Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Herkes, ’İbrahîm’ini Bulmalı ve Tarafını Ortaya Koymalı..

Bilinen qıssadır, ama, yine de tekrarında mahzur olmasa gerek..

Putkıranların pîri  Hz. Ibrahim, ateşe atılacaktır, Nemrud tarafından..

Bir topal karınca bir yokuştan yukarı aceleyle ilerlemeye çalışmaktadır.

Hikaye, bu ya..

Bir serçe gelir, ’Nereye böyle?’ diye sorar topal karıncaya..

O da, ’Birazdan şu dağın ardında, bir büyük ateş yakılacak, onu söndürmeye..’ der.

Serçenin, ’O ateş o kadar büyük olacak ki, senin taşıdığın bir zerrecik su, bir işe yaramaz..’ sözüne de cevabı hazırdır, topal karıncanın:

’Allah tesirini halkederse, benim taşıdığım bir fiske su bile yeter o ateşi  söndürmeye..’

Serçe yine ısrarlıdır:

’Ayrıca, sen topalsın, oraya yetişemezsin.’

Topal karınca da der ki: ’Yetişemezsem de bu yolda ölürüm ya..’

*

Bu cevabı alan serçe, kendi sorumluluğunu hatırlar ve gider o ateşin yakılacağı mahalde,  sokak aralarında cik-cik, feryad’u figan eder..

Diğer kuşlar derler ki, ‘Niyedir bu feryadın?’

O da der ki: ’Birazdan şurada bir büyük ateş yanacak, ona karşı olduğumu bildirmek için..’

Öteki kuşlar ona karşılık verirler:

’Senin feryadının o ateşin sönmesine ne etkisi olur ki?’

’Bir etkisi olup olmayacağını bilmem. Ama, benim feryad-u figanım benim, İbrahîm’in yanında olduğumun dünya-âlemce bilinmesi içindir..’

Mes’ele budur.

Herkes, doğru yolda olduğuna inandığı kendi İbrahîm’ini bulmalıdır.

*

Ülkemizde 30 Mart günü yapılacak olan mahallî seçimler, gerçekte, (AK Parti ve bu partinin önde gelenleri ile değil) Tayyîb Erdoğan’ın şahsı ile, Pennsylvania şeyhi F.G. ve onun yönlendirdiği diğer siyasî güç odakları arasında yapılacak bir seçime dönüşmüş bulunuyor.

Açıkça, MHP’nin güçlü olduğu sanıldığı yerlerde CHP’nin; ve CHP’nin güçlü kabul edildiği yerlerde de MHP’nin, birbirlerinin adaylarını desteklemeleri çağrıları yapılıyor.

F.G. ise, Zaman’da geçen hafta boyunca yayınlanan röportajında, Bu kadar ağır lafları içine sindiren varsa yine gidip o partiye oy verir...” diyerek , AK Parti’ye oy verilmemesini dolaylı olarak söylemiş oluyordu; kendisinin ağır laflarını, beddualarını, bağlılarının yığınla entrikalarını ve yalanlarını hiç hatırlamak istemeksizin..

Zaman’ın Genel Yy. Md. E. Dumanlı ise, CNNTurk’de, geçen hafta, ‘CHP, MHP, BDP, SP ve hattâ Komünist Parti’de bile iyi insanlar olduğunu söylüyor ve bir koltuğa oturmuş olan Hoca’sının karşısında, ayakta, el-pençe divan durarak sorduğu sualleri kaydederken görülen fotoğrafını yayınladığı röportajın sonunda, 25 Mart tarihli yazısında da, içlerine sinmeyen yanlışları sıralayıp; 'Eminim Türkiye’yi bambaşka bir karanlık dehlize savuran pek çok mevzu karşısında siz de “içimize sinmiyor” demek durumunda kalacaksınız.’ diyerek, Cemaat’ine yol gösteriyordu.

*

Bu satırların sahibi, Tayyîb Bey’de eleştirdiğim bir çok noksanlar görsem bile, bu seçimde de ona destek veriyor ve onun zayıflatılamamasını temenni ediyorum.  Pennsylvania Şeyhi ise, her söylediği, sanki ilahî ve teyidlerden geçmiş bir kutsal kişi imişcesine gözükapalı destekleniyor, tarafdarlarınca..

Bu açıdan bu mücadelede, her ne pahasına olursa olsun Tayyib Bey’in yıpratılmasını hedef edinenlere karşı, bu seçimlerden onun geçmişe göre zayıflamadan ve hattâ daha da güçlü çıkmasını temenni ediyor ve bunu, ülkemizin, müslüman halkımızın ve müslüman coğrafyalarındaki halkların geleceği için gerekli olduğunu düşünüyorum.

Ve ilginçtir, müslüman halkımızın içinde, milyonlara itimad telkın eden, halk kitlelerinin sempati ve itimadını Tayyîb gibi kazanmış bir ikinci bir isim fiîlen yoktur, mevcud durumda.. Onun zayıflamamasını ve hattâ daha da güçlenmesini temenni edişim, bunun için..

Üstelik, Tayyîb’in  yanlışlarını, hatalarını söyleyebiliyor, eleştirebiliyorum. Ama, karşı tarafta, kızılderililerdeki isimlendirme usûlünde olduğu üzere, ‘karlı dağların tepesinde oturan ….’ gibi isimlendirmeleri hatırlatacak şekilde, bizden uzakta ve ‘yüce’lerde ve de bazen geleceği beklenen İsa Mesih havasıyla saf beyinleri idlâl eden ve ‘her şeyi en iyi o bilir ve asla yanlış yapmaz’ diye anılan ve bazılarının ise ‘klinik bir vak’a’ olarak nitelemekten kendilerini alamadıkları kişi hakkında asla bir yanlışlık sözkonusu edilemiyor, bağlılarınca.. O derecede kutsanmış..

*

İşte, içinden çıktığı halka iğreti bakan bir mankurt örneği..

Bu vesileyle, internet sitelerinde, Tayyîb Bey’in geçen Pazar günü İstanbul -Yenikapı’da yaptığı ve medyada, 1 milyondan fazla insanın katıldığı belirtilen mitinge katıldığını belirten bir kişinin, 26 Mart günü internette "AKP mitinginde bir çapulcu!" başlığıyla yazdığı yazı ilgi çekiciydi ve o cenahın müslüman halkımıza son 100 yıllık bakış açılarını yansıtıyordu.

Bu kişi şöyle diyordu, özet olarak:  

‘Taksi ile Yenikapıya kadar gittim ve gerçekten inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Miting alanına girmeye çalışan sakin onbinler.

Hemen herkes özel güne kiralanmış belediye otobüsleri ve ilçe teşkilatları tarafından kiralanmış otobüslerle gelmiş. Girerken otobüs sayısı beni şaşırtmıştı ama çıkarken gördüklerim karşısında küçük dilimi yuttum...yazacağım.

Öncelikle kitleden bahsetmek lazım. Kim bu bir milyon insan?

Onlar, görmezden gelinenler. Evet, bugüne kadar gözümüzün önünde olan ama görmezden geldiğimiz insanlar var ya, hani farkına varmadığımız, hani iki kelime konuşmaktan sıkıldığımız.

Onlar 'CV'si olmayan (özel tahsil ve beceri istemeyen)  işlerin insanları... Onlar 'uzaktan' gelenler... Onlar İstanbul'da denizi yılda bir kez görenler...

Onlar birbiri ile konuşmayanlar... Onlar yanlarında bir adet gazete bile getirmeyenler... Evet hiçbirinin kolunun altında bir gazete yok... Bir adet bile... Onlar telefona, internete bakmayanlar... Twitter vimitter filan bilmeyenler... 'Selfie' çekmeyenler...

Onlar nasırlı eller... Yorgun bacaklar... Onlar talimatla bayrak kaldıranlar...itaat edenler... Onlar beslenemedikleri için boyu benden kısa olanlar... en son Japonya'da metroda böyle hissetmiştim... ama onlarınki genetikti, bizimkisi yetersizlik...

Otobüs ile geliyorlar çünkü arabaları yok çoğunun... Olsa da benzine paraları yok... Nerede ise tamamı geldikleri ilçe teşkilatı tarafından sağlanan anlık veya devamlı yardıma muhtaç. Bizim "Makarnaya, bulgura oyunu satıyorlar!" diye kızdığımız, aşağıladığımız insanlar...

Ama o 'Makarna' o kadar değerli ki onlar için... Çocuğu o makarna sayesinde  doyuyor. Bunu 1 liraya satılan simide, 50 kuruşa satılan suya yutkunarak bakan onlarcasını görünce anladım. İşte ben bunu görmek için oradaydım.

Eğitimsiz kafalar düalistik çalışıyor. Yani basit "ikilemler" çok etkili... İyi kötü.. .sıcak soğuk gibi... Recep Tayyip Erdoğan - Kılıçdaroğlu Tayyip iyi, Kılıçdaroğlu kötü... Tayyip akıllı, Kılıçdaroğlu aptal... Tayyip sağlam irade, Kılıçdaroğlu çürük elma... Acaip ucuz ve seviyesiz bir Tayyip-Kılıçdaroğlu photoshop pankartı önünde adeta çıldırıyorlar.

Tayyip helikopterle dolaşırken bir heyecan oluyor, el sallamalar filan. Tayyip kitle iletişimi konusunda önemli taktikler kullanıyor.. .önce yukarıdan bakıyor... Sonra helikopterden talimat yolluyor, arka kısma insan alın, dışarıda kalanlar var filan diye. Vay be! Adam oradan bile müdahele ediyor! Kürsüden iletiyorlar mesajı. Çok seviyor bu kitle bu aşağılayan davranışı! Neden biliyor musunuz? Çünkü yönlendirilmenin dışında alternatifleri yok. Hayatları boyunca hep talimat alanlar onlar... aç kalmamak için itaat edenler. Yine aynısı oluyor. (...) Milyon yıllık insanlık tarihinin evrimsel sonucudur... Gücü sevmek. Kim güçlü ise o çekici işte..’

*

Evet, ilginç bir yazı.. Anlaşılan, bu, -kendi deyimiyle-Çapulcu’, hep yoğurdun-kaymağını yemiş olan ’asker-bürokrasi- sermaye patronları’ üçgeninden çıkıp, doğduğu toprakların insanlarıyla ilk kez karşılaşmış.. Bu tesbitler aslında, sadece o kişinin değil, Etiler’in, Levent’in, Nişantaşı’nın, Kadıköy’ün, helâl lokma için bin zahmet çekmek nedir bilmeyen ve  entellektüelliklerini, ızdırabları Mona Lisa tablolarından temaşa ederek sergilemeye çalışan; kemalist-laik rejimin bey’at kültürüyle büyütülen lümpen sosyete takımının tesbitleri..

*

Hoca Feyzullah ve de Âfetullah..

Geçen gün, Urfalı bir kardeş telefon etti ve ‘bir takım yazar-çizerler nasıl olup da, bizim 25 senedir içinde olduğumuz bir cemaatin sözcüsü gibi hareket ediyorlar? Bunlar mı bizi temsil ediyorlar şimdi?’ diye yakınarak bazı isimler zikretti.

-‘Pekiy, Modern Alamut Kalesi şeyhi Hassan Sabbah durumundaki Pennsylvania Şeyhi mi temsil ediyor sizi?..’  diye takıldım.

Arınç’a inad olsun dercesine, beklenmeyen bir karşılık verdi: ‘Onu boş ver.. O, zâten tozuttu.. Biz ona Âfetullah diyoruz artık..’ dedi.

-Âfetullah mı?

- Ne yapalım, geldiği nokta itibariyle daha münasib bir sıfat bulamadık kendisine..

*

Evet, düne kadar çok saygı gösterilen bir kimseye, bağlılarından bazılarının artık böyle bir sıfat takmaları üzerinde durulması gerekmez mi? Ki, E. Dumanlı gibi en yakın adamları aracılığıyla, AK Parti dışındaki partilere oy verilebileceğini, ama, AK Parti’ye verilmemesi gerektiğini söyleyen bir kimseye, nice bağlıları koru koruna itaat edecekler midir? Yoksa, onlar, kutsal bir şahsiyete eleştiri getirdikleri için lanetlenmiş gibi mi sayılacaklardır.

Bu yaklaşımla, güçlendirilmek istenen, Osmanlı’nın son yıllarından itibaren, son 100 yılı aşkın zamandır, ülkemizin ve halkımızın kaderi üzerinde kendi tahakküm düzenlerini kurmuş olan İttihad- Terakkici, kemalist- laik- türkçü kesimlerin, asker ve bürokrasi tahakkümünü sürdürmek isteyen oligarşik diktatörlüğün hortlatılması olmayacak mıdır?  Ve müslüman halkın kazanımlarını, bir cemaatin menfaatleri adına tehlikeye atmanın mantığı nedir?

*

Bu vesileyle, bir de tarihimizden, 350 sene öncelere aid Feyzullah Efendi’nin macerasına da bir gözatalım.

Geçenlerde, Abdurrahîm Boynukalın’ın kaleminden Şeyhulislam Feyzullah Efendi üzerine bir yazı okumuştum. (Yeni Şafak, 18.12.2013).

Birileriyle arasında bazı ilginç benzerlikler vardı veya kurulmak istenmişti..

Kim miydi bu Şeyhulislam Feyzullah Efendi?

1639 yılında Erzurum'da doğmuş, medreselerde okumuş ve parlak zekâsıyla ve zamanla, Osmanlı sisteminde müderris, kazasker, şehzade hocası ve en sonunda 50 yaşında Şeyhulislam olmuş bir zât.. Ancak, henüz bir ayını bile doldurmadan, Şeyhulislamlıktan azledilir ve memleketine gönderilir.

7 sene kenarda bekler ve bir zamanlar kendisine hocalık yaptığı şehzade, II. Mustafa olarak tahta çıkınca, yeniden Şeyhulislamlığa getirilir ve Padişah’ın kendisine güveni sâyesinde, Osmanlı sisteminin en önemli ikinci adamı oluverir. Ve iktidar hırsı gözünü döndürür.

'Beşik âlimliği' diye bir şey icad eder ve kendisinden sonra Şeyhülislam olacak kişinin oğlu Fethullah olmasına dair izin çıkartır. Bürokrasinin, askeriyenin, kadıların, valilerin tâyinlerine karışmaya başlar. Artık devlet içinde devlet olmuştur. Sarayda ondan habersiz kuş uçmaz hale gelir..

Bu durumun başına iş açacağını düşünen etrafındaki kişiler, Feyzullah Efendiyi uyarmışsa da cevabı her defasında mânidâr olur: 'Bizim halimiz Bahr-i Muhit'te (okyanusta) fırtınaya yakalanan bir gemiye benzer; ya kenar-ı selâmet, ya liman-ı eman buluncaya dek rüzgârın önüne düşüp gitmekten gayri çaremiz yoktur.'

Ve 1699 yılına gelinir. Osmanlı, Karlofça Andlaşması'yla ilk kez olarak toprak kaybeder. Meydana gelen sosyal travmanın suçluları aranırken, bulunan bir isim de Şeyhulislam Feyzullah Efendi’dir.

Şeyhülislam’ın karıştığı devlet işleri başına belâ olmuş, mağdur olan kişiler kendisine karşı birleşmiştir. Bir yeniçeri isyanı daha patlak verir ve isyancılar Padişah'dan Şeyhulislam Feyzullah Efendi ile oğullarının kendilerine teslim edilmesini isterler. Padişah II. Mustafa, Hoca’yı azledip memleketine gönderir. Ancak, yolda Feyzullah Efendi isyancılar tarafından yakalanıp öldürülür.  

*

Evet, ’gıybet, dedikodu ve fitneden kaçınılmalı’  da..

Müslümanlar arasında öteden beri, hem güzel, hem de kötüye kullanmaya suisitimale müsaid bir anlayış vardır.

Bir kimse aleyhinde konuşulacağı zaman, genelde, o aleyhde konuşmayı istemeyenlerce, ’o kişi burada değildir, aleyhinde konuşmak gıybet,  dedikonu ve hattâ fitne olur ve bunların herbirisi de haramdır ve kaçınılması gerekir..’ denilir ve ortaya sıkıntılı bir tablo çıkar. Çünkü, sözüne devam etmek isteyenler, âdetâ, şer’î hükümlere itibar etmiyormuş gibi bir duruma düşecekleri ihtimaliyle vurulurlar. Ve o zaman da, gıybet, dedikodu veya fitneden uzak durmak  isteğini samimiyetle veya bir taktik olarak kullananlar..

Ancaaak..

Söz ve davranışları kamuoyunun gözü önünde olan birisi hakkında konuşmak, gıybet, dedikodu veya fitne olur mu? Diger bir deyimle, umûma, kamuya mal olmuş açık beyan ve davranışları olan kişiler hakkında, ‘O şimdi yanımızda değil.. Onun gıyabında konuşmayalım, gıybet olmasın..’ denilmesi doğru mudur?

Önce, bu konuyu anlamak lâzım geliyor.

’Kişinin gizli hallerini araştırmanın gıybete gireceği, ama, umûma açık olarak ve alenen söylenmiş sözlerin, yapılmış hareketlerin hakkında konuşmak için o kişilerin bizzat orada hazır bulunması gerekir mi?’

Evet, kimsenin gizli halleri araştırılmıyor, ortalıkta alenen söylenen söz veya sergilenen tavırların doğru olup olmadığı üzerinde konuşuluyorsa..

Ne yapmak gerekir?

*

O halde..

Tayyîb ile F.G. arasındaki ve neredeyse bir boğuşmaya dönüşen mücadelede, kim kimin gizli hallerini araştırıyor, bunlar ortada..

Böyleyken, birisi, sözgelimi, 1-2 milyonluk diyelim bir cemaatinin menfaatleri adına, 80 milyonluk bütün bir ülkeyi ve bütün müslüman coğrafyalarındaki bir heyecanı söndürmeye müncer olacak şekilde çalışırken, kimsenin gizli hallerini araştırmadan, bu tartışmada kişinin tarafını belirtmesi, gıybet, dedikodu veya fitne olur mu?

Geçen gün, bir ünlü hoca, kendisinin Tayyîb- Fethullah mücadelesini, Hz. Ali- Muaviye ihtilafına benzetti ve bu konuda bazı sahabeler gibi, tarafsız kalınması gerektiğini; fitne zamanlarında,  yürür vaziyette olanların durmaları, durur vaziyette olanların oturmaları, oturur vaziyette olanların yatar hale geçmeleri yönündeki hadis rivayetine uygun şekilde hareket etme edilmesini tavsiye etti.

Bu da bir görüştür.

Fakat, bu satırların sahibi, şahsen, kendi tarafımı, İbrahîm’in yanı olarak belirlediğimi ifade ediyorum.

Bu satırlarım da o serçenin feryad edişi gibi sayılsın..

*

Twitter, facebook, youtube  ve gizli ses kayıtları..

Twitter, facebook, youtube, selfie, instagram, akıllı cep telefonları, vs. diye bir yığın teknolojik iletişim aracı var günümüz dünyasında.. Çeyrek yüzyıl önce, internet ve ecep telefonları bile dünyamıza yabancı iken.. Bugün, her an bir yeni imkan ve araç çıkıyor karşımıza..

Bunlar kılıç gibidir, eşkıyanın eline verirsen yol keser, kelle koparır; mücahidin eline verirsen, Hakk bir dâvâ için kullanılır.

Ancak, bunların hepsinin de ipleri, Amerikan emperyalizminin elindedir. Yani, su başlarını devler tutmuş..

İnternette, gönderdiğiniz bir mesajın, -kime aid olduğu kesin olarak belirlenemese bile- en azından, nereden gönderildiği, IP numarasıyla, ülke içinden öğrenilebiliyor.

Twitter, facebook ve youtube gibi imkânlara ise, isteyen, sahte bir takım isimlerle de bir şeyler yükleyebiliyor, yazabiliyor ve belki, suyun başında bulunan Amerikan emperyalizmi bu hesabların kimler  ve nereden açıldığını biliyor; ama, Amerikan makamları dışında, başka ülkelere bu hususta bilgi vermeyebileceğini açıkça söylüyor. Bazı güçlü ülkeler önünde ise eğiliyor.

Yani, birilerince oynatılanlar, kendilerinin birilerini vurduklarını sanıyorlar, gerçekte ise, kazanan, emperyalist ve şeytanî odaklar..

Birileri, yüzlerce hesab açıyor, siyasî rakibleri için, her türlü iddia ve iftirayı ve hattâ aile mahremiyetlerine varıncaya kadar en tasavvur edilemez sahalardaki gizli dinleme ve gözlemleri dünyaya yansıtıyor. Bu durumda, mağdur olanlar hakkını aramaya kalkışıp, mahkemeden, bu yayınların durdurulmasını istediğinde, insan hakları, haberleşme özgürlüğü kısıtlanıyor  gibi feryadlar yükseliyor.. Ve bu yolda bir ülkeden kapatma kararı verilse bile, yasaklanan, kapatılan bu alanlara, uluslararası başka ulaşım imkanları var.

Nitekim, Türkiye’de de mahkemeden bir karar çıktığında, Hürr. ve Zaman gibi medya organları hemen, bu yasağın delinebilmesi için, uluslararası irtibat yollarının nasıl harekete geçirilebileceğinin şifrelerini verdiler.

Amerikan makamları ise, Türkiye’de haberleşme özgürlüğünün kısıtlanması yolundaki adımların kaygıyla izlendiğini açıklıyor.

Ama, kendi ülkeleri ve vatandaşları için tehlike olduğunda nasıl davrandıklarını, WikiLeaks belgeleri diye gizli belgeleri açıklayan Julian Assange’nin hâlen, Londra’daki Ekvator ülkesinin elçilik binasına sığınmış olarak aylardır orada yaşamak zorunda olduğundan ve keza; CIA belgelerini dünyaya açıklayan Edward Snowden’in şimdi ancak Rusya’ya sığınmış olarak yaşamak zorunda kaldığından anlayabiliriz.

Ama, aynı Amerika, Türkiye gibi ülkelerin gizli belgelerini bile yayınlayan ve her türlü entrika odaklarını, haberleşme özgürlüğü  adına koruyor. Türkiye mahkemeleri sözkonusu yayınların durdurulmasına karar verdiğinde ise, bu iletişim birimleri, ‘Biz ticarî şirketiz, başka ülkelerin mahkemeleri bizi bağlamaz..’  diyebiliyor.

Bu da gösteriyor ki, bu teknolojik iletişim imkanları gerçekte emperyalizmin emrinde, birer saatli bomba mesâbesindedir. Ve hele de başka ülkelerin iç siyasetlerini kendi istedikleri şekilde düzenlemek isteyen emperyalist odakların, sahte, uyduruk ses kayıdlarını bile devreye sokmaları, oynanan büyük oyunu göstermektedir. 

*

Her sesin istenilen şekilde taklidi, teknolojik olarak nasıl mümkün?

Bu konuda, (şimdilerde Tayyib Erdoğan’a muhalif olmanın bayrakdarlığını yürüten) Nılıcak’ın, üç sene önce, 28 Ağustos 2011 günü Sabah’da yazdığı ‘Bir başarı öyküsü’ başlıklı bir makaleden, Zeyneb isimli bir hanımın başarısını anlattığı bir bölümü aktaralım:

’… O, şöhretli bir babanın, çok tanınmış ve sevilen bir sanatçı annenin kızı. (...) Fevkalâde iyi bir eğitim aldı. Harvard'da elektronik mühendisliği okuduktan sonra, Cambridge'de "ses sentezleme ve konuşturmacı dönüştürme" alanında çalıştı. Doktorası, "seslerin farklı duygulara dönüştürülmesi" ile ilgiliydi.

250 sayfalık doktora tezini, 20-30 sayfalık bir makale halinde, teknoloji dünyasının prestijli yayınlarından olan Speech Communication (Sesle İletişim) dergisinde yayınladı. (…) Zeynep'in, Cambridge'de, teknolojiyi birlikte geliştirdiği bir grubu vardı. Ses sentezleme sistemlerini bir çok alanda uyguladılar. Ne yapabileceklerine bir örnek vermek gerekirse: Sözgelimi, Tayyip Erdoğan'ın ses kayıtlarını alıp, iyice temizleyebilirler. Toplanan bu verilerden hareketle, onun gırtlak ve ağız modelini makinede yaratıp, yazılan herhangi bir metni, makinenin Tayyip Erdoğan'ın sesiyle okumasını sağlayabilirler. Kelimeleri bir araya getirip, yeni söylemler oluşturmuyorlar; modeli istedikleri gibi konuşturabiliyorlar. Ayrıca, sözleri, öfkeli ya da duygusal bir havada aktarabiliyorlar.

(...)Bu anlattıklarımdan, belki de doktora konusunu tam olarak anlamamış olabilirsiniz. Ben de kendisinden rica ettim, "Biraz açabilir misin?" diye...

Açıkladı:

- Meselâ, 15 dakika sizi konuşturalım, 15 dakika da başkasını. Makine, sesleri modelliyor, sonra o modelleri birbirine dönüştürüyor. Sizin konuştuklarınızı bir başkası konuşabiliyor. Aynı prensipten yola çıkarak, duyguları da yansıtacak bir çalışma gerçekleştirdim. Gerekli vurguları yapmak suretiyle, konuşmaya mutlu, heyecanlı ya da sinirli bir hava verebiliyoruz.’

*

Evet, sadece bu satırlar bile, emperyalist güçlerin, şeytanî odakların teknolojik imkanlarla ne gibi büyük oyunları oynanabileceğini gözler önüne sermeye yetiyor.

*

Nitekim, Tayyîb Erdoğan da bu oyuna dikkati çekiyor ve 24 Mart 2014 akşamı, NTV ve STAR TV’nin ortak canlı yayınında bu konulara değiniyor ve Twitter yasaklanması için ’Düzeltmezseniz, biz de kapatırız. O zaman yasaklara uysunlar biz de yasağı kaldıralım. Twitter dediğiniz olay nedir? Bir şirket. Bu olayın arkasında aslında Youtube var.’ diyor ve şöyle devam ediyordu: ’Twitter, Alman hükümetinin talebi üzerine Neo-Nazi hesablarını engellemiştir. Fransa’da ırkçı talepler mahkeme kararı üzerine kaldırılmıştır. Hindistan’da Bodo kabilesi ile ilgili çıkan olaylar nedeniyle ülke genelinde yasaklanmıştır. İngiltere Başbakan Cameron 2010 yılında çıkan olaylar sırasında provokatif olaylar nedeniyle Twitter’a yasak getirebileceğini ifade etmiştir. Ben ülkemdekilere soruyorum, bütün bu olaylar karşısında hukuk tanımazlığınız nedir? Mahkeme kararı Twitter’a iletiliyor. Hiç duymuyor. Sen benim ülkemin ulusal güvenliğini tehdit ediyorsun. Başbakana birileri kalkacak ’başçalan’ diyecek. Bütün bunlara rağmen kendileri uyarılıyor ama kaldırmıyorlar. Bu hesablar maalesef kapatılmıyor. Bizim yapmamız gereken sorumluluk noktasında olan biri olarak, bu işi düzelttiniz düzelttiniz. Düzeltmediniz biz de kapatırız. O zaman yasaklara uysunlar biz de yasağı kaldıralım.

Twitter dediğiniz olay nedir? Bir şirket. Bu olayın arkasında aslında Youtube var. Bir avukat hanım kardeşimize hiç edebe-adaba uymayan bir şey yaptılar. Ben anlamıyorum bu köşe yazarlarını. Neyin, kimin avukatlığını yapıyorlar. Çeşitli ülkelerden örnekler verdim. Bizim ülkemiz muz cumhuriyeti değildir. Şu anda bir iki taneyle ilgili tamam dediler ama sayı bir iki değil ki. Benim bildiğim 700’e yakın uygulama var. Bunlar şimdi peyderpey kendilerine bildiriliyor. Kaldırmaları halinde gereği yapılır. Uyarıyoruz, gereğini yapmıyorsun. Ben tabii sayın cumhurbaşkanımız böyle bir şey yapmış olabilir. Ben aynı şeyi paylaşmıyorum. Sayın cumhurbaşkanımız tweet atabilir. Ben bunlardan pek hoşlanmıyorum. Bu tür şeylerle uğraşacak vaktim de yok.”

“Bunlar çarpıtılan şeyler. İşlerine geldiğinde Avrupa Birliği’ne aykırıdır filan, hep söylerler. Avrupa Birliği önce üzerine düşeni bir yapsın. Hukuka saygıları varsa önce gereğini yapsınlar. Bu bizim iç hukuk meselimizdir. Mahkeme kararları var. Avrupa Birliği o zaman diğer ülkelere uygulananı niye göz ardı ediyor. Biz bu özgürlükler meselesini bu Avrupa Birliği üyelerinden çok daha ileride hallettik. Adam kalkıyor hakaret ediyor ne oluyor. Avrupa ülkelerinin çoğunda bunu yapamazsınız. Özgürlük hâlâ bizim ülkemizde tam anlaşılmış değil. Burada çok önemli olan özel hayatın ihlali de söz konusu. Yapamazsınız. (...) Siz Obama’nın telefonunu dinleyebilir misiniz?

Bir Merkel’in telefonunun dinlendiği ortaya çıktı. Ayağa kalktılar. Biz de niye böyle oluyor, Avrupa Birliği böyle hareket ediyor? Bizim yorumcularımızın bunu görmesi lâzım.”

*

Biz bu satırları yazarken, son bir haber daha bir ürpertici idi..

Uluslararası andlaşmalara göre, Suriye’de sınırları içinde, Fırat üzerinde, Türkiye sınırından 40 km. kadar güneyde bulunan ve ama, ’Türkiye devletine aid bir toprak parçası’ olarak kabul edildiği için 25 askerlik bir özel tim tarafından korunan 8-9 dönümlük Cabir Kalesi ve (Osman Gazi’nin büyük dedelerinden) Süleyman Şah Türbesi’nin Suriye’de çeşitli silahlı mücadele veren ve kısaca (IŞİD) diye anılan (Irak- Şâm İslam Devleti) gibi örgütlerin ve diğer grupların saldırısına uğraması ihtimaline karşı alınacak tedbirler üzerinde, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan bir gizli toplantıdaki konuşmaların, ortam dinlemesi yoluyla kaydedilip, 27 Mart günü, Youtube’da  kısmen tahrif edilerek de olsa yayınlanmış olması, bu gibi teknolojik imkanların ne gibi tehlikeli siber saldırılara dönüştürüldüğünü bir daha ortaya koymuş bulunuyor. Bu gelişme karşısında Türkiye Hükûmeti de, hemen Youtube’a erişilmesinin yolunu tıkamış gözüküyor.

Ama, hemen ardından Hürr. gazetesi ve dier muhalif odaklarınm, bu yasağın nasıl delinebileceğine dair teknik bilgileri internet sitelerinden duyurması, kimilerin, kimlerle birlikte nasıl bir iş tuttuklarını göstermeye yeter de artar bile.. O gazete ki, ’Türkiye türklerindir..’ lafını, müslüman halkımız içindeki başka etnik unsurların bu ülkede sözsahibi olmadığına dair iddiasını 60 küsur yıldır, logosundan tekrarlayıp dururken, şimdi, bu  ülkeyi ’yönetilemez bir durumda göstermek’ hedefi yolunda, yeni entrikalar tezgahlıyor. Halbuki, bu gibi sızdırmayı başkası yapsaydı, aynı gazete, hemen ’vatan hainliği’ damgasını vururdu, halkı olarak..

*

Mısır’ın çağdaş fir’avunu, yüzlerce idâma daha hazırlanırken..

Evet, bir Müslüman dünyası ve coğrafyaları üzerinde, emperyalist-şeytanî güçlere tam bir işbirliği halinde çalışıyorlar.

Bunun son bir örneğini de 24 Mart günü, Mısır’da, General Abdulfettâh es’Sisî liderliğindeki askerî darbecilerin elindeki bir mahkemenin, tam 529 kişiyi, bir kaç saatlik bir yargılama sonunda, idâm cezasına çarptırmış olmasında gördük..

Bu mahkemenin kararı kesin.. Ancak, bu kararın uygulanabilmesi için Mısır Başmüftülüğü’nün ’olur’unun alınması gerekiyor.

Dünyadan tepkiler, ’Kabul edilemez!..’ gibi bir takım beyanların dile getirilmesinden ibaret..

Ama, Mısır’ın içinden, laikler, darbeciler, kendilerini liberal olarak niteleyen emperyalist kuklaları, hattâ tv. ekranlarından bile, sevinç çığlıkları atıyorlar ve ’Ne demek, 529; 5 bin, 10 bin, hattâ yüzbinler, milyonlar halinde idâmlar yapılmalı..’ diye kinlerini kusuyorlar.

Bu kinler kime mi?

İkhwan’ul’Muslimîyn’e..

80 küsur yıllık geçmişinde terör eylemlerine bulaşmamış olmakla övünen bu teşkilatın General es’Sisî tarafından terör örgütü olarak ilan edilmesi ve bu nitelemenin Suûd rejimi başta olmak üzere, bir takım sultacı arab rejimlerince de benimsenmesinden sonra, bu noktaya gelinmiş bulunuyor..

Bu sahnelerin, Türkiye’de de, kemalist-laiklerce ve onların ardındaki emperyalist güçlerce tekrarlanmak istenmiyeceğini düşünmek safdillik olur.

O halde, 30 Mart günü yapılacak olan seçimler, sadece bir seçim değildir. O seçimlerde büyük kitleler, iradelerini büyük bir ekseriyet halinde tekrar ortaya koysalar bile, gerektiğinde, kendi iradelerini savunmak için gereken kararlılık ve hazırlık içinde de olmazlarsa, Mısır’daki oyunun benzerleriyle karşılaşabilirler.

40-50 yıllık siyasî mücadelelerle, elde edilen kazanımların, hele de 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde, bir gecede milletin elinden nasıl alındığını yaşamış olanlar, şimdi de 12 yıllık bir iktidardan sonra, aynı zorbalıkların  tekrar sergilenmek isteebileceğini unutmamalıdırlar.

Biz Müslümanlar için, başkalarının gözyaşı dökeceğini sanmak saflığına düşmeden, her duruma karşı hazırlıklı olmaya var mıyız?

Evet, herkes İbrahîm’ini bulmalı ve tarafını ortaya koymalı..

haksöz

Bu yazı toplam 1276 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar