Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Halkımızın "haram ilişkileri kabul etmeyen iradesi"ne teslim oluş...

Halkımızın "haram ilişkileri kabul etmeyen iradesi"ne teslim oluş, sağlıklı bir gelişmedir!

Evet, tam bir aymazlık ve utanmazlık sözkonusu idi..

Sanıyordum ki, bu iddiaları reddeder, sonuna kadar direnir ve o iddiaların yalan olduğunu belgeler..

Ama, onu yap(a)madı..

Kendisine güveninin olmadığını bu şekilde ortaya koymuş oldu..

Hadisenin ortaya çıkarılmasını suçladı, ama, konunun aslını reddetmedi..

Zinakârlığını kahramanlık halinde sergilemeye çalıştı..

Yandaşlarının utanmazlığı ve aymazlığı ise, daha bir tehlikeli idi..

Sosyal bünyeyi tahrib edecek boyuttaki bir ahlâksızlığın gem"i azıya alması sözkonusuydu..

Bir zinakârdan bir kahraman üretmeye çalışıyorlardı..

Bir takım goygoycular, yalakalar, günlerce, gürültülü gösteriler yaptılar, liderlerine "N"olur, dön!.." diye..

Sonra, ülkenin her bir yanından getirttikleri -3 yıl öncelerde, 2007 baharında tezgahlanan ve cumh. mitingleri denilen gösterileri hatırlatırcasına, bindirilmiş kıt"alardan oluşan- binlerce insanı bir araya topladılar, ekranlardan dışarıya fırlarcasına çılgın gösteriler yaptılar, pankartlar açtılar.. Sanki,  "Her ne yapmış olursan ol, helâl olsun sana; yeter ki başımızda kal!" der gibiydiler.. Daha ilginç olanı ise, liderlerini, "Liderdir, ne yapsa yeridir.." dercesine baştâcı etmeye  devam ediyorlar ve hattâ, "Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalılar.."  diye pankart taşıyabiliyorlar, zinakârlıkla itham olunan liderlerini sahibleniyorlardı..

(Bu grupların arkasında İst. Maltepe Belediyesi Başk. M. Zengin"in bulunduğu ve bu kişinin de sözkonusu liderle akraba olduğu açıklanınca, sözkonusu liderin oğlunun bacanağı olduğunu açıkladığını belirtelim.)

"Kemalist-laikler"in tahmin edilmeyecek derecede beklenmiyen yeni bir azgınlığı daha sözkonusuydu.. Ve ülkedeki mevcud rejimin kurucusu olan 90 yıllık ve en büyük muhalefet partisinin bağlısı veya tarafdarı olan milyonlarca insanın ahlâk ve aile anlayışının da üzerine kocaman bir sual işareti koyma çabasındaydılar, âdetâ..

Bu milyonların şaibe altına girmesi, bütün bir toplumu zehirleyebilirdi..

Sözkonusu lider ise, sadece komplodan sözediyordu..

Bir komplo olduğu, bir gizli ve haram ilişkinin gizlice kaydolunduğu açıktı ve "Bunu kim yapmıştı" sorusu elbette önemliydi; ama, ondan da önemli olan, varlığı reddedilemiyen bu ilişkinin kendisiydi ve bu gözden kaçırılmaya çalışılıyordu..

Nitekim, Ecevit döneminin Adalet Bakanı Hikmet Sâmi Türk, 13 Mayıs günü, "sözkonusu ilişkinin inkar edilmediğini" belirterek, "Söz konusu komplo içinde, bu iki kişiyi de mi AK Parti bir araya getirdi?" diye sormaktan kendisini alamıyordu..

Tayyîb Erdoğan da, 15 Mayıs günü, Yunanistan gezisine çıkarken, sözkonusu çirkin hadise hakkında şöyle diyordu: "Bu gizli buluşma, iddia edildiği gibi gerçekten de gerçekleştiyse, -ki, şu ana kadar anamuhalefet lideri böyle bir şey yapmadığını da söylemiyor; diğer isim, o da söylemiyor-  'en çok üzüntü konusu, toplumsal ahlâk değerleri açısından bir erozyona uğratılma gayretidir, en büyük tehlike aslında buradadır.." diyor ve şöyle devam ediyordu: 'Bu işleri meşru görme gayreti içinde olanlar var. En tehlikeli olan yan buradadır. Bu memleketi ayakta tutan en önemli güç toplumsal ahlâkımızdır, bunun üzerinde spekülasyona girenler var. Bunun üzerinde mağdurları oynayanlar var, kusura bakmasınlar böyle bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Ve bu tür rolü oynayanları, eşlerine ihanet edenleri, biz hiçbir zaman bu toplumun içinde kalkıp da mağdur olarak göremeyiz, mağdur olarak da kimseye gösteremeyiz..' 

Evet, bu konuda Tayyîb Erdoğan"a katılmamak mümkün mü?

Bu vesileyle belirtelim ki, bütün ilahî dinlerin "gayrimeşrû" ilişkiler /  zinâ konusunda getirdiği sert sınırlamaları aşağılayan laiklerin, ortaya çıkan bu vesileyle zinâ iddialarına karışan ve bu iddiaları reddetmeyen kişilerden hele de erkek olan "lider" kişiyi bir kahraman gibi gösterme çabaları, tam bir utanmazlıktır, aymazlıktır.. 

Halbuki, İslam, zinâ eden erkek ve kadının ikisini de aynı ölçüde suçlamakta ve cezalandırmaktadır..

Yani, bu gibi haram ilişkilerde erkek ile kadın arasında bir fark yoktur..

Bu son hadiseyle, kemalist / laikler bu incelikleri, ve toplumun namus ve ahlâk anlayışına aldırmayacak kadar cür"etkâr ve milletten kopuk olduklarını sergilediler.

Zina ile suçlanan erkeğin eşinin, "Pişkin Teyze.."  rolünde,  kocasına destek verdiği açıklanırken; aynı ahlâksız ilişkinin karşı tarafında yer alan m. vekili kadının da bir reddi, inkarı olmadığı gibi, kocasının da hiç sesi çıkmamakta!. Hattâ, "m. vekilliğinden istifa edecek misiniz?"  sorusuna, m. vekilliğinin keyfini sürmek istercesine, "20 yıl çalışarak geldim ben bu noktaya, niye istifa edeyim?" diye karşılık vermekte; "eşi ve çocuğuyla birlikte, onların desteğiyle, bu sıkıntılı süreci atlatacağına inandığını" ifade edebilmekte..

Hatırlayalım ki, Amerikan eski başkanlarından Bill Clinton da Monika Skandalı"nda, benzer bir ahlâksız ilişkiye girdiğini, önce, aylarca reddetmiş ve amma, sonunda  televizyona çıkıp, ağlıyarak, "sırf, ailemin dağılmasını önlemek için, yalan söyledim.."  diyor ve özür dileyerek, başkanlıktan azlini önleyebilmişti..

Bizdekilerde böyle bir itiraf veya özür dileme bile yok.. Tersine, bu çirkin ilişkiler,  bir "istifa"yla ve o istifayı geri aldırmak için yükseltilen gürültülü "geri dön" çığlıkları ile yok sayılmaya çalışıldı..

Kemalist -laikler, tam bir şaşkınlık içindeler..

Kimse, istifa eden "lider"in karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu.. Onun 15 senedir bütün parti teşkilatlarını kendi adamlarından oluşturduğu biliniyordu.. Ve o da, "Ben bu partiyi sokakta bulmadım.." diyor, gerekirse, büyük bir fedakârlık yapmış havasında, geri dönebileceğinin işaretlerini veriyor ve evinde, yine Genel Başkan havasında toplantılar tertib ediyordu.. Resmen dönmese bile, yine perde gerisinden yöneten konumunu korumaya yönelik çırpınışlar içinde olduğu gözleniyordu..

Ama, bu taktikler, yalanlayamadıkları o haram ilişki dolayısiyle, bir darbe yenilmesini önlemeye yetmiyeceğe benziyor.. Çünkü, 22 Mayıs"ta yapılacak olan kurultay öncesinde, düne kadar sözkonusu liderin seçkin çalışma arkadaşlarından birisi olarak sivrilen Kemal Kılıçdaroğlu"nun genelbaşkanlığa aday olduğunu açıklaması ve bunu yaparken, sözkonusu partinin Genel Sekreteri ve "mustafî (istifa eden) lider"in yıllarca en yakın çalışma arkadaşı Önder Sav"ın da beklenmiyen şekilde desteğini alması, nice planları alt-üst etmişe benziyor..

Eski lider bunu "kutsal olmayan ittifak " olarak nitelese de..

Sav"ın Kılıçdaroğlu"nu desteklediğini açıklaması üzerine, CHP"nin MYK"sında (Merkez Yönetim Kurulu"nda) ise ona, "Sen CIA ajanı mısın, nesin, 50 yıllık arkadaşını sattın!." diye saldırılmış ve Sav toplantıyı terketmiş, geride kalanlar da  oy birliğiyle, eski "lider"i dönmeye ve de M. Özyürek gibi önde gelen bir isim aracılığıyla, ekranlardan,  Sav"ı da istifaya alenen davet etmişlerdi.

Ama, Sav"ın, "O dönerse, yarınlarda Varan-2 diye ikinci bir gizli ilişki kaseti daha yayınlanırsa, o zaman yine mi istifa edecektir?" demesi, ortada tahammül edilemez derecede, ağır bir durumun olduğunu ortaya koyucu niteliktedir.. Her ne kadar, "müstafî lider",  komplo vs. gibi laf kalabalığıyla  durumunu kurtarmaya çalışsa da..

Nitekim, Sav"ın o sözlerinden bir gün sonra, sözkonusu partinin İl Başkanları toplantısında, bir "mağdur kahraman" olarak yükseltilmeye çalışılan kişiye ağır bir darbe indiriyordu.. Çünkü, 81 ilin başkanlarından 78"i Kılıçdaroğlu"nu destekliyor ve "N"olur dön!" diye feryadlar yükselten çığırtkanlar ve etraftan topladıkları binlerce kişi, bir anda buharlaşıyor ve de "mustafî lider"in etrafında kimse kalmayıveriyordu..

Bu gelişme, son derece dikkat çekici bir "sosyo-psikolojik" durumdur..

Buna karşı, "mustafî lider" ise, oynadığı büyük oyunun bu kez tutmadığını görmenin kızgınlığı ve tükenmişliği içinde, "düne kadar birlirlerine karşı ağır eleştiriler yapanların, bugün bir araya gelmesini ahlâkî bulmadığını" söyleyecek kadar pişkinlik sergileyebiliyordu..

Buradan çıkarılacak olan ders şudur ki: Ülkedeki en köklü kemalist-laik bir partinin ülke çapındaki yönetim kadroları bile, toplumun ahlâkî değerlerini hiçe sayacak bir davranış içine girilemiyeceğini görmüşlerdir..

Şimdi, siyasî açıdan, Kılıçdaroğlu"nun, o kemalist-laik partiyi biraz da olsa güçlendirebileceği gibi kaygular taşıyanlar olsa bile, o husus, bir faraziyedir. Hattâ,  gerçek bile olsa, siyasî bir mücadelede, müslüman halkımızın temel ahlâkî değerlerine açıkça meydan okumaya kalkışılamıyacağını gösteren bir tablo olarak ortaya çıkan bu durum, bir de memnuniyetle karşılanmalıdır.. En azından, öylesine çirkinliklere batmış bir lider, muhatab olmaktan devre dışı kalıyor.. Hasım veya rakibin de  haysiyetli, şahsiyetli, namuslu olması istenmez mi?

Kaldı ki, siyasî mücadele öne çıkanların hizmet anlayışına dayanarak kendilerini milletin reyine sunmaları esastır.. "Müstafî lider" ise, bilindiği üzere, başında bulunduğu partinin 90 yıllık ceberrutluğuna, tahakküm anlayışına, resmî ideoloji ilke ve ikonuna dayanarak ve de, başı sıkışınca, orduya veya yargıya dayanarak veya kendisini "Ergenekon Dosyası yargılamalarının avukatı" ilan edecek kadar, alenen yargı kurumlarını vesayeti altına çalışarak netice almaya çalışan bir siyasetçiydi..

Şimdi, anlaşılıyor ki,  o anlayışın en hizipçi, en kavgacı ve en delişmen temsilcisi durumunda olan o kişi ve kadrosu büyük çapta bir darbe yemiştir..

Kılıçdaroğlu "alevî" de, öteki laikler, "sünnî" mi sanki?

Bu güzel bir gelişmedir.. Çünkü, halkımızın ahlâkî zaaflara prim vermiyeceğinin anlaşıldığının zımnî itirafı vardır, bu gelişmelerde.. Bu gelişmelerin, kısa vâdede AK Parti"nin aleyhine olabileceği gibi düşünenler de olsa bile; halkımızın tamamının en azından bu açıdan kazançlı çıkacağı söylenebilir..

Ülkeyi nice zorluklara rağmen, 8 yıla yakın zamandır, yine de nisbeten iyi sayılabilecek bir ustalıkla yönetmiş olan Tayyîb Erdoğan ve AK Parti kadroları, sözkonusu örnekte olduğu üzere, ahlâkî açıdan, alenen "defo"lu olmayan bir görünümle çıkan bir rakiblerden korkmak yerine, halkın temel mes"elelerine sahib çıkmakta daha kararlı ve başkalarından önde olmakta daha hassas davranmak gerekliliğini de böylece daha bir derinlemesine kavrayabilirler..

Bu vesileyle belirtilmelidir ki, Kılıçdaroğlu da geçmişteki siyaseti izlerse, (ki, o siyaseti izlemiyecek kadroları oluşturmasının çok zor olduğu da bir ayrı konudur), "yerinde sayanların yürüyenlerden daha çok gürültü çıkardığı" misali üzere, gürültü yapmaktan ileri bir şey yapamıyacaktır..

Bu arada, Kılıçdaroğlu"nun Tunceli (Dersim)"li bir alevî dedesinin oğlu olmasının ileri sürülmesi üzerinde de duruluyor.. Sanki, sözkonusu kemalist-laik partinin  alevî olmayan öteki mensubları, "sünnî" imişler gibi..

Onların ne "çiçek" olduklarını müslüman halkımızın büyük kısmı, 90-100 yıldır bilmektedir ve onun içindir ki, o parti, iktidara halkın irade ve oyu ile tek başına gelecek kadar bir desteğe hiç bir zaman kavuşamamıştır..

*

Yeni bir lider arayışının arkasında, Tayyîb Erdoğan"ı bertaraf etmeye yönelik uluslararası entrikalar da yok mudur?

Bu arada üzerinde durulması gereken bir husus ise, bu tezgahın asıl hedefinin, sözkonusu "lider"i vurmak olmadığı, asıl hedefin, Tayyîb Erdoğan liderliğinde giderek güçlenen ve kendi müslüman halkının taleblerine ve tarihî temellerine doğru yönelme eğilimleri gösterdiğine dair, hele de Davos"daki "One minute.."  çıkışından ve siyonist İsrail rejimi C. Başkanı Shimon Perez"e, "Siz öldürmeyi, çocukları bile öldürmeyi iyi bilirsiniz.." diye başlayan sert hitabından beri dünyada, hele de müslüman toplumlarda daha bir sempati ile karşılanan Türkiye"yi durdurmak ve yeniden emperyalist devletlerin ve güç odaklarının "evet efendim" deyicisi durumuna getirmek için, bu siyasî satranç oyununun oynandığına dair iddia ve ihtimalleri da asla kenara atmamak gerekir..

Çünkü, "müstafî lider"in elindeki kemalist-laik parti"nin bir sene sonra, 2011 Mayısı"nda yapılması beklenen seçimlerde de halktan oy alamıyacağını bizzat kendi partilileri de biliyorlardı ve yolu tıkayan bu kişiyi bertaraf etmek de o kadar kolay gözükmüyordu, parti teşkilatındaki –mutlak zannettiği- hâkimiyeti dolayısiyle.. 

Bu durumda, uluslararası entrika merkezlerince, Tayyîb Erdoğan"a alternatif olarak topluma sunulacak şekilde bir başka lider tipi ortaya çıkarma kombinezonlarının tezgahlanmasına şaşılmamalıdır..

Hatırlayalım ki, 28 Şubat 1997 Askerî Müdahalesi"yle tökezletilmeye çalışılan siyasî çizginin 1999 seçimleri öncesindeki temsilcisi İslamî eğilimli Fazîlet Partisi"nin seçimlerden yine birinci parti çıkacağını hisseden yerli laik odakların ve uluslararası entrika çevrelerinin işbirliğiyle, hiç beklenmiyen bir anda, Öcalan, Türkiye"ye teslim edilmiş ve böylece, bunun o sırada Başbakan olan Ecevit"in bir başarısı olduğu görüntüsü verilerek, onun partisinin yüzde 23, ve türkçü- nasyonalist MHP"nin yüzde 17,  ve Fâzîlet"in  ise yüzde 15 almasının sosyo-psikolojik zemini sağlanarak kenara konulması ve Ecevit, Bahçeli ve Mesud Yılmaz koalisyonu ve iktidarı sağlanmıştı..

Yine hatırlayalım ki, Ecevit, o zaman, "Öcalan"ın niçin yakalanıp teslim edildiğini anlıyamadığını" itiraf etmiş ve "bunun, Amerikalılara hiç yalan söylemediği, onları aldatmadığı için kendisine duyulan güvenin bir karşılığı olduğunu düşündüğünü"  söylemişti..

Şimdi de, hem uluslararası entrika merkezlerinde ve hem de onların içerdeki en etkili uzantıları olan kemalist-laik güç odaklarında aynı planların yapılmadığını kim iddia ve garanti edebilir?

Unutmayalım ki, hele de son 1-2 yıldır, Tayyîb Erdoğan ismi ve onun liderliğindeki Türkiye, uluslararası siyasî arenalarda yeni bir güç unsuru olarak sivrilmekte ve bu durum, özellikle kapitalist emperyalizmin ve siyonizmin planlama ve karar merkezlerinde kayguyla izlenmektedir..

Bunu anlamak için, sadece şu son birkaç yıldır ve hele de son aylar boyunca Batı medyasında yayınlanan ciddî stratejik değerlendirmelere bakmak bile yeterlidir..

Türkiye"nin Brezilya"yla birlikte, nükleer teknolojisi konusunda İran"la imzalamaya muvaffak olduğu son anlaşma da ve bunun dünyada meydana getirdiği heyecan ve hayret de bunun bir örneği..

haksöz

Bu yazı toplam 2447 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar