Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Hamâset diliyle realite arasındaki uçurumu görmek..

Önceki yazımda, Başbakan Davudoğlu’nun, Mardin-Artuklu Üni’de 5 Şubat günü yaptığı konuşmasında, ‘Ya, Sykes- Picot (Arab beldelerini bölüşen anlaşma) kazanacak, ya da Kut’ul’Ammâre..’ demesine değinmiş ve Çanakkale’den de önemli olan o büyük Kut Zaferini -İngiltere baskısıyla- unutturulmamız üzerinden 65 yıl geçtiğini ve o sözün gereğini yerine getirmenin söylendiği kadar sâde olmadığını dile getirmiştim.

Ancak, sütunun hacmi belli olduğundan, ‘Kut Zaferi’nin ne olduğuna değinememiştim. Bugün Irak coğrafyasında Bağdad-Basra arasında, Dicle kıyısında kalan (Kut-al’Ammarah) / Kut’ul Ammâre’de kazanılan o zafer, 1. Dünya Savaşı içindeki muharebelerin en çetinlerinden birisi olup, Osmanlı paşası Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın ve askerlerinin çetin mücadelesiyle elde edilmiş ve ingiliz kuvetlerinin komutanı General Towsend ve binlerce asker esir alınmış, İngiltere  Kut Savaşı’nda 30 binden fazla kayıp vermişlerdi.

***

Kut Zaferi,  her yıl dönümünde, büyük törenlerle kutlanırdı. Ama, Türkiye, Sovyet Rusya tehdidleri karşısında NATO’ya girmeye çalışırken, İngiltere, ‘Mâdem ki, NATO’da müttefik olacağız, önce şu Kut  kutlamalarını kaldırınız.’  diye bastırınca, 1952’de son verilmişti.

***

Bugün ise.. ‘Ya, Sykes- Picot (Saykis -Piko) kazanacak, ya Kut’ul Ammâre?’ söylemi kulağımıza hoş gelse bile, konunun bu şekilde dile getirilmesinin üzerinde de durulmalıdır.

Çünkü, Kut Zaferi’nden birkaç sene sonra, İngiltere ve Fransa, subaylarının Sykes ve Picot isimli iki kişinin eline tutuşturdukları cedveller aracılığıyla, Osmanlı’nın Arab beldelerini diledikleri gibi bölüşüyorlardı, aralarında..

Yani, Kut Zaferi’nin sonuçları, taa o zaman yok sayılmıştı.. O halde, Davudoğlu’nun o sözü çarpıcı olsa bile, tarihteki yerine oturtulacak olursa, nihaî zaferin, İngilte ve Fransa’nın kâr hanesine yazıldığı görülür.. O halde, bugün -hele de NATO üyeliği sürerken- Kut Zaferi’nden söz etmek?

O NATO ki, bizi korumak adına, esir almış durumda..

***

Bir diğer konu..

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, emperyalist güçlerin Irak ve Suriye’deki entrikalarına değinirken, ‘Dostlarımız, PYD’ye bizim bile almakta zorlandığımız silahlahları vermişler.’ diye yakınıp, sonra da, Rusya ve İran’ı eleştiriyor ve ‘Rusya’nın Suriye’de ne işi var, sınırı mı var?  İran’ın ne işi var, sınırı mı var?’ diye soruyordu.

Haklı..

Ancaaak.. Bu soruyu, Rusya ve İran’a olduğu kadar ve aynı güçlülükle başkalarına da sorabilecek miyiz? ‘Irak ve Suriye’yi yıllardır virâneye dönüştüren Amerikan emperyalizminin  ve İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi müttefiklerinin sınırı var mı?’ diye soramıyorsak..

Suûdî rejiminin de Suriye’yle sınırı yok, ama, o da kara gücü göndereceğini söylüyor.

Çünkü, Irak’la 335 km,  Suriye ile 900 km.’yi aşan bir sınırı olduğu Türkiye bu sınırların yakınlarında tedbir almaya çalışırken, dünyanın gözü üzerinde oluyor ve bir takım muhtemel operasyonlarda bulunabileceğinden dolayı rahatsızlıklar dile getiriliyor belli çevrelerde..

Bu arada, Erdoğan, Irak’a müdahale için Amerika’yla işbirliği yapılmasına dair 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis tarafından reddedilmesinin bedelinin ağır ödendiğini söyleyip,  Suriye’de aynı hatanın yapılmayacağını belirtiyor. Ama, bu nasıl olacak?

***

O zaman, ‘Irak’a gidilseydi, oradan gelecek olan tâbutların hesabı verilemezdi..’ diye ciddî sözler söyleyenlerden niceleri de şimdi, Hükûmet’i ‘Suriye’de pasif kalmak’la suçluyorlar.

Türkiye’nin hareket kabiliyeti ise, üyesi olduğu NATO’yla sınırlı..

***

Hamâsî sözler söylerken, şu acı gerçeği de tekrar hatırlayalım..  ‘Sykes- Picot Anlaşması’nın yerine, bugün bu coğrafyalarda başka ‘Sykes- Picot’lar çok daha modern barbarlık barbarlık oluşturulmaya isteniyor.

Kut’ul Ammâre ise, hem geride kaldı, hem de coğrafî olarak bile, yâd el sayılmaya başlandı. Hattâ Misâq-ı Millî diye kutsanan metinde bile, müslümanların vatan telakkilerinin dışına atılmaya çalışılarak..

stargazete

Bu yazı toplam 735 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar