Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Herkesle barış içinde olmak bir hayaldir; realite ise başkadır!

İç siyasette elinizde yine de imkânlar vardır. Ama ülke dışı veya dış siyaset etkenleri de, iletişim imkânlarının sınır tanımıyor; hükmünü gösteriyor. Gücünüz zayıflamış ise, ‘kurtluk kanunu’nun hükmü devreye girer; ‘Zayıf olanı yerler.’ Herkes sizden bir şeyler koparmakla meşgul olur. Hele de, güçlü bir geçmişiniz var da, ondan olumsuz etkilenmiş olanlar varsa. *** 28 Haziran 1914’de, Avusturya İmp. Arşidük’ü /Veliahdi Ferdinand ve hanımının, Saraybosna’da bir sırp nasyonalisti tarafından öldürülmesiyle başlayan ve 30 milyona yakın insanın hayatına mal olan Birinci Dünya Savaşı’na dönüşen büyük felaketi hatırlayalım. Avusturya, hemen Sırbistan’a savaş açmış, Çarlık Rusyası Sırbistan’ın; Almanya Avusturya’nın yardımına koşmuş; uluslararası yeni güç dengesinin oluşumu gereğince İngiltere ve Fransa da Almanya’ya karşı, Rusya’nın yanında saf tutmuştu. 1911-13 arasındaki Balkan Savaşları’nda ağır yaralı çıkan Osmanlı Devleti’nin yöneten İttihad- Terakkî Cemiyeti liderleri ise, bu savaşın dışında kalamayacakları ve kaybedilen 500 yıllık vatan topraklarını geri alabilecekleri zannıyla savaşa girmeye karar vermişlerdi. Ama kimin safında gireceklerdi, savaşa? *** Bu niyetle, Enver Paşa, Londra’ya gidip 20 gün boyunca yaptığı temaslardan olumlu bir cevap alamayınca; Almanya’ya yaklaşmış; Almanya da, ‘Goben’ ve ‘Breslau’ isimli iki zırhlı savaş gemisini Osmanlı Bayrağı çekip, (Yavuz ve Midilli isimleriyle) Karadeniz’e çıkararak Odesa’yı bombardıman etmiş ve böylece, Osmanlı Devleti de o savaşa 3 ay sonra resmen katılmıştı. Dört yıllık korkunç savaşta on milyonlar eridi, devletlerin sınırları değişti, yeni devletler ortaya çıktı ve amma.. Daha korkuncu, savaşa büyük ümit ve hayallerle en son giren 620 yıllık Osmanlı Devleti ise bütünüyle buharlaştı ve onun hükmettiği coğrafyalarda oluşturulan yığınla devletçiklerin tepesine, yerli halktan buldukları kuklalar oturtuldu; galiplerce.. *** Bunları niye mi yeniden hatırlıyoruz? Son günlerde Suriye’de 8 yıldır devam eden savaş ateşinden uzaklaşmak için bu ülkeye sığınmış olan Suriyeli Sığınmacılar daha bir yoğunluklu olarak tartışılıyor. 100 yıl öncesine kadar 400 yıl birlikte olduğumuz ve genelde aynı milletin, İslâm Milleti’nin mensuplarının yurtdışı edilmesi gibi merhametsizce ve savaşın durdurulması için de câhilce laflar ediliyor. *** Ana Muhalefet lideri KK, dün yine ‘Suriye’deki savaşı durdurmalı ve buradaki Suriyelileri de göndermeliyiz!’ diyordu. Dünyada olup bitenleri takip etmeyenler bu sözlere bakıp, Suriye’deki savaşı Türkiye’nin çıkardığı ve sürdürdüğünü sanabilir. Halbuki Tûnus, Mısır, Libya ve Yemen’de, her birisi çeyrek yüzyılı aşan diktatörlüklere karşı 2011 Baharı’nda başlayan ‘Halk Patlamaları’, Suriye’deki yarım asırlık Baas diktatörlüğü’ne de erişince… Suriye’de başta Amerika, İsrail ve Rusya olmak üzere, NATO’nun Batı Avrupalı ülkeleri ve hattâ Avustralya ve Kanada ve de Ortadoğu bölgesindeki hemen bütün devletler bu ülkedeki kanlı oyunda yer aldığı halde, Suriye’yle 900 km’lik bir sınırı olan Türkiye, bu konuda en temkinliydi ve askerî tedbirlere de en son âna kadar başvurmamıştı. Ve orada, Amerika’nın PKK/YPG aracılığıyla hangi entrikalar peşinde olduğu da ap-açıktı. Hâlâ, Suriye’deki savaşı Türkiye’nin başlattığı suçlaması ve bitirebileceği hayalini söyleyen siyasetçiler ya dünyadan habersizler ya da halkı kandırıyorlar. *** Güçlenen her ülke başka devletlerce potansiyel düşman kabul edilir. Yani, ‘beqaa meselesi’ basit bir siyasî söylem değildir. Biz bunu henüz 100 yıl öncelerde en ağır şekliyle yaşadık. Herkesle barış içinde olmak tatlı bir söylemden ibarettir. Etrafında olan bitene seyirci olan ve sadece kendi huzurunu düşünenler, tarihin geç kalanları affetmediği gerçeğinin ağır bedelini öderler.

Bu yazı toplam 930 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar