Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Haklılık veya haksızlık için mutlak ölçü mü?

Aslında, bu yazıda başka konulara değinilecekti.. Özellikle de, dünyayı bugünlerde daha bir meşgul eden ve nükleer teknolojiye ulaşılmasının kontrolüyle ilgili olarak, İran’la, başını Amerikan emperyalizminin çektiği ’5+1’ diye anılan ülkeler ve güç odakları arasında yıllardır süregelen ve bir ’yılan hikayesi’ne dönen müzakerelerde artık bir uzlaşmaya varılmak üzere bulunulduğu konusuna değinilecekti.
Ama, son anda yine uzlaşma olmadığı, müzakerelerin bir kez daha ertelenmesi ihtimalinin belirdiği anlaşılıyor. Ve bu durum devam ettikçe tarafların birbirlerini suçlamaları ve hattâ tehdidleri de artıyor.
Hani, iki hükümdar savaşır, birisi galib gelir, öteki mağlûb ve esir olur. Esir olan, beklenmedik yenilgisinden dolayı hayretler içindedir, nasıl kazandığını sorar, galib hükümdara.. O da, ’parmaklarımızı ısıralım karşılıklı..’ der.. Ve var güçleriyle sonuna kadar ısırırlar, birbirlerinin parmaklarını.. Kim, ’Pess..’ ederse, ötekinin parmağı kurtulacaktır. Ve mağlûb hükümdar, tahammül sınırının sonuna gelir ve ’Pess..’ der, galib hükümdarın parmağı da böylece kurtulur. O zaman, ’İşte böyle kazandım..’ der, ’Eğer sen pess etmeseydin, ben pess etmek noktasına gelmiştim..’
Bu örneği, bu müzakarelerdeki psikolojik savaş taktiklerine de uygulayabiliriz. Bu konuda yine bir belirsizlik olunca, başka bir konuya değinmek tercih olundu.
*
Nitekim, 10 Temmuz tarihli ve ’Tarih geçmişte kalmış değildir ve geleceğe doğru ilerlemektedir..’ başlıklı yazının son bölümündeki bir paragrafda yer alan ‚Yığınla mahallî güç odakları.. Herbirisi, kendi maslahat ve menfaatleri gereği, emperyalistlerle de ânında işbirliğine girebiliyor ve elbette herbirisi, ya ilerdeki büyük hedefleri için ya da, ‘Denize düşen yılana sarılır..’ çaresizliğinden dolayı öyle hareket ettiğini mazeret olarak gösteriyor.. Ama, bu böyle devam edip gidemez.. Kimse diğerinden daha haksız olduğunu kabullenmiyor ve herkes sadece kendi haklılığını ileri sürüyor..‘ şeklindeki ifadeye takılan bir okuyucunun yazdığı yorum üzerinde durmak gerekti.. Çünkü, sözkonusu yorumca arkadaş, o cümlelerden hareketle, ‚Sizin görüşünüz yok mu? Ömrünüz ikilem, şüphe ile mi geçecek, herkes haksız olabilir mi? Veya en azından belli bir konuda her iki taraf da haksız olabilir mi?‘ diyor; buna benzer görüşleri yazılarımda sık sık tekrarladığımı belirterek..
Doğru.. Bu gibi cümleleri zaman zaman dile getiriyorum. Ve dahası, ‚Yoksa, işinize gelmediği için mi gerçeği gizliyorsunuz?Yarın ahirette buna ne cevap vereceğinizi hiç düşündünüz mü?‘ diye de soruyor..
Hemen belirteyim, gizlediğim bir gerçek yok.. Ve şüphe içinde de değilim ve dünyada veya içinde yaşadığım toplumda ileri sürülen görüşler arasında benim de kendime göre doğru olduğuna inandığım kanaatlerim, görüşlerim elbette var..
Ancak, bu gibi görüş ve yaklaşımlarım, kendi bağlamından çıkarılıp, temel inançlarım konusuna da yansıtılırsa, bu yanlıştır. Çünkü‚ ’ben müslümanım’ diyorum, inandığım Kitabullah, beni öyle isimlendiriyor. Bu inanç sistemimin kesin- mutlak ölçüleri de ortadadır.
Ama, dünyayı, insanları, hadiseleri değerlendirirken elbette yığınla görüşler olabilir ve benim de vardır.. Ve, doğru olduğuna inandığım kanaat veya görüşümü, yanlışlığı isbat edilmediği ya da ikna olmadığım müddetçe sonuna kadar da korur ve savunurum..
Ancak, ben kendi doğrumu savunmakta, kendimi ne kadar haklı görürsem, benim gibi düşünmeyenlerin de kendi doğrularını savunmak haklarının olduğunu düşünür ve anlamaya çalışır ve ikna olursam kabullenirim.
Yoksa, ‚sadece ben doğru düşünüyorum, başkaları yanlış düşünüyor‘ açmazına sürüklenir insan..
Bu tavır, yorumcu arkadaşın söylemeye çalıştığı üzere, ‚ömrümün şüphe içinde geçtiği‘ mânâsında mıdır? Onu herkes kendisine göre değerlendirebilir. Ama, kendi adıma, öyle bir şübhe içinde değilim.
‚Kelime-i Tevhîd‘ ve ‚Kelime-i Şehadet‘ ve ‚Amentü‘ (İman ettim) diye başlayan ve müslümanların üzerinde tartışmaksızın da kabul ettiği metin içinde okudukları formüller bize, özü üzerinde asla tartışamıyacağımız temel inanç kaynaklarımızı ve ölçülerimizi öğretir. Kaldı ki, o formüllerin özü üzerinde değil, ama, tefsirinde, özü zedelemiyen farklı görüşler dile getirilirse, o görüşler de dinlenilir.
Yorumcu arkadaş, ‚Belli bir konuda iki taraf da haksız olabilir mi?‘ diyor.. Niye olmasın, elbette olabilir..
Ama, iki veya daha fazla taraflar da, kendilerini haklı saysalar bile birbirine zıd görüşlerin, fikirlerin aynı güçte haklılık iddiasıyla ileri sürülmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Nitekim, aynı konuda yığınla haklılık tezleri var.. Bu bakımdan, iki vaya daha fazla tarafların herbirisinin yanlışta olması mümkündür.
Ancak, bütün tarafların da haklı olduğunu söylenirse, hakk kavramına aykırı olan, işte bu durumdur.
Tarihde olduğu gibi, ’Ali de haklıydı, Muaviye de.. Huseyn de haklıydı, Yezid de..’ misali yaklaşımlar bizi hakk kavramından uzaklara düşürür. Ve bir kimse kendi yanılgısını, ’mutlak /kesin doğru’ gibi dile getirirse, o zaman konuşulacak, tartışılacak bir şey yok demektir.
Hz. Ali’den gelen bir rivayette, ’Sen hadiselere ve insanlara bakarak hakikati anlayamazsın, önce hakikati anla, sonra hadiseleri ve insanları o hakikat ölçüsüne göre değerlendir..’ şeklindedir.
Bütün mesele, hakikat dediğimiz ölçüyü, selim akılla ve mutmain bir kalb ile kavrayabilmekten geçer.. Yoksa, iki ya da daha fazla tarafların herbirisinin de haksız olması ve yanlışı farklı yönlerden savunmaları mümkündür. Doğru zannedilenlerin de mantıkî muhakeme yoluyla tartışılması mümkün ve gereklidir.
İctihad edecek seviyede olan ulemâ bile, iictihadlarında, ’Benim bu husustaki kanaatim, içinde (Yanlış) olması ihtimali bulunan bir doğrudur..’ demişler; ’mutlak / kesin doğru’ dememişlerdir. Esasen, mutlak olan konularda ictihada gerek yoktur. Günlük hadiselerin veya insanların günlük hayat içindeki tavırlarının da kesin -mutlak ölçülere göre değerlendirilmesi tabiîdir; ki, bunu hepimiz yaparız.. Ama, yanlış olan, -tekrarlıyayım- ’Sadece benim görüşüm doğrudur, başkaları yanlış düşünüyor..’ denilmesidir.
Aynı inanç temelinde buluştuklarını söyleyenler, birbirlerini itidalle dinlemeyi benimseyemeyip, sadece kendi görüşlerinin mutlak doğru olduğunda ısrar ettikçe, aralarındaki görüş farklılıklarını nasıl giderebilirler?

dirilişpostası

Bu yazı toplam 914 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar