Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Hakk ölçüsüne değil de, güce dayanınca, adâlet böyle olur işte!

Bir arkadaş, 1 Temmuz akşam üzeri, "şurada bir çay içelim..".. dedi..

Anadolu"dan gelmiş birisine aid, "simitland" denilen bir yer..

Müşterilerin çoğu da, yine Anadolu insanları..  

Bir köşedeki tv de türkçe kanallara ayarlı.. 

Oturduk.. Bir taraftan sohbet ediyoruz; kulağımız bir taraftan da, tv haberlerinde...

Genelkurmay Harekât Dairesi"nin kilit isimlerinden sayılan bir "kurmay albay"ın, -Genelkurmay Başkanı"nın, onun "suçsuz olduğu"na dair tehdid edici açık beyanına rağmen- tutuklanabilmiş olması etrafındaki hararetli tartışmalara da kulak misafiri oluyoruz..

Arkadaşım, "Bu adam tutuklandı ya, bir daha çıkamaz.." diyor..

"O kadar kesin kanaat belirtme, orası Türkiye"dir.. Orada hukuk adına neler olmuştur, neler.. Bakarsın, yarın bir üst mahkemeye itiraz edilir, orası da tahliye kararı verir.. "Olmaz- olmaz.." deme; "olmaz, olmaz!. "  diyorum...

Ve bir saat kadar sonra, bir başka yerde internete girdiğimde, "flaş " diye verilen bir haber gözüme çarpıyor..

Meğer, bizim sohbet ettiğimizi saatlerde, o "kur. alb."  bir üst mahkemece serbest bırakılmış!.

Boşa dememişler,  "avukat değil, hâkim tut!" diye..

"Yüce yargı" diye kutsanan mekanizmanın Türkiye"de nasıl işlediğini sağırsultan bile duymuş olmalıdır..

Ve şüphe yok ki, adâlet adına işlenen zulümler, diğer zulüm ve işkencelerden kat kat ağırdır.. Çünkü, insanın içindeki bir yüce duyguyu, insaf ve vicdan duygusunu da kemirir, böylesi..

*

Konuyu bu kadar önemli hâle getiren, Genelkurmay Başkanı"nın meydan okuyan tavrı idi.

Hattâ, meydan okumaktan öteye, sözkonusu "kur. alb." hakkında ileri sürülen ve "darbe hazırlığı"nı andıran "suç belgesi"ni, "kağıt parçası"  olarak nitelemesi ve sivil savcılara da, "bu kağıt parçasının yalan olduğunu doğrulayacak şekilde değerlendirmeleri için"  komut vermesi idi.. Ve dahası,  "eğer bir suç ihtimali varsa, onun araştırılacağı yerin de burası (yani, Genelkurmay) olduğunu" da ekliyordu, ısrarla..

Gen. Kur. Başkanı"nın böylesine sahiblenmesinden sonra, Başbakan Erdoğan ise, Bruksel"de yaptığı açıklamada, Org. Başbuğ"un açıklamalarından yine de tatmin olmadığını zımnen belirterek, "Gen. Kurmay ve askerî savcılığın konuya başka bir açıdan bakmış olabileceğini" söyleyip,  "konu artık sivil mahkemeye intikal etmiştir.." demişti..

Ve, işte sivil mahkeme savcılığı, sözkonusu kişinin ifadesini aldıktan sonra, tutuklanması talebiyle, mahkemeye sevkediyor ve bu durum, o sırada devam etmekte olan MGK toplantısına ulaştığında, yüzlerde bir gerilim meydana geldiği dile getiriliyordu, medyada..

(Bu gerilimi nereden çıkarmışlardı, belli değil..

Hatırlayalım, geçen hafta, Tayyîb Erdoğan Atina"ya gidecekti.. Ancak, tansiyon düşüklüğü sebebiyle gezisini son anda ibtal etmişti..  Ama, Atina"da yayınlanan gazetelerden 4"ü, Erdoğan"ın Atina"ya yapacağı geziyi, ertesi gün, okuyucularına sunmuş olmak için, baskılarında bu geziyi gerçekleşmiş gibi vermişler;  Karamanlis ile Erdoğan arasındaki görüşmelerin soğuk bir havada geçtiğini bile yazmışlar ve hattâ, "görüşme sonrasında Erdoğan"ın dudaklarında soğuk bir tebessümün gözlendiği" gibi ince bilgileri bile dile getirmişlerdi.. Halbuki, bu gazeteler piyasaya sunulduğunda, Yunan kamuoyu Erdoğan"ın gezisinin ibtal edildiğini çoktaaan öğrenmişti..

Yani, medya, inandırıcı olmak için, zaman zaman böyle, kesin olarak bilmedikleri konularda bile, "gerçek"  haberler bile üretiyordu..)

*

Ve, Genelkurmay Başkanı, bir kağıt parçası dediği bir belge etrafında gelişen iddialara göre suçlanan bir "kur. alb"ın tutuklanmasıyla, acaib yamulmuştu..

Çünkü, sivil mahkemelerin savcıları, "ortada kağıt parçasından çok ileri bir şeylerin olduğu"na karar vermişlerdi..

Nitekim, CHP Sözcüsü Mustafa Özyürek,  "Biz araştırdık, hiçbir delil bulamadık" sözleriyle Albay"a sahib çıkan Genelkurmay Başkanı"na, "Kefil olduğunuz kişiyi, tutukluyoruz" demek ve Başbuğ"a yönelik bir "bilek bükme operasyonu" olarak  niteliyordu..

Şimdi karşılaşılan bu durum,  "şeriatin (kanunun) kestiği parmak acımaz.." mantığıyla mı geçiştirilecekti; yoksa, TSK"nın silahlı gücünü göstermek gerekliliğini hissedip, her zaman yapılagelmekte olan müdahaleler mi tekrarlanacaktı?  

*

"BİZDEN OLAN VE OLMAYAN MAHKEMELER.."

Hatırlayalım.. Jand. eski Gen. K.  (em. Org.) Şener Eruygur"un hanımının geçenlerde internetlere de düşen ve kendi sesinden verilen bir konuşma, ilginç ipuçları veriyordu..

Bu hanım, eşini tedavi adı altında, hastahanede tutarak hapse geri gönderilmesini engellediğini açıklayan askerî doktora,  "12  ve 14 no.lu Ağır Ceza Mahkemeleri bizdenmiş, eşimin rahatsızlığı dolayısiyle cezaevinde tutulmasının hayatî tehlikeler oluşturacağına dair raporunuzun değerlendirmesini bu mahkemelerin yapacağı şekilde verilmesini sağlamalıyız.." demiyor muydu ve öyle de olmamış mıydı?

Ve aynı metod devreye sürülemez ve "hamamın namusu" kurtarılamaz mıydı?

Yoksa,  koskoca Gen. Kur . Başkanı"nın itibarı tamamen sıfırın altına mı indirilmeliydi?

İşte, bu mekanizma çalıştırılmış ve sözkonusu "Kur. Alb."ın tutuklanması üzerinden henüz 15 saat geçmekteyken,  Ş. Eruygur"un eşinin adını zikrettiği 14. Ağır C. Mahkemesi, savcılığın delillerini yeterli görmediğine ve tutuklunun tahliyesine karar veriyordu..

Bu durum, beklenmiyen bir gelişme olarak görülmemeli idi..

Çünkü, "avukat değil, hâkim tut.." sözü, adliye mahfillerinde en geçenli sözlerden birisi haline gelmiştir yıllardır ve bu da, TC"deki adâlet mekanizmasının nasıl işlediğinin ilginç bir göstergesi olmaktadır.

Evet, "askerî cenah" ile, "sivil cenah"  arasındaki bilek güreşinde, âdetâ bir denge sağlanmış gibi bir görüntü sağlanmıştı.. Ama, gerçek, dikkatlice bakıldığında hiç de öyle değildi.. Gen. Kur. Başkanı, dolaylı etkileme yollarıyla bazı neticeleri elde etmiş olsa bile, objektif kanunî imkanlar açısından, "alikıran/ başkesen"  durumunda değildi.. Halbuki, medyaya yansıyan şekliyle, Başbakan Erdoğan"la bu konuda yaptığı özel görüşmede, "böyle bir durum varsa, cezasını bizzat ben veririm.." diyecek kadar, bir kral edâsıyla konuşmuştu..

Ayrıca, Genelkurmay 2. Başkanı Org. Hasan Iğsız hâlâ da,  "Dz. Kur. Alb. D. Çiçek"in sonuna kadar arkasında olduklarını" söylüyordu, B. Amerika"nın Ankara"daki B. Elçiliği"nde "4 Temmuz -İstiklal/ Bağımsızlık Günü" dolayısiyle verilen bir resepsiyonda..

*

Ortaya çıkan yeni durum ise, daha bir ilginçti..

Çünkü, Türkiye Meclisi, yaz tatiline girmek üzere, son oturumunu geceyarısında bağlarken, asker kişilerin, "askerî darbe, örgütlenme, silah veya uyuşturucu kaçakçılığı" gibi ağır cezalık suçlarının, askerî mahkemelerde değil, sivil mahkemelerde yargılanmasına dair bir teklif, hiçbir karşı görüş olmaksızın, kabul edilivermişti..

Ama, henüz iki-üç gün önce, 12 Eylûl 80 Askerî Darbecilerinin yargılanmasına engel teşkil eden, 1982 Anayasası"nın 15 maddesi"nin kaldırılmasına dair bir teşebbüse destek verdiğini şaşırtıcı şekilde açıklayan Baykal,  bir kaç saat sonra farkına vardıkları bu kanun değişikliği karşısında ise, "bu ne perhiz, bu ne turşu.." dedirtecek şekilde âdeta çılgına dönüyor ve bu değişikliğin Cumhurbaşkanı"nca imzalanması ve kanunlaşması halinde, derhal Anayasa Mahkemesi"nde ibtal davası açacaklarını belirtiyordu..

İlginç olan şu ki, o teklifin Meclis"ten geçmesi sırasında olumlu oy kullanan CHP m. vekilleri bile, şimdi, oylarını, o teklifin mahiyetinin farkına varmadan verdiklerini itiraf ediyorlardı..

"Devlet ciddiyeti" dedikleri, böyle bir şey olmalıydı..

Aynı sıkıntı, Genelkurmay"ın tavrında da gözleniyor ve bu teklifin kanunlaşması halinde, ortaya çok sıkıntılı bir durumun ortaya çıkacağının işaretleri verilmeye çalışılıyordu.. Hele de medyadaki "sivil general"ler, kalem silahlarıyla bu savaştaki yerlerini almışlar ve bu teklifin orduyu yıpratmaya yönelik olduğuna dair bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı..

*

ASKER, KONTROL ALTINDAKİ BİR GÜÇ MÜDÜR; YOKSA, BAŞINA MI BUYRUK?

Nitekim, o taifenin kafile reisi durumundaki E. Özkök, 1 Temmuz  günlü yazısında, "Bu süreci, "Askerimizin gururunu kırarak, onu ezerek, küçük düşürerek" mi yapacağız?" diye soruyor ve şöyle devam ediyordu, hem aba altından sopa göstermeye ve hem de yelkenleri indirmeye çalışarak:  "Yoksa toplumun öteki müesseseleri gibi, bunu da medenî bir "normalleştirme" ikliminde mi yürüteceğiz? (") Askerin kendi kendini ciddi biçimde gözden geçirdiği bir dönemde, bu yöntemlerin iyi olmadığını düşünüyorum.
Türk ordusu, terörle mücadele eden ve hálá eriyle, komutanıyla şehit veren bir ocak.
Bu insanların morale ihtiyacı var.
Hálá sivillerin becerebildiği bir çözüm planı yok ve hálá onların kahramanlıklarına ihtiyacımız var.
Bu insanları, akıl almaz bir aydın egoizmi ve ondan büyük rövanşizm ve hınç duygusuyla ezmeye kalkmak demokrasiye ne kadar hizmet eder bilemiyorum.
Şimdilik, hálá tek umudum, Başbakan
Erdoğan ve çevresinin bu dolduruşa fazla itibar etmemesi.."

*

Halbuki, bu uygulama, tam tersine, ordunun zayıflatılmasına değil, çirkin ve ağır iddialardan temizlenmesine yardımcı olacak bir uygulamaya da vesile olabilirdi..

Ama, kemalist/laik elit/zorbaların asker üzerinden ellerini çekmeye pek niyetleri yoktu..

Asker, Başbakan"a bağlı (olması lâzım) iken, Baykal, Başbakan Erdoğan"a hitaben, 1 Temmuz günü yaptığı konuşmada, "Çek o elini askerin üzerinden.." diyebiliyordu.. Gerçekte ise, bu,  "Askerin üzerinde ancak benim elim olabilir" şeklindeki kemalist tahakküm geleneğinin ilâmından başka bir şey değlidi..

Daha da çirkin olan, Baykal"ın, 1 Temmuz günü yapılan MGK toplantısına işaret ederek, "Bakarsınız belli mi olur, önümüzdeki birkaç saat içinde Sayın Cumhurbaşkanı Gül bu yasanın hiç de uygun olmadığını anlama noktasına gelir." diyebilmesiydi..

Bu ne biçim ifadeydi, böyle?

Yani, 28 Şubat 1997 Zorbalığı"ndaki utanç verici tehdidler ve kimlerin nasıl boncuk boncuk terletildiği iddiaları hatırlatılıyordu..  

Ve devam ediyordu, Baykal: "Ya cumhurbaşkanı, ya Anayasa Mahkemesi bu geceyarısı baskın girişimini etkisiz kılacaktır."

*

Ve, 28 Haz. 09 akşamı, ekranlarda yine, buhran zamanlarının "laik kurtarıcı"sı Sabih Kanadoğlu vardı. O, 2007 Nisan"ında yaptığı o müthiş "367" yorumuna askerlerin de verdiği destek ve baskıyla, Anayasa Mahkemesi"nden  "sâdır" olan kararla, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül"ün cumhurbaşkanı olmasının yolunu, sırf, eşinin laiklerin istemedikleri bir şekilde, İslamî ölçülere riayet hassasiyetiyle örtülü olması hasebiyle,  kapatmıştı!

Şimdi Kanadoğlu yine çıkmıştı, ekranlara..

Em. Başsavcı, askerlerin sivil yargı önüne çıkmasının mahzurlarını anlatıyordu:

-Bir kere, askere sorulmadan yapılan bir değişiklik bu!"

Ve asıl hükümünü veriyordu:

-Askerler bu yasayı dinlemeyebilirler!

İşte hukukun üstünlüğü!

İşte parlamentoyu "takmayan" bir orduya duyulan özlemle yanıp kavrulan bir hukukçu!

*

KEMALİST/ LAİK ZORBALAR, İKTİDARLARINI YİTİRMEK KORKUSUNDA!

3 Temmuz günü, ünlü ing. dergisi, "The Economist",  "Ordunun dokunulmazlığına en büyük meydan okuma.." başlığı altında değerlendirdiği bu askerî yargı yasasının analizinde "Türkiye'nin laik elitinin gergin olması anlaşılabilir" diyor ve devam ediyordu: "Laiklerin asıl korkusu, AK Parti"nin gerçek misyonunun, Türkiye'yi demokratikleşmek değil, İslam rejimine dönüştürmek olmasından kaynaklanıyor.. (...) Generaller kendilerini köşeye sıkışmış gibi hissediyorlar ve bu, onları tehlikeli kılıyor.."

"The Economist" şöyle devam ediyordu: "Sık sık orduyu, Atatürk'ten ilham alan özgür bir yaşayış  tarzının tek garantisi olarak gören Türkiye'nin laik elitinin gergin olması anlaşılır. Birçoğu, AK Parti'nin gerçek misyonunun, Türkiye'yi demokratikleşmek değil, onu İslam rejimine dönüştürmek olmasından korkuyor. (...) Ve darbe günleri sona erdi mi? Böyle bir sorunun hâlâ sorulabilmesi, küçük olsa da yeni bir askerî müdahale riskinin hâlâ var olduğunu gösteriyor."

Bu arada, "The Economist",  spekülasyonların aksine, Başbakan Erdoğan'ın, Genel Kurmay Harekât Dairesi"nden Dursun Çiçek isimli Dz. Kur. Albay"ın imzasıyla hazırlandığı ileri sürülen ve amma, fotokopisi yayınlanan, ancak aslı elde edilemiyen  -ve iki haftalık yayın yasağı  ile üstünün  örtülmesi muhtemel olan- "İrtica ile Mücadele Belgesi" konusunda geri adım atmadığını,  Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un da tutumunu değiştirmeyerek hükümetin yasayı gözden geçirmesi için "bastırdığı"nı da yazmaktaydı..

*

Reuters'ın 30 Haziran 09 günü yayınladığı yorum da benzer mahiyetteydi..

Reuters Ajansı, Türkiye ile ilgili bir makaleyi dünyaya servis ediyor ve "AK Parti'yi bitirme planı' ve darbe ihtimali olup olmadığı üzerinde, "Türkiye'de generallerin etrafındaki dünya değişiyor" başlıklı bir uzun analizde şunları yazıyordu, özet olarak:  "Türkiye'nin güçlü generalleri, İslamcı düşmanların orduyu bölme girişimleri olarak gördükleri olaylardan ve AB'ye uyum nedeniyle çıkartılan yasaların bir zamanlar çok güçlü oldukları alanlardaki yetkilerini azaltmış olmasından dolayı kendilerini daha önce görülmemiş bir baskı altında ve köşeye sıkışmış görüyorlar.."

"Son 50 yılda dört askerî darbe yapan ve hükümetleri deviren ordunun, kendisini İslama karşı bir siper olarak gördüğünü" belirten analizde, daha sonra şu hususlara dikkat çekiliyordu: "Artık, AB reformları ve AK Parti altında yüksek pozisyonlara gelerek eski laik elitleri tehdit eden dindar türklerden oluşan "yükselen orta sınıf"ın etkisiyle ordunun bu görevi sorgulanır hale geldi.."

*

Yani, tam bir parmak ısırma yarışı..

Bakalım, ilk önce kim, "pesss" diyecek..

Her halukârda, çok yüksek gerilimli ve sivil iktidarın, askerî güce hâkim olma çabasının önemli bir merhalesi.. Sivil kanat kaybederse, bu, ülkenin de büyük kaybı olacak ve askerî  fiilî iktidar, "yeniçeri zorbalığı"  halinde, daha bir sınır tanımaz şekilde, iktidarını daha da pekiştirecek ve milletin silahının millete yöneltilmesi şeklindeki -son asırların- yeniçeri geleneği daha bir hortlayacaktır..

 

Haksöz

Bu yazı toplam 2834 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar