Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Hastalığa karşı tedbir' derken; ‘ölüm' bir ‘umacı' gibi mi sunulmalı?

Kendisinden başkasını düşünmeyen ‘ego-maniac’ bir ‘Sadece Ben’ çağında, karşımıza çıkan bir pandemik/ dünya çapında salgının, zengin-fakir ayrımı yapmadan herkesi vurmasıyla; insanlık önüne acaba yeni bir ufuk açılır mı ve materyalizmin gem’i azıya aldığı bu çağda içine düşülen ‘hodbin/bencil’lik çukurundan çıkılıp, ‘digergâm’lığı/ başkasını da düşünmeye yol bulunabilir mi dersiniz?

 

***

Ünlü rus yazarı Lev Tolstoy, bir savaşa, -prens olduğu için, üst dereceli bir kumandan rütbesiyle- katıldığında; bir subayın, bir askeri acımasızca dövdüğünü görünce, ‘O da senin gibi bir insan.. Utanmıyor musun? Bu hakkı nereden alıyorsun? Hiç mi İncil okumadın?’ diye çıkışır. O kumandan da ona, ‘Siz de ‘Askerin Eğitim Nizamnâmesi’ni okumamışsınız Prens cenapları..’ der.

O zaman Tolstoy bir daha anlar ki, insanlara yalnızca, maddî- materyalist bir değerler sistemine göre bakıp, onların derunî -manevî dünyalarının olduğu idrakinden yoksun olanlardan insaf gibi hasletler beklenemez.

 

***

Yarım asır öncelerde bir dergide, ‘Memento Mori!.’ başlıklı bir makale okumuştum. ‘Ölüm’ün, ‘hayatın en ayrılmaz ve gerekli bir gerçeği’ olduğu anlatılıyordu yazıda.. 2500 yıl öncelere aid bir mermer mezar taşının fotoğrafında da, işte o, ‘Memento Mori..’ yazısı vardı ve latince, ‘Ölüm’ü düşün!.’ ihtar ve tavsiyesi..

Ölüm, hayata biraz derince bakabilen her insanın ve toplumun taa baştan beri anlamaya çalıştığı, bir gerçek..

 

***

Bir dost anlattı: ‘Yıllarca önce, 10 gün kadar sürekli yağan nisan yağmurlarından sonra güneşli bir havaya kavuşunca, 3,5 yaşındaki torunumu parka götürdüğümde onbinlerin de park yerlerine hücum ettiği görülüyordu, iğne atılsa yere düşmez kabilinden.. Torunum saatlerce oynadı ve sonra yoruldu.. ‘Gidelim artık..’ dedi.. Dönüşte, ‘Dede, insanlar iyi ki ölüyor. Yoksa bize oynayacak yer kalmıyacak..’ deyivermişti.

O çocuk, yoksulluk içinde olsaydı, hayata ve yarınlara bakışı daha farklı olurdu, muhakkak ki..

Nitekim, çocuk psikiatrisi bir doktor arkadaş geçen gün, ‘Suriye’li çocuklardan öyleleri var ki, henüz 2-3 sene öncelerde ana-baba ve kardeşleriyle, huzur içinde yaşadıkları günlerin gerçek olduğuna şimdi bir türlü inanamıyorlar. Bir hayâl âlemi gibi görüyorlar o geçmişlerini..’ diyordu. Sahi, o çocukların içindeki fırtınalardan haberdar olmayanlar, hayata sadece ‘ben/ene/ego’ penceresinden bakmaktan nasıl kurtulabilir?

Ama, yeni nesiller de şimdi ‘kocaman çocuklar’ olarak bakıyorlar hayata; ‘Sadece Ben’ mantığıyla..

 

***

Bugünlerde ekranlardaki tartışma programları, neredeyse, ‘Coronavirus’e karşı tedbirden ziyade, topluma ölüm korkusu pompalamak mihveri etrafında devam edip gidiyor. Dehşete kapılmış bir halde, ‘Ölüm.. Sonrası yok..’ gibi laflar eden kocaman kişilere bile rastlanıyor. Materyalistler, sadece kendilerinin yaşama hakkını aziz bilir; ‘Cehennem, yani diğerleri..’ derler. Nitekim Avrupa ve Amerikan toplumları, bütün insanlığı tehdit eden son salgın, ancak, tehlike kendi kapılarına gelince uyandılar.

 

***

Doğrusu, ‘ölüm’ün yok olmak değil ve hayatın bir varlığı olduğuna inanılmadıkça, hayat nasıl anlaşılabilir ki? Ölümü düşünemeyenler hayatı da anlayamaz.

Edebiyatımızda Câhid Sıtkı Tarancı şiirlerinde ölüm korkusunu işlerken, ‘ölüm’ü korkulacak değil; sevdiklerine kavuşmak fırsatı olarak düşünen Ziya Osman Sabâ ise, ‘Rabbim, çok şükür öleceğiz!.’ der. Mesnevî diliyle, ‘perdenin öte tarafına geçmek’tir, hayatın bu gerçeği..

 

***

Dünyaya hikmet ve irfan penceresinden Müslümanlar, ‘Uykuyu küçük ölüm bil; ölümü de derin uyku.. Tekrar uyanacaksın..’ derler.

 

***

Bu yazı toplam 584 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar