İktidar, Muhalefet, Amigo Entelektüeller ve Takım Taraftarları

İktidar, Muhalefet, Amigo Entelektüeller ve Takım Taraftarları

Ne güzel söz söylemiş Hz. Ali, “Bâtıla yardım eden, Hakk’a zulmeder.” İktidarın, muhalefetin, amigo entelektüellerin ve takım tutarcasına parti tutan taraftarların üzerinde uzun uzadıya tefekkür etmeleri...

Ne güzel söz söylemiş Hz. Ali, “Bâtıla yardım eden, Hakk’a zulmeder.” İktidarın, muhalefetin, amigo entelektüellerin ve takım tutarcasına parti tutan taraftarların üzerinde uzun uzadıya tefekkür etmeleri gereken bir söz. Kim, neye hizmet ediyor, herkes kendini iyice bir gözden geçirmeli.

 

Güncel siyasete endekslenmekten vazgeçmedikçe varlığı, insanı, hayatı, tarihi ve geleceği konuşamayacağız; düşünceyi öldüren de bu değil mi zaten?! Güncel siyaset çok cazip, özellikle de az düşünen, takım tutar gibi parti tutan taraftarlar ve belli bir siyasî yapının sözcülüğüne soyunan amigo entelektüeller için; iktidara ölümüne destek verenlerle ölümüne muhalefetin kavgasını ibretle izliyoruz.

İktidara destek verenler, kaderlerini iktidarın kaderine bağladıkları için ona kayıtsız şartsız, ölümüne destek veriyorlar, iktidara göbekten bağımlılar, buradan ne iç muhasebe, ne felsefe-düşünce, ne de herkes için adaleti gözeten bir yaklaşım çıkar; iktidarı ebedî zannedenler yanıldıklarını anladıklarında çok geç olacak.

Gelinen son nokta itibariyle açıkça görülmüş oldu ki, Müslümanların modern ulus-devlete itirazları yoktu, iktidarın kendi ellerinde olmamasına itirazları vardı; sağlamasını yapalım, iktidar Müslümanların eline geçti, modern ulus-devlet yerli yerinde duruyor, kısmen revizyona tabi tutuldu, Müslümanların eliyle ömrü uzadı, bir başka ifadeyle sistem kendini Müslümanların eliyle yeniledi.

İktidarı ölümüne destekleyenler, neo-liberal politikalara, kapitalist sisteme, ülkenin baştan başa beton ormanına dönüştürülmesine “maslahat” icabı itiraz etmiyorlar, Hakikat’e sadakat ikinci planda; “maslahat” adına kazandıklarını zannederlerken Hakikat’te kaybediyorlar aslında. Kapitalist sisteme itirazı olmayan, bilakis İslam’ı kapitalizmle uyum içinde gören, öte yandan “adalet”ten söz eden Müslüman’ın aklına şaşmak gerek; pazarın tek ölçü haline geldiği, paranın tahakküm aracı olarak kullanıldığı, adaletsiz dağılımın olduğu yerde ne tür bir adaletten söz edilebilir?!

İktidara ölümüne destek veren zihin -2002 itibariyle- 80 yıllık siyasi hesaplaşmayı öncelediği için toplumsal planda yaşanan felakete bigâne kaldı, örneğin 2002’den bu yana vesikalı hayatsız kadınların sayısı yüzde kaç arttı, haberi bile yok.

Bir yandan gün geçtikçe ivme kazanan dünyevîleşme, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve ahlakî çürüme gibi sosyal yapıyı dumura uğratan sorunlar derinlik kazanırken, diğer yandan daha çok semboller üzerinden (şekil içerikli) işleyen İslamizasyon politikaları aşama kaydediyor; yani bir yandan sosyal yapısı kötüleşen, diğer yandan da İslamlaşan bir ülke Türkiye. İkisi bir arada olur mu, nasıl olur, neden olmaz, bunların yorumunu okuyucuya bırakıyorum.

Kesin olan şu ki, devlet aygıtının imkânlarıyla uygulanan sosyal değişim-dönüşüm politikaları insanı ve toplumu standardize etmeye yöneliktir; bu, tüm devletler,dolayısıyla tüm inanç, düşünce ve dünya görüşleri için geçerli. Bu bakımdan devlet eliyle yürürlüğe konulan İslamizasyon politikalarının pek fazla bir anlam ifade etmediği iki nesil sonra net olarak görülecek; ortaya çıkacak olan sistemi içselleştirmiş standart Müslüman tipolojisi, bugünkü tipolojiye rahmet okutacak, modern ulus-devletin robotlaşmış Müslüman hizmetkârları, bağımsız düşünceye hiçbir şekilde tolerans tanımayacak, özgür tartışma ortamını tamamen yok edecekler.

Bunun yanında iktidara ölümüne destek veren Müslümanların şahsiyet-perestliğe döktükleri görülüyor. Şu kadarını söylemek gerekir ki, Kemal’cilikle Erdoğan’cılık ya da Davutoğlu’culuk arasında fark yok, -cilik -cılıkların hepsi aynı; itirazımız Erdoğan’ın ya da Davutoğlu’nun şahsına değil, işi abartıp çığırından çıkaranlara.

Muhalefete gelince, ölümüne muhalefetin esas derdi eski statükoyu diriltmek, çünkü bundan önce hepsinin tıkırı yerindeydi; insanlık, hak, adalet, eşitlik vs. çok da umurlarında değil, bütün bunlar “ölümüne” muhalefeti değer temelli göstermek için kullanılan makyaj malzemesi sadece.

Dijital devrim ve paralel darbe girişimleri ve ölümüne muhalefetin bu girişimlere verdiği destek, muhalefetin tesis ettiği kirli ilişkiler ağının iktidara atfedilenden kat be kat daha derin ve geniş olduğunu gösterdi.

Buna karşın mevcut sosyo-kültürel yapı itibariyle muhalefete dinî meşruiyet zemini yaratmayan çalışan yaklaşımlar söz konusu. Şu bir gerçek ki, mevcut siyasî ve toplumsal muhalefet, Hz. Peygamber’i temsil etmediği gibi, mustaz’afları da temsil etmiyor, muhalefete Hz. Peygamber’in misyonunu yakıştıran, onu mustaz’afların temsilcisiymiş gibi gösteren ve “Ezilenin eleştirisi olmaz” diyen zihin, zımnen “Bırakın da her haltı yiyelim” diyor.

Hz. Peygamber’in Mekke’deki muhalefeti… Gerçekten öyle mi? İnsanların bu kadar çok yüzlü olmayı nasıl becerebildiklerini merak etmeliyiz. İslamî açıdan mevcut siyasî ve toplumsal muhalefetle birlikte hareket etmemizi gerektiren herhangi bir zorunluluk yok, laik-seküler muhalefetle kader birliği yapmak zorunda değiliz, fikrimiz ayrı, zikrimiz ayrı.

Müslümanlar muhalif kimliklerini İslamî ölçüyü dikkate alarak şekillendirmek, düşünce, dil ve duruş açısından özgün bir örneklik ortaya koymak zorundalar. Sistemi İslamî gerekçelerle usûl ve esas yönünden bir bütün olarak reddetmekle laik-seküler muhalefete eklemlenerek sistem-içi muhalif duruş sergilemek arasında dağlar kadar fark var; ilki ideale giden yolda basamak teşkil eder, ikincisi günü dahi kurtarmaz.

Bu nedenle bağımsız, kendine özgü, manevî-ahlakî ve felsefî temeli güçlü olan, halkın inancına, tarihine ve kültürüne düşmanlık beslemeyen, onu aşağılamayan, aksine aynı inancı, tarihi ve kültürü benimseyen, şahısları değil modern ulus-devleti ve kapitalist sistemi hedef alan, kuşatıcı, ölçülü-dengeli bir muhalefet lazım. Aksi halde laik-seküler muhalefetin arabasına binen Müslüman muhalif halktan itibar göremez.

Bu noktada muhalif dindarları ayrıca ele almak gerekiyor. Şimdilik, en azından şunları sormak lazım;

Muhalefetin halkta karşılık bulacak bir düşüncesi, söylemi, siyasî yapılanması, vizyonu, organizasyonu var mı?

Eski statüko daha mı iyiydi?

Laik-seküler muhalefetle aynı çizgide yer alıp iktidarın bir an önce devrilmesini arzu eden Müslüman muhalif hangi iktidarı öneriyor, Cumhuriyet tarihinin en yasakçı, en baskıcı ve zulümkâr partisi olan CHP iktidarını mı, yoksa Ulusalcı-Milliyetçi-Sol koalisyonunu mu?

Laik-seküler muhalefetin Erdoğan’ın şahsına odaklanmasının en önemli nedenlerinden biri, halktan birinin Kasımpaşa’dan çıkıp onların yapılsın dedikleri, yapmak istedikleri ama yapamadıkları şeyleri gerçekleştirmesi. Müslüman muhalifin geçmişte Demirel’e, Evren’e gösteremediği tepkiyi Erdoğan’a göstermesini nasıl yorumlamalı?

İktidarı her ne yolla olursa olsun devirmeye azmetmiş Müslüman muhalifin halka “aptal ve cahil” diyen laik-seküler muhalefetin yanında işi ne? Eğer İslamî gerekçelerle iktidarın devrilmesini gerekli görüyorsa, bunu kendine özgü bir proje kapsamında, kendi siyasî yapılanmasını oluşturarak, İslamî bir çerçevede vereceği mücadeleyle yapmaya çalışması, hepsinden de önemlisi iktidardan öte total olarak sistemi hedef alması gerekmez mi?

Laik-seküler muhalefet, dış siyaset bağlamında ne öneriyor? Özetle “Orta Doğu’dan uzak durmalıyız, hiç kimsenin işine karışmamalıyız, liderlik rolüne soyunmamalıyız” diyor, kabul ediyor musunuz?

Orta Doğu’dan uzak durulmasını salık veren zihniyetle aynı çizgide yer alan Müslüman muhalifin “Olup bitene niçin müdahil olamıyoruz?” diye sorma hakkı var mı?

Laik-seküler muhalefetle aynı çizgide yer alan, aynı söylemleri dillendiren Müslüman muhalif, hükümetin İsrail’e karşı somut adımlar atamayan yaklaşımını eleştirirken -ki bu konuda haklılar- durumun geçmiş hükümetler döneminde daha vahim olduğunu bilmiyor mu?

Kiminin hoşuna gider, kiminin hoşuna gitmez, kesin olan şu ki, “bidon kafalı”, “aptal” ve cahil” olarak nitelendirilip aşağılananlar, sistem-içi yollarla eski statükoyu nihai olarak tarihe gömdü, on iki yılda olan bitenin özeti bu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Davutoğlu’nun Başbakanlığı İslamcı Türkiye’yi perçinledi, siyasî ve toplumsal muhalefetin zaten şansı yoktu, şimdi hiç yok! İslamcı Türkiye’de tek başına hareket eden ve yüzde yüz içeriden konuşan İslamcı bir muhalefet iş görebilir, başkası değil.

Aynı yanlış tutum ve davranışlarla farklı bir sonuç elde edebileceğini zanneden muhalefetin yapabileceği bu kadardı ve bitti. Entelektüelinden siyasetçisine muhalefet cephesinde herkes yüksek perdeden konuşmayı kesmeli, köşesini, koltuğunu bırakmalı; yapabilirler mi, nefisleri el verir mi, o da ayrı bir mesele.

Ne güzel söz söylemiş Hz. Ali, “Bâtıla yardım eden, Hakk’a zulmeder.” İktidarın, muhalefetin, amigo entelektüellerin ve takım tutarcasına parti tutan taraftarların üzerinde uzun uzadıya tefekkür etmeleri gereken bir söz. Kim, neye hizmet ediyor, herkes kendini iyice bir gözden geçirmeli.

Atilla Fikri Ergun – akilvefikir.org