Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Hakikatte Tevhid, Delalette Teslis: Siz ve Biz..!

Tarih boyu Hz. Adem"den Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v)e, tüm peygamberlerin insanlara sunduğu ilahi risaletin adı "tevhid"dir: "La ilahe illallah."


"Yerlerin ve göklerin yegane Rabbi Allah"tır!"

La ilahe illallah...
Yani; kahrolsun yeryüzünde ilahlık taslayan dünya müstekbirleri!
La ilahe illallah...
Yani; kahrolsun ilahi risaletin azgın düşmanları!
La ilahe illallah...
Yani; kahrolsun Amerika! Kahrolsun İngiltere! Kahrolsun İsrail!
La ilahe illallah...
Yani; kahrolsun tağut diktatörlük


Onun için muvahhidlerin tarih boyu verdikleri mücadelenin yegane hedefi, Alemlerin Rabbi olan Allah"ın hükümlerini hayata hakim kılmaktır. Çünkü yeryüzünde iki türlü kulluk vardır; Ya "Allah"a kulluk", ya da "tağuta kulluk."

Zira Kur"an gönderilen bütün peygamberlerin hedefini beyan ederken, şöyle buyurur: "Biz bütün kavimlere Allah"a kuluk edin tağuta kulluktan kaçının diyen peygamber gönderdik."

Allah"a kulluğu seçenler, aynı zamanda insanların üzerinden tağuta kulluğu kaldırmaya adanırlar. Tağuta kulluğa son vermenin yolu da İslam nizamını tesis etmek, Hükümet-i İslami"yi teşkil etmekten geçer.

Bu muvahhidlerin temel misyonudur. Bu misyondan uzaklaşanlar, Tevhid"den de uzaklaşırlar.

İmam Humeyni bir konuşmasında şöyle diyordu: "Hükümet-i İslami"ye kail olmayanın kıldığı namaz da makbul değildir."

İmam"ın bu sözü şu anlama gelmekte:

"Bir müslümanın İslam Devleti"nin tesis etme gibi bir inancı, iradesi, azmi ve mücadelesi olmazsa, onun namazı da kabul olmaz."

Bu sözün ikinci anlamı da şudur:

"Bir İslam devleti olduğunda onu korumak, kollamak, savunmak da en büyük ibadettir." Yine İmam"ın deyimiyle "İslam devletini korumak Namaz"dan da önemlidir."

Bu görev ve sorumluluk, yeryüzündeki Şii-Sünni bütün muvahhidlerin kulluk programıdır.

Tevhid kimliğinden uzaklaşmanın yolu da üç şekilde olur:

1- İslam"ın egemenlik mücadelesini terk etmek.
2- Tağutlarla barışık hale gelmek, uzlaşmak, paralelleşmek
3- İslam Devleti"nin varlığına ve ihtiramına hücum etmek.

Bunu açacak olursak;

Vaktiyle İslam"ı hayata hakim kılma davasını güdenler, zamanla İslam"ın egemenlik mücadelesini terk edip, tevhid davasını uluslar arası ve yerel tağutlarla sosyal ve kültürel zıtlığa indirgerler. Artık tağutun kendisi doğrudan hedeflenmez. İslam Devleti"nin önemi de aradan kaldırılır.

Dün Amerika ve İsrail"i İslam"ın ve Müslümanların azılı düşmanı olarak tanımlayan bu İslamcılar, uluslar arası müstekbirler ve siyonistleri "öncelikli düşman" konseptinden çıkartır, onların uluslar arası ve bölgesel planlarıyla paralel bir misyon üslenirler. Hatta onların kapısına yardım dilenmeye bile giderler. Artık onlar için "Büyük Ortadoğu Projesi" veya "Yeni Ortadoğu Projesi", karşısında durulması gereken bir düşmanlık olmaktan çıkar, aksine bu projelere eklemlenen İslamcı unsurlar olarak yerlerini alırlar. Bu paralellik ve müstekbirlerle aynı karede yer almak kabih, kerih ve incitici değildir.

Üçüncü olarak, varlığı, iradesi ve mücadelesi ile ezber bozan bir İslam devleti, rehberiyet ve direniş ekseninin itibarsızlaştırılması için topyekün bir taarruza geçerler. Hakaret ve belden aşağı saldırılarla, Bremen mızıkacılarını andıran bir koroyla salvolar sallamaya başlarlar"

Çünkü bu şekilde "teslis"i tamamlayacaklardır".

Bu teslis sapkınlığını meşrulaştırmak için her türlü tezvire başvuranlar, Kur"an"ın tüm ahlak, adalet, hakkaniyet esaslarını da çiğneyip geçmekte hiçbir beis görmezler. Çünkü Kur"an kendisine teslim olunan bir kitap değil, mızrakların ucuna takılan bir araçtır.

Eğer bu habis "teslis" kulvarında yürüyenler dinde ve Kur"an"da samimi iseler, Rabbimizin şu buyruklarına itaat etsinler:

"Müminler o kimselerdir ki, saldırıya uğradıklarında birbirleriyle yardımlaşır, intikamını alırlar."


"Size savaş açanlarla siz de savaşın."

"Size azgınca saldıranlara siz de misliyle mukabele edin"

Acaba kendilerine "İslamcı" diyenlerin okudukları Kur"an"a göre, emperyalist Amerika ve batılı haçlı müttefikleri ile, kanser tümörü siyonist İsrail rejimi ile savaşmayı gerektirecek, savaşmanın yanı sıra, onların döktükleri kanların, gerçekleştirdikleri işgallerin, akıttıkları gözyaşlarının, viran ettikleri İslam yurtlarının hesabını sorup intikamını aldırtacak bir neden ve gerekçe kalmadı mı?

Emperyalizm ve siyonizmin karşısında lal olan diller, nasıl oluyor da bugün, emperyalizm ve siyonizmin atış hedefindeki İslam Cumhuriyeti için seslerini daha gür çıkarıyorlar...?

Acaba bunlar yarın İslam Cumhuriyeti"ne saldırı yapmak için Fars körfezine savaş gemilerini dolduran Amerikan donanmalarında bir levent olabilmek için Pentagon"a ne zaman kayıt yaptıracaklar..?

Acaba bunlar, ne zaman "ey Amerika, dün size epey sövüp saydık, ama bu yanlışlığımızı bugün telafi ediyoruz, özrümüzü kabul buyurun" diyecekler..?

Acaba bunlar, bugün "teslis" "teslis" derken, "Amerika-İngiltere Şeytan Üçgeni"nin teslisine girmekte niçin kendilerine bir beis görmezler?

Burada küçük bir anektodu kısaca hatırlatmak istiyorum:

Siyonist rejim komandolarının Mavi Marmara gemisine saldırıp kardeşlerimizi şehid ettikleri haberi İsrail"in İstanbul başkonsolosluğu önündeki Müslümanlar tarafından duyulduğunda, Siyonist rejim konsolosluğuna girmek için hazırlanan öfkeli Müslümanları "kardeşler şimdi vahyin şahitliğinde, şehidlerimiz ve gazilerimiz için Allah"ın kelamını dinleyeceğiz" diyerek müslümanların siyonist rejim konsolosluğuna girmesini önlemeye çalışmaya kalkanlar siz değil miydiniz?

O güne kadar, ölülerin veya şehidlerin ardından kaç kere Kur"an okumuştunuz da, o gün Kur"an tilavetinin gereğine inandınız? Halbuki bu size göre bir bidat değil miydi? Ama o gün, siyonist rejim konsolosluğuna yönelik bir saldırının sonuçlarını göze alamadığınız için, konsolosluğa hücum etmeye kalkışanların öfkesini "bidat" bildiğiniz "Kur"an tilavati" ile yatıştırmaya kalkan sizdiniz"!

Ama gerçekte "vahyin şahitliği", Kur"an"ın "size azgınca bir saldırı olduğunda siz bu saldırının intikamını alın" emrinin yerine getirilmesini gerektiriyordu.

Siyonistlerin o barbarca katliamı karşısında bu terör rejiminin konsolosluğunun camlarının kırılmasını bile göze alma cesaretini gösteremeyen sizler, bugün orada burada, İslam Cumhuriyeti ve rehberlik makamına küstahça saldırma ve hakaret etme cüretini kendinizde nasıl da buluyorsunuz..!

Ama o gün sizin mızrakların ucuna mushafları bağlama misali, "Kur"an tilaveti"nin arkasına sığınarak durdurmaya çalıştığınız o öfkeli gençlerin dışarıdaki duvarları ve içerideki polis bariyerlerini aşıp konsolosluğa yürümesini önlemekte başarılı olamadınız ki; o gençlerin içinden dokuz kardeşimiz "polise mukavemet etme, polis bariyerlerini yıkma ve İsrail konsolosluğuna girmeye çalışma" suçlamasıyla gözaltına alınıp yargılanmıştı"

Bir babanın dört oğlu, İmam Hamenei'yi kendilerine rehber bilen bu kardeşler, ellerinde Hizbullah bayrakları ile İsrail konsolosluğuna hücum ettiklerinde, her şeyi göze de almışlardı" Akdeniz'in suları kardeşlerimizin kanlanı ile kızıla boyanırken, en azından siyonist rejim konsolosluğunun camları da kırılmalıydı.

Halbuki siz ne kadar da "Kur"an" "Kur"an" diyordunuz! Onca yıl Kur"an üzerinde yazıp söyledikleriniz, sonuçta, siyonist rejimin güvenliğini sağlayacak bir "bariyer"den öte bir anlam taşımayacaktı. Bunu yapmaktan hiç de hicab duymadınız"

O gün orada, Müslümanlar Şii"si ve Sünni"si ile omuz omuzaydı; nitekim o sabah vakti omuzlarına aldıkları Hizbullah bayrakları ile siyonist rejim konsolosluğuna hücem etmeye kalkışan o dört kardeş de Şii idi"

Daha sonra bırakılan bu gençler, evlerine gitmeden Mavi Marmara gazileri ve şehidlerini karşılamak için doğrudan Taksim"e gitmişlerdi"

Şimdi sizin, mezheplerini, kutsallarını, rehberlerini pervasızca hedef aldığınız bu gençler kadar yüreğiniz ve cesaretiniz var mı..?

Siyonist rejim futbol takımı İstanbul"a gelmiş, Taksim"deki Divan hotelinde kalıyorlardı. Mavi Marmara Derneği bu futbolcuları protesto etmek için Hotel önünde bir protesto gösterisi düzenlediklerini duyurunca biz de akşam vaktinde oraya gittik. Gördük ki kanal 10 gibi siyonist rejim televizyonlarının muhabirleri kameraları ile orada bulunanlarla röpörtaj yapıyor, resim çekiyorlardı.

Bunu görünce dernek başkanı İsmail kardeşe gidip televizyoncu görünümü altındaki siyonistlerin gerçekte Mossad adına burada bulunduklarını, onlara hadlerini bildirmemiz gerektiğini söyledim. İsmail kardeş bu isteğimizi kabul etmedi. Orada bulunan Ayhan kardeşime dedim, o da kabul etmedi. Bu protestoyu organize edenler onlar oldukları için bu kardeşlerimizi aşmak da istememiştim.

Fakat bunu bir türlü içime sindiremiyordum; bir süre sonra orada bulunan birkaç arkadaşa, Mavi Marmara şehidlerinin posterlerinin asılı olduğu alanın önüne kadar gelen bu siyonistlerin ağızlarını, burunlarını dağıtacağımızı belirterek "şu siyonist televizyoncular buraya geldiklerinde ben ellerindeki kamerayı alıp başlarına vuracağım, sizde ağızlarını burunlarını dağıtıp gereğini yaparsınız" dedim..

Fakat televizyoncu görünümlü bu Mossad ajanları otelden bu alana bir daha gelmediler. Sonuna kadar bekliyorduk. Kardeşler önce havai fişek atılacağını söylemişti. Bizim beklentimiz, havai fişek dolayısıyla o siyonist televizyoncuların tekrar oraya gelmeleriydi. Havai fişek atışı yapılmayacağı söylenip kardeşler dağılmaya başladığında biz de kahırla oradan ayrılma durumunda kaldık"

Kısacası;

Biz "mezhep" üzere değil, "tevhid" üzereyiz ve her tür "teslis"ten de beriyiz" Rabbim buna şahid olsun".

"İsrail"siz bir Ortadoğu ve Amerika"sız bir dünya" kuruluncaya kadar da aziz rehberimiz İmam Hamenei ile beraberiz...

Siz Harbiye"ye gidip İstanbul Kongre merkezinde "Suriye Dostları" adı altında toplanıp baş köşede oturan orkestra şefi Hillary Clinton'lara el uzatadurun, biz yine emperyalistlerin ve siyonistlerin üzerine gitmeye devam edeceğiz"

Rabbim herkesin gizli niyetlerini aşikar kılsın"

 

velfecr

Bu yazı toplam 2097 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar