarlığımızın düşmanlarının baskılarına direnmeyi ifade eder’ cevabı bile onu anlamaya yeter. 

***

Nurî ağabeyle âşinâlığım da yarım asra yaklaşan fikrî yakınlıkla gıyabî olarak başlamıştı. 

Kendine özgü bir üslubu vardı. 

***

Ülkeye dönmem imkânı hâsıl olunca… Ankara’ya her gidişimde Nurî ağabeyin ziyaretine gittim. 

Hal-hatır sormalardan sonra, Kudüs, Filistin, ülkemizin geçirdiği ‘inkilap’ların sosyal bünyemiz üzerindeki etkileri, Put Yapım Evleri vs. konularında kısa sohbetler oldu. 

Nurî ağabeyin konuşması, telaffuzu ağırlaşmıştı. Konuşmak yerine, sukût ile konuşmayı tercih ediyor gibiydi. Bir yazısında dediği üzere, ‘ Söz bitebilir, fakat sükût hiç bitmez. Çünkü sükût; dünyanın en uzun cümlesi’ idi. İnandığı değerlere yapılan barbarca saldırılara karşı hıncını, ‘Suskunluğu, tırnaklarımın altında bir tahta kıymığı gibi taşıyorum’ diye ifade ediyordu. 

***

Çalışma odasının duvarları kitaplarla kaplıydı. Bir köşesinde Kudüs ve Mescid-i Aqsâ fotoğrafı göze çarpıyordu; bir de İspanya İç-Savaşı’nın acılarını yansıtan ‘Guernica isimli tablosu,Pablo Picasso’nun… 

Kitap raflarının kenarında bir de, başı tülbentli bir müslüman Anadolu kadınının sararmaya yüz tutmuş siyah-beyaz, çerçeveli bir fotoğrafı. Benim anamı da hatırlatıyordu. 

‘Bu kim âbi?’ dediğimde, Nurî ağabey derince baktı, gözleri buğulandı, sesi titredi ve ‘Anam’ diyebildi. Bir şiirinde, ‘Hiç yazılmamış uzun bir destandır annelerin yüzleri’ demişti.

  Nurî ağabey, bütün ilâhî dinlerin en kutsal mekânlarından birisi olan mazlûm Kudüs’e, ‘karasevdâ’ derecesinde bir bembeyaz aşkla bağlıydı. Ve Filistin Mes’elesi’ni Filistinlilerin değil, bütün Müslümanların çiğnenen izzeti, şerefi ve mes’elesi olarak görür ve her Müslümanın taşıması gereken Kudüs sancısını anasından mirâs aldığını’ söylerdi. Bilmiyorum, o annesinin tahsili neydi; ama, yüksek tahsili olanlardan nicelerinin yaşamadığı o sancıyı duymuş ve oğluna aktarmış bir ana olmalı.. 

***

Nurî ağabey,‘İstanbul’a gidemiyorum. Anamın adı, Hatice Behice Pakdil. Merkez Efendi Mezarlığı’nda..  Ziyaret edebilir misin? Benim adıma vekaleten, kendi adına asaleten, anacığımın ruhuna bir fâtiha okursun’ dedi. 

‘İnşaallah ağabey’ dedim. 

Birkaç kez gittim, on binlerce mezardan oluşan o büyük sessizlik ummanının eşiğinde, o kabri nihayet bulmuş ve fotoğrafını göndermiştim Nurî ağabeye.. 

***

‘Ben hep inandıklarımı yazdım. Yazdıklarımla hayatım özdeştir. (…) Hıncımız sâkinleşme ilâcımız olmalı’  diyen ve inancımızın gereği olan bir mücadele içinde ümitsizliğe düşenlere,  ‘Biz, yitire-yitire kazandık kendimizi.. Acılarını yitiren insanlar olursak, neyi nasıl kazanacağız?’ diye soran ve kendisini ‘kalem kalesi’ olarak niteleyen Nurî Pakdil ağabeye, aslî vatanına doğru çıktığı bu yolculukta rahmet ve hayırlar ve de inancımızın vaad ettiği güzel yerlerde de tekrar görüşmeyi niyaz ediyorum. 

Bu yazı toplam 933 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar