Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

İğneyi kendimize..

Herkese “akıl” veriyoruz da, biz ne kadar akıllıyız.

2018’e basın nasıl girdi biliyor musunuz? Bir zamanlar tek başına 1,5 milyona yakın tiraja sahip gazeteler vardı. Şimdi ilk 7 gazetenin toplam tirajı ancak bu sayıyı yakalıyor.. 300.000 tirajın az üstünde sadece 2 gazetemiz var. Bu yıl sonu sanırım 300.000 tirajına sahip gazete olmayacak.

Bugün 45 günlük gazeteden, 300 binin az üzerinde 2 gazete var. 200.000’in üzerinde ise sadece 3 gazete var. 10 gazete 100.000’in üzerinde. 5 gazete ise 50.000’in üzerinde. 25 gazete de 50.000’in altında. Bunların yarısı da 10.000’in altında. Bu tirajın içinde 250.000 spor gazetesi tirajı ile bir o kadar bulvar magazin tirajı da var. Yani toplam tiraj 3 milyon civarında. Bunun da 1 milyonu kurumsal alım, bir milyonu kamu, sadece 1 milyon kişi bayiden gazete alıyor.

Gazete okuru büyük ölçüde internete kaçtı. Bu gidişle birkaç yıl sonra günlük gazete tirajları dibe vuracak. Zaten Mediamız ölmüş de ağlayanı yok. Basın İlan desteğini çekin, tirajın üçte ikisi çöker. Diğerleri sermaye ve siyaset desteği ile ayakta.

STK’larımız da gerçek STK değil. Gerçek anlamda STK da kalmadı. STK’ların %90’ı siyasetin arka bahçesi gibi. Kimi iktidarı ele geçirmeye ya da iktidarı desteklemeye çalışıyor. Kimileri de STK’ları siyasete ve bürokrasiye sıçramak için tramplen tahtası gibi kullanıyor.

Keşke kamu yararına çalışan dernekler gibi, Yarı resmi ve yarı siyasi dernekler de olabilse.

Bu işler böyle gitmez.. “Sivil” demek, “resmi olmayan” demek. “Siyasi olmayan” demek. Türkiye’nin iki büyük sorunu: Ciddi bir muhalefet yok ve sivil akıl aklını siyasete kiraya verdi..

Sermaye sahipleri çok da dürüst değil. Siyaset ve bürokraside ne kadar yanlış iş varsa, bir o kadar da bu sermayede var.

Yönetenler ve yönetilenler 3 aşağı-5 yukarı birbirine benzer. Tencere yuvarlanır kapağını bulur. Toplum ve yöneticiler “U borusu” gibi, zaman zaman çalkalanıp dengeler değişse de, sonra kendi arasında bir denge oluştururlar. Bilelim ki, biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Toplum genelde, çok da namuslu insan istemiyor sanki. Onlar, kendi isteklerini yerine getirecek birini istiyorlar.. Onlar, kendi işlerinin kendi kişisel çıkarlarına sonuçlandırılmasını istiyorlar. Gerisine de pek bakmıyorlar. 

Bizim üniversitelerimiz, hani o “Alim” dediğimiz, “Kanaat önderi” dediğimiz insanlar ne yapıyor? Tarikatlarımız, vakıflarımız ne alemde. Dün iktidar olmadığımız, bu kadar paramız olmadığı günlerde yaptığımızdan daha fazla ne yapıyoruz..

Yeni hiçbir şey yapmıyoruz demiyorum, ama imkanlarımızla yaptıklarımız arasında uçurum var. Hayallerimiz böyle değildi. Bilim, sanat, felsefe alanında ne yapıyoruz! Evet gelişmeler, doğru yönde ileri doğru ama, daha fazla çalışmalıyız, daha akıllı, daha cesur olmalıyız. Bu kadar dağınıklık anlaşılır bir şey değil. Yeni yazarlarımız, sanatçılarımız ne durumda?. Ne yapıyorlar, ne yazıp çiziyorlar, farkında mısınız! Özgün bir şey yapıyor muyuz. Eskiyi tekrarlamaktan söz etmiyorum.

Şunu da söylemeliyim, son bir iki aydır, bir kıpırdama görüyorum. Beklemekten bıkan, yarın işlerin tersine dönmesinden endişe edenler artık “ne yapmalıyız” diye sormaya, bir araya gelmeye başladılar.. Siyaset ve bürokrasideki, toplumdaki yozlaşmaya karşı ne yapabiliriz diye soruyorlar. Seçim yaklaşıyor, dünyadaki kriz derinleşiyor. Gelecek günlerin geçen günleri aratmasından korkuyorlar. İş başa düştü. Artık insanlar beklemekten yoruldular. Şikayet etmekten, başkalarından çözüm beklemekten yorulmaya başladılar. İş başa düştü. Bu önemli bana kalırsa. Sadece şikayet etmek değil, çözüm üretmek için düşünmek, bir araya gelmek gerektiğinin farkına varmaya başladı insanlar. Esnaf geleceğinden kaygı duymaya başladı. Evdeki 17 yaşındaki zıpır çocuklar, karşıdaki amcasının GSM mağazasından telefon kılıfı almak yerine Çin’den Ali Express’ten sipariş veriyor ve daha yeni, daha ucuz, kapıdan teslim alıyor. Babalar gelecekte işlerini kaybetmekten korkuyorlar. 

Taxi şoförleri de bir gün, şoförsüz otomobiller gelirse taksi plakalarını ve izlerini kaybetmekten korkmaya başladılar. Sendikalar Humonoid’leri henüz gündemlerine almasalar, fakültelerde bu konu ders konusu olmasa da, ders aralarında gençler bunları konuşuyorlar. Bizim dernekler, vakıflar, esnaf, hocalar maalesef henüz bu işin çok da farkında değiller. Hele o kendini “Cemaat” diye tanımlayan topluluklar, yarınki Türkiye’nin çok da farkında değiller. Oysa yarının ayak sesleri bugünden duyuluyor.

Farkında mısınız, bizim vakıf, dernek, şirket, kooperatif gibi yapılar, siyasetin kötü bir kopyası durumunda. Oralarda da koltuk kavgası var. Orada da iktidarı ele geçirmek için birbiri ile kıyasıya mücadele eden, belaltı darbelerle rakibini yıpratmak isteyen birileri var.

Bir ilde, belediye başkanı güçlü ise, o başkasına göz açtırmıyor, milletvekili güçlü ise o ötekileri eziyor, adam hele bir de bakansa zaten orada ondan habersiz kuş uçmaz, yok parti başkanı güçlü ise o ne derse o olur. STK’larda da kendi içlerinde benzer bir iktidar mücadelesi yaşanırken, siyasetçi STK’ları kontrol etmek isterken, STK’lar da bu makamları kontrol etmek istiyor. Bazı illerde cemaat ve STK’lardan habersiz bir şey olmuyor.

STK’lar siyaset yapmaya kalkarsa bu yapıyı denetleyemez. O zaman da ortaya çıkan sonuçtan şikayet edemez. STK’ların öncelikle “def-i mazarrat celb-i menafiden evladır” kuralını işletmeli, “şu olsun” demeden önce “şu asla olmamalı” diye olmaması gerekeni işaret etmeli. Herkes olmaması gerekende daha kolay uzlaşabilir, ama olması gerekeni tartışmaya başladıklarında, birbirleri ile kavga ederler.. Oysa işi ehline vermemiz gerekir. İyiler arasında en iyiyi seçmek için ehliyet ve liyakatı esas almamız gerekir. Herkes kendi adamını yukarıya taşımak için her yolu meşru görürse, iyiler birbirine nötralize eder ve daha kötü birine mecbur kalırlar.

Siyasiler sivil toplumu teslim almak için çabalamaktan, sivil toplum da siyasileri teslim almak için çabalamaktan ya da sırtını onlara dayamaktan vazgeçmeli. Taş yerinde ağırdır. Siyaset yapacak olan siyasi akılla düşünsün, siviller de sivil akılla. Elbette dirsek temasımızı kaybetmeyelim, ama kol kola da girmeyelim. Birbirimizi dinleyelim ve anlamaya çalışalım. Her zaman aynı şeyi düşünmüyor olabiliriz, ama neyi, kim, niçin öyle düşünüyor, bunu bilmemiz ve bu endişeyi ciddiye almamız gerek. 

Şunu da görelim, birbirimize rağmen kazanacak bir zaferimiz yok, birlikte kazanacağımız tek bir zaferimiz var. İttifak ettiğiniz zaman birlikte hareket ederiz, ihtilaf ettiğimizde ise birbirimizi mazur görürüz. Hem değil mi ki, bize hayır gibi elen şeylerde Allah şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Keşke o gün hep aklımızda olsa daha sabırlı ve ihtiyadlı olabilsek.

Selâm ve dua ile..

yeniakit

Bu yazı toplam 1643 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar