İmam Humeyni ve Hatıralar 1 - Hatice Sakafî Kimdir?

İmam Humeyni ve Hatıralar 1 - Hatice Sakafî Kimdir?

Değerli oğlum Seyyid Ahmed Humeynî’nin isteği üzerine İmam Humeynî ile geçirdiğim elli yılı kısaca kaleme alıyorum.

İsmim Hatice Kudsî Sakafî. 1913 senesinde müreffeh bir ailede dünyaya gözlerimi açtım. Baba tarafımın hepsi ilim sahiplerinin tanıdığı büyük âlimlerdendir. İlk ceddim olan Merhum Hacı Mirza Ebu’l Kasım Kelanterî “Tekrirat Sahibi” adıyla meşhurdu. İkinci ceddim Merhum Hacı Mirza Ebu’l Fazıl Sakafî Tehranî ise Ziyaret-i Aşûra ve Divan-ı Şiir gibi bu alanlarda yazılan birçok eserin sahibidir. Allah’a şükür hayatta olan babam Hacı Mirza Muhammed Sakafî Tehranî de erdemli, edib ve ilim sahibi bir zattır.[1] İmam, sürekli ondan “Müctehid-i Cameu’ş-Şerait”[2] olarak bahseder. Babam, Tefsir-i Revan-i Câvid, Haşiye-i Dureru’l-Fevaid: Gureru’l-Evaid gibi kitapların da yazarıdır.

Anne tarafım ise ülkenin varlıklı ve soylu ailelerindendir. Anne tarafımdan büyüklerim üç nesil arka arkaya Nâsırüddin Şah zamanında bakanlıkta görev yapmışlardır. Mirza Kerim Han, İçişleri bakanıydı. Gulam Hüseyin Hazenu’l Memalik, hazine bakanıydı. Mirza Hidayetullah da hazineden sorumluydu. Annem, Hazenu’l Memalik’in kızıdır.

Kısacası bir tarafım büyük ulemadan diğer tarafım ise ülkenin soylu ailelerindendir.

Sefa ve Sadelik Bir Arada!

Ben bebeklikten itibaren anneannemin yanında büyüdüm. Anneannem Mahsus Hanım, Mirza Hidayetullah’ın kızı ve Hazenu’l Memalik’in eşidir. Büyük bir serveti, şatafatlı bir yaşantısı ve elinin altında çok sayıda hizmetçisi vardı. Ancak ben, onun aksine sade ve saf bir ruha sahiptim. Zira anneannemin evinde bir şey üzerinde mücadele edeceğim benden başka bir çocuk yoktu. İstediğim her şeye fazlasıyla sahiptim. Kendi kardeşlerimle bir kez bile kavgamız olmamıştır. Bir çocuk başka çocukların arasında büyürse kurnazlık ve yaramazlık tecrübe eder ve öğrenir. Ancak ben yalnızdım, bana rakip olabilecek başka hiç bir çocuk yoktu. Bu yüzden hâlâ bile çocuklarda gördüğüm bazı davranışlara çok şaşırıyorum. Küçüklüğümde ne babamdan, ne annemden, ne anneannemden ne de herhangi birinden bir şey istedim. Para, elbise, takı vs. hiçbir şey! Anneannem bir şeyden hoşlanabileceğimi hissettiği an, hemen benim için fazlasıyla alırdı. Ne olduğu ya da ne kadar pahalı olduğu önemli değildi!

Bir yaşımı doldurmadan anneannemin isteği üzerine onun yanında büyüdüm. Zira annem benden sonra hemen yine çocuk sahibi olmuştu. Mahsus Hanım’ın ise evinde çocuk yoktu. Ayrıca bana çok bağlıydı. Bu yüzden beni, kendisi büyütmek istedi. Ona “Mamanî Hanım”[3] diye sesleniyordum. Beni o kadar seviyor ve samimiyet gösteriyordu ki sekiz-dokuz yaşıma gelene kadar onu gerçek annem zannediyordum. Benden hiçbir şeyi esirgemiyordu. Anneannem Mahsus Hanım beni yıkamadan önce kıyafetlerimi çıkarır, banyodan sonra daha önce giymediğim yeni kıyafetler giydirirdi. Bir defa giydiğim elbiseyi bir daha giymezdim! Kendi kardeşlerimin giydiği kıyafetlerle benimkiler çok farklıydı. Zira ben Mahsus Hanım’ın yanında büyüyordum, onlar ise anne ve babamın yanında. Tabii hayatımın ilk on beş yılı, kalan diğer yıllarından çok farklıydı..

Anneannemin yanındaki yaşantım maddiyat denizinde boğulmama sebep olmadı. O yaşantıda alim ve arif bir ailenin evladı olmam hasebiyle büyük dersler çıkardım. Refah bir hayatı gözümde büyütmedim. Yükselebilmek için ilahî değerlere odaklanmak gerektiğine inandım. O değerlere ulaşabilmek “maddî hayattan geçmekle” mümkündü.

Maddî yaşantıya odaklanmamakla beraber kendimi okumaya vermiştim. O zamanlar okumaya önem veren çok az genç vardı. Bazı kızlar da okumak istese bile ailelerinin muhalefetiyle karşılaşıyorlardı. Ben liseye öyle bir zamanda gidiyordum! Hatta Fransızca öğrenebilmem için de eve özel öğretmen geliyordu.

(Eğitime verdiğim önem, özellikle İmam’la izdivacım neticesinde daha da arttı. Dördüncü çocuğum olana kadar düzenli bir şekilde her gün İmam’la eğitimime devam ettim. Evlendikten sonra Kum’a yerleştiğimiz için Tahran’da öğrenim gördüğüm lise yarım kalmıştı. Bu, benim için bir hayli zor olmuştu...)

Ancak babam sürekli beni okulu bırakmaya özendirmeye çalışıyordu. Çünkü babam tıpkı çoğu din âlimi gibi yalnızca medreselerde okutulan dini dersleri dersten sayıyordu. Gerisi ona göre ilim değil, olsa olsa maharetti. Oysa bana göre fizik, kimya, tıp gibi diğer alanlar da ilimdi. Babam bana Câmiu’l Mukaddemat[4] kitabını okumam gerektiğini söylüyordu. Bir taraftan haklıydı da. Bu yüzden ben de dediğini yaptım ve o kitabı okudum. Yeri geldiğinde bu konuya tekrar döneceğim.

(Okumaya çok önem veriyorum. Yanımda muhakkak kitap, gazete ya da dergi taşırım. Sık sık Sadi’nin Gülistan’ını, Hafız’ın Divan’ını, Kelile ve Dimne’yi okurum. Hafız ve Gülistan’ın bazı bölümlerini ezbere bilirim.)

Ayrıca Mahsus Hanım küçük olmama rağmen bana özel olarak terzilik öğretmesi için o zamanlar meşhur bir terzi olan İkdes Hanım’ı seçmişti. Anneannem istediğim tüm kumaşlardan fazlaca aldırıyordu. On iki yaşıma geldiğimde de terziliği tamamen öğrenmiştim.

İmam Humeynî ile İzdivaç

(İmam Humeynî dini eğitim için yirmi altı yaşına kadar Kum’da yalnız başına yaşamıştı. Humeyn’den[5] kendisine gelen bir miktar parayla yetiniyordu ve şehriye[6] almayı kabul etmiyordu. Hiçbir zaman da şehriye almadı.)

Seyyid Muhammed Sadık Lavasanî Bey, İmam Humeynî’nin çok sevdiği bir arkadaşıydı. Seyyid Muhammed Sadık’ın abisi Seyyid Ahmed Lavasanî’yle de babam arkadaştı. Bir gün Seyyid Muhammed Sadık Bey, İmam Humeynî’ye neden evlenmediğini sormuş. İmam Humeynî ise Humeyn’den evlenmeye meyilli olmadığını, Kum’dan evlenmek için de uygun birini görmediğini söylemiş. Seyyid Muhammed Sadık Bey ise bunun üzerine “Sakafî Bey’in kızı!” diyerek beni önermiş.

(Seyyid Ahmed Lavasanî’nin eşiyle annem birbirlerinin evlerine gidip geliyordu. Yılda bir kez Mahsus Hanım’la Kum’a ailemin evine gidiyordum. Bir defasında Seyyid Ahmed’in eşi de bizim evdeydi ve beni görmüştü.)

İmam Humeynî bana, Seyyid Muhammed Sadık “Sakafî Bey’in kızı” dediği anda kalbine bir muhabbetin yerleştiğini söylüyordu.

Seyyid Muhammed Sadık Bey’in tavsiyesine İmam şu yanıtı veriyor:

“Çok iyi! Bu işi hallet. Ağabeyine söyle bu konuyu konuşması için Sakafî Bey’in evine gitsin.”

İmam Humeynî beni görmeden muhabbet beslemişti. Ayetullah Şahâbâdî görmeden aşık olmanın, görüp aşık olmaktan daha üstün olduğunu söyler. Tıpkı Veysel Karanî gibi... O Mahbubu’nu (s.a.a) görmeden aşık olmuştu. Peygambere herkesten daha âşıktı!

Babam o zaman otuz beş yaşındaydı. Ben ilk çocuğuydum ve babamla aramızdaki yaş farkı yirmiydi. Babam çok yakışıklıydı ve giyimine çok önem veriyordu. O zamanlarda güzel giymek bir meziyetti. Annem de varlıklı ve şık bir kadındı. Annem ve babam teyze çocuklarıydı. O zamanın adetlerine göre daha çocukken birbirleri için seçilmişlerdi.

İmam Humeynî babamı görmüş ve yavaş yavaş yakınlaşmışlardı. Böylece Seyyid Muhammed Sadık’ın beni önermesi fikrinden dolayı da çok hoşnut olmuştu. Bu yüzden isteme işlemlerini hızlandırdı. Seyyid Ahmed Bey’in de yardımıyla amacına sonunda ulaşacaktı..

Bir gün Seyyid Ahmed Bey babamın yanına gelerek Ruhullah Bey’in niyetini izhar etti. Babam ilk başta bu işin mümkün olmadığını düşündüğünü söylemiş. Gerçi beş yıldır babam da dini eğitim için Kum’da bulunuyordu ve şimdilik Kum’da yaşıyordu. Ancak asıl yaşadığı şehir olan Tahran’a dönecekti. Öte yandan daha önemli bir mesele vardı. O da anneannemi razı etmekti. Yalnızca eşinin annesi olduğu için değil. Mahsus Hanım çok muhterem ve ihtişamlı bir kadındı. Babam ona çok ihtiram gösteriyordu. Babam “Mahsus Hanım’ı haşmet sahibi yapan şey mal varlığı değil, bizzat şahsiyetidir” diyordu. Onu da ikna etmek başlı başına bir işti.

[1]Hatice Sakafî’nin hatıralarını kaleme aldığı 2013 tarihinde değerli babası hayatta idi.

[2]Kendisine taklid edilebilmesi için tüm şartlara sahip müctehid.

[3](Fars.) Mamanî: Anneciğim

[4]O dönemde din eğitimi için medreseye giden talebelere öncelikli olarak okutulan giriş kitabı.

[5]İmam Humeyni’nin doğduğu kasaba

[6]Taklit mercîleri tarafından talebelere hayatlarını asgari düzeyde geçindirebilmeleri için ödenen ücret