Hakan Albayrak’tan Serdar Çam’a Cevap

Hakan Albayrak’tan Serdar Çam’a Cevap

Hakan Albayrak, Mavi Marmara’nın yıldönümünde Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı (Eski TİKA Başkanı) Serdar Çam’ın skandal beyanlarını değerlendirdi.

Serdar Çam'ın Mavi Marmara Aleyhindeki İddialarına Dair

Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı (Eski TİKA Başkanı) Serdar Çam’ın dün gece paylaştığı bir dizi Twitter mesajına göre, Mavi Marmara olmasaydı bugün Gazze ve bütün Filistin güllük gülistandı.

Gazze’nin acıları niye bitmek bilmiyor? Mavi Marmara yüzünden! Kudüs ve Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin sorunları niye çözülemiyor? Mavi Marmara yüzünden! Filistin devleti niye hâlâ paramparça? Mavi Marmara yüzünden!... Hükümetimiz hepsini hallediyordu; İsrail, Türkiye’nin hatırı için Gazze ve Batı Şeria’daki mezalimine son vermeye hazırlanıyordu; HAMAS ve FETİH, Türk diplomasisi sayesinde milli mutabakat hükümeti kurmanın eşiğine gelmişti; fakat “Batı’nın başkentlerinde pişirilen” Mavi Marmara bu işlere engel oldu!... Söz konusu Tweetlerin hülasası bu.

 İşte Serdar Çam’ın mülahazaları ve benim cevaplarım:

1.

 “İyi niyetle, mazlumların sesini dünyaya duyurmaya yönelik çok uluslu yolculardan 10 (şehit) yolcunun tamamı ve 56 yaralının çoğunluğu Türk olması düşündürücüdür. Bu katliamla Devletimizin onuru incitilmiştir. Birkaç cepheden geliştirilmiş bir tuzağın içine yolcular ve devletimiz itilmiştir.”

 Serdar Çam, komplo teorisi geliştirmek yerine, Mavi Marmara’nın o seferinde yer almış olan 600 kişiden herhangi birine -mesela bendenize- “Niye sadece Türkler şehit oldu? Niye çoğunlukla Türkler yaralandı?” diye sorsaydı keşke. Cevap: Çünkü ev sahibi olan bizler, diğer ülkelerin vatandaşlarına, ‘Bizim misafirlerimizsiniz. Sizi tehlikeye atamayız. Korsanların saldırılarını biz göğüslemeye çalışacağız, direnişte sadece bir grup Türkiye vatandaşı yer alacak’ demiştik ve onlardan birçoğunun ‘Direniş hakkımızı engelleyemezsiniz’ protestosuna rağmen kapıları üzerlerine kapatmış, saldırı esnasında güverteye çıkmamalarını garantilemek için kapılara nöbetçiler de dikmiştik. (Engellemeye gücümüzün yetmediği birkaç yabancıyı ise az riskli bulduğumuz direniş noktalarına yerleştirmiştik.) Böyle yapmamızı bize tuzakçı dış mihraklar değil, örfümüz söylemişti.

Devletin onurunun incinmesine gelince… Mavi Marmara, Türkiye’nin onuruna onur kattı. İslam dünyasının ve bütün dünyadaki vicdanlı insanların tartışmasız kahramanı yaptı Türkiye’yi. Şehitlerimiz, Türkiye’yi maşeri vicdanın 1 numaralı temsilcisi mertebesine yükseltti. Devletin onurunun incindiği yer, vatandaşlarını katleden İsrailli canileri ‘akladığı’ ve bunun karşılığında kayda değer hiçbir şey almadığı yerdir.

2.

  “Gazzeliler her vesileyle Türkiye’ye müteşekkir olmakla birlikte, yaşanan abluka ve ambargonun daha da zorlaştığını ifade etmiş, en yetkili ağızdan İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesini ve sürecin rahatlatılmasına Türkiye’nin aracı ve daha etkin olması istenmiştir… Günlük 1000 kamyonun giriş yaptığı, 2 milyonluk Gazze’nin kendine özgü ekonomik gerçekleri vardır. İşsizlik, ambargo şartları ve bölgeye mal ve insan giriş çıkışı dahil, Gazze’de Türkiye’nin kalkınma yardımlarının, inşaatlarının yapılma süreçleri daha da zorlaşmıştır.”

 Süpermarketlerde ortalama 10 bin çeşit ürün bulunurken, Gazze’ye Mavi Marmara’dan önce sadece 80 civarında ürün girebiliyordu ve ambargoya ilaç ve süt tozu bile dahildi. Mavi Marmara hadisesinin yankıları üzerine İsrail bu sayıyı önce 120’ye çıkardı, sonra -tepkileri buncağızla bastıramayacağını anlayınca- askeri malzemeler ve askeri amaçlarla kullanılması muhtemel bazı malzemeler dışında hiçbir şeyin Gazze'ye girmesini engellemeyeceklerini, ayrıca Gazzelilere seyahat imkânı da sağlayacaklarını ilan etti (20 Haziran 2010’da; Mavi Marmara hadisesinden 20 gün sonra). Öte yandan Mısır da Refah sınır kapısını açtı. Haaretz Gazetesinin o günlerde yayımladığı bir yorum: "Özgürlük Filosu'nda yer alan dokuz kişi öldü ve gemiler Gazze'ye varamadı, ama Türkiye bu hamlesiyle yine de İsrail siyasetini değiştirdi ve ablukayı yardı."

 Ondan sonrası artık Mavi Marmara’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti ve uluslararası toplumun işiydi. İsrail’in attığı geri adım, atabileceği başka geri adımlara delaletti. İş sıkı tutulsaydı, İsrail, Mavi Marmara’nın vurguladığı “İsrail’in Gazze üzerinde bir tasarruf hakkının olmadığı gerçeği”nin gereğini yapmaya belki zorlanabilirdi. Veya abluka ve ambargo, o büyük ölçüde hafifletilmiş haliyle devam edebilirdi. Gazze’deki mevcut durumun yegâne izahı İsrail’in her ahval ve şeraitte koruduğu alçaklığı ve uluslararası sistemin bu alçaklığa çanak tutmasıdır. Bunu Mavi Marmara’ya bağlamak zulümdür.

 “Gazze’de Türkiye’nin kalkınma yardımlarının, inşaatlarının yapılma süreci daha da zorlaşmıştır” diyor Serdar Bey. Mavi Marmara’nın hakkı verilseydi zorlaşmaz, kolaylaşırdı! Bu bir yana: İsrail’in Müslümanlara verip de tuttuğu bir söz (Suud’lu, BAE’li veya Mısırlı yoldaşlarına verdiği cinayet sözleri hariç) var mı ki, Türkiye’ye o kalkınma yardımlarıyla ilgili olarak verdiği sözleri tutması bekleniyordu? Mavi Marmara olmasaydı İsrail o yardımların önünü alabildiğine açacaktı yani; öyle mi? Yapmayın! İsrail’le “normalleşme anlaşması” imzalanarak katil korsanların ‘aklanmasının’ ve Erdoğan’ın Mavi Marmara konusunda redd-i miras etmesinin üzerinden dört yıl geçti; niye hâlâ yoluna girmedi o işler? Bu muazzam tavizler “sürecin rahatlatılması”na yaramadıysa, veya o tavizler “sürecin rahatlatılması” garantilenmeden verildiyse, diplomaside Mavi Marmara’dan bağımsız ciddi bir sorun var demektir.

Unutmadan: Biz de Gazzelilerle görüşüyoruz ve Serdar Çam’ın ‘Mavi Marmara yüzünden işler daha kötü oldu’ iddiasını paylaşan, Mavi Marmara ile ilgili rahatsızlık izhar eden bir tek Gazzeliye bile rastlamadık. Rastlayanı da duymadık bugüne kadar. Bilakis Gazzeliler Mavi Marmara’yı baş üstünde tutuyorlar, can u gönülden sahipleniyorlar. Şehitlerin hatırı için formalite icabı ve kerhen sahiplenselerdi, birkaç iltifat konuşmasıyla yetinir, belki bir de anıt dikip geçerlerdi. Ama öyle değil işte. Eylül 2011’de Gazze’ye gittim, kendi gözlerimle gördüm; şehrin ortasında Mavi Marmara Şehitleri Anıtı, onun az ilerisinde Mavi Marmara Parkı, sahilde kocaman bir Mavi Marmara maketi, denize inen bir Mavi Marmara Şehitleri Tüneli, Mavi Marmara’nın adını taşıyan bir çay bahçesi vs, vs, vs... Mavi Marmara ekibinden olduğum için beni adeta omuzlarında taşıyan Gazzeli kardeşler bunları gösterirken, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Mavi Marmara sayesinde -ambargonun hafifletilmesiyle- rafları dolan bakkalları da gösterdiler (‘Ne yazık ki millette para yok’ şerhini düşerek).

Tekrar: Mavi Marmara, ablukanın yarılmasına ve ambargonun ciddi manada hafiflemesine yaramıştır. O noktadan daha ileriye gidilememişse, hatta o noktanın gerisine düşülmüşse, her yerde ve herkeste sorumluluk aranabilir, ama işi o noktaya getirmeyi başaran Mavi Marmara’da asla!

3.

 “Türkiye’nin Gazze ile Ramallah yönetimlerini yakınlaştırma çabaları inkıtaya uğramış, eli zayıflatılmıştır… Tek Filistin, etkin bir devlet olma süreçleri yerine, parçalı, kargaşalarla dolu Filistin yapısı böylece ortaya çıkmıştır.”

  “Kargaşalarla dolu Filistin yapısı” da mı Mavi Marmara yüzünden "ortaya çıkmıştır"? El insaf! En insaf! El insaf!

HAMAS ve FETİH’in 2007’de Mekke’de imzaladığı anlaşma, Mavi Marmara hadisesinden çok önce bozulmuştu ve taraflar artık birbirinin yüzüne bakmıyordu. Filistin devletindeki bölünmeyi giderme ihtimalinin tekrar yeşermesi ve tarafların bu amaçla bir araya gelmesi, hem de defaatle bir araya gelmesi Mavi Marmara’dan sonradır. Mavi Marmara, vesile olduysa, kapının kapanmasına değil, kapanmış olan kapının tekrar açılmasına vesile oldu. Kahire Anlaşması’nın tarihi 2011; Mavi Marmara’dan bir sene sonra. Doha Anlaşmasının tarihi 2012, Gazze Anlaşmasının tarihi 2014… Bütün bu anlaşmaların bozulmuş olması, Filistin devletindeki bölünmüşlüğün devam etmesi nasıl Mavi Marmara’ya bağlanabilir? Tarafların üzerinde anlaştığı maddeler ortada, tarafların çiğnediği maddeler de ortada; Mavi Marmara’yla ne alâkası var?

4.  

 “Yıllarca kamuoyunun dikkatleri Gazze’ye bilerek/bilmeyerek çektirilerek, Batı Şeria’ya ve en önemlisi Kudüs’e/Mescid-i Aksa’ya odaklanma zayıflatıldı. Halbuki Kudüs’te yaşayanlar özgürlük anlamında Gazze’dekilerden çok daha zor dönemler geçirdi/geçiriyor. Algı yönetimi yapıldı!”

Asıl algı yönetimi bu işte! Serdar Çam, Kudüs’te yaşayanların çok daha zor dönemler geçirdiğini söylerken “özgürlük anlamında” notunu öyle sessiz sedasız düşüyor ve içini öyle boş bırakıyor ki, Gazzelilerin Kudüs’teki kardeşlerimizden farklı olarak aş ve ilaç yokluğundan mustarip olduğu ve sık sık bombalanarak katliamdan geçirildiği ‘ayrıntısını’ gözlerden kaçırıyor!  

Gazze’deki durumun olağanüstü vahameti ortadayken ve bu duruma müdahale mecburiyeti aciliyet kesp ederken, “Kudüs ve Batı Şeria için bir şey yapamadığımıza göre Gazze için de bir şey yapmamalıyız” mı deseydik? Mavi Marmara olmasaydı, İsrail, Kudüslü kardeşlerimizi rahat mı bırakacaktı? 1980’den beri tekrar ettiği “Ebedi ve bölünmez başkentimiz Kudüs” teranesinden vaz mı geçecekti? Oslo Süreci’ne (1991-93) rağmen Batı Şeria’daki işgal faaliyetlerini alabildiğine artırmamış ve derinleştirmemiş miydi? Bill Clinton’ın ABD Başkanlığı zamanında -2000 yılında- gerçekleşen, bazılarına “İsrail çok cömert davrandı, ama Filistin tarafı bunun kıymetini bilmedi” diye saçmalatan o cafcaflı barış görüşmelerinde bile İsrail ve ABD, uluslararası hukuka göre Filistin tarafının hakkı olan Doğu Kudüs’ün -merkezden uzak bir dış mahallesi hariç- İsrail’de kalmasında ısrar etmemiş miydi? Üstüne üstlük, “Bağımsız Filistin Devleti”nin Batı Şeria’daki bazı şehirleri arasında Yahudi yerleşimlerinin ve İsrail kontrol noktalarının yer almasını, yani Batı Şeria topraklarının bir kısmının İsrail tarafından kalıcı olarak gasp edilmesini ve bir Filistin şehrinden başka bir Filistin şehrine geçmek isteyen Filistinlilerin İsrail’e boyun bükmek zorunda kalmasını da öngörmüyor muydu bunların “çözüm” planı? O günlerde Mavi Marmara vardı da onun yüzünden mi Kudüs ve Batı Şeria meselesi adaletli bir şekilde çözülemiyordu?

Hayır, o günlerde Mavi Marmara yoktu. Mavi Marmara'nın olduğu günlerde ise öne çıkan bir Kudüs/Batı Şeria gündemi yoktu. Ama şimdi var. Son birkaç yıldır hep var. Buyursunlar, hükümetimiz ve diplomatlarımız - kapı gibi (!) “normalleşme anlaşması”ndan da istifade ile- gereğini rahat rahat yapsın. Söz; Kudüs’e gemi kaldırmayacağız!

 5.

 “Devletimiz ve cumhurbaşkanımız, Mavi Marmara konusunda üzerine düşen her şeyi fazlasıyla yerine getirdi; acı bir maliyeti hep birlikte ödedik. Filistin/İsrail’i 401 yıl boyunca yönetmiş bir imparatorluğun varisi olarak diplomatik olarak dışarıda kalarak fırsatları değerlendiremedi. Ortadoğu Barışı’na bihakkın katkı veremedi. Diplomasi başka bir devleti sevme sanatı değildir, düşmanlıkları azaltma ve karşılıklı çıkarları atırma sanatıdır. Türkiye’nin oyun dışına itilmesi, diplomatların Kudüs’te, Tel Aviv’de etkin ve verimli olamaması kimseye yarar getirmedi.”

 Türkiye’nin Ortadoğu Barışı’na bihakkın katkı vermesini Mavi Marmara’nın engellediğini, diplomatlarımızın Kudüs yahut Tel Aviv’de Mavi Marmara yüzünden etkin ve verimli olamadığını, çözüm yolunun Mavi Marmara tarafından tıkandığını samimiyetle ileri sürebilmek için “One Minute” sürecinden tamamen habersiz olmak gerekir. O süreci hatırlayalım: Ankara 2008’de (Mavi Marmara’nın seferinden iki yıl önce) Ortadoğu Barışı’na bihakkın katkı vermek için bir yandan Suriye ile İsrail, öbür yandan Filistin ile İsrail arasında barış görüşmelerine aracılık ediyordu ve İsrail’den aldığı teminata istinaden bu süreçlerin sorunsuz devam edeceğine inanıyordu. Derken İsrail, Gazze’ye yönelik en acımasız harekatlarından birini başlattı. Sivil yerleşim yerlerini, camileri, okulları, hastaneleri amansızca bombalayarak, aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu 1500 masum Filistinliyi hunharca katletti. Bunun üzerine Erdoğan İsrail’in Türkiye’ye ihanet ettiğini, devlet terörü uyguladığını ve insanlığa karşı suç işlediğini haykırdı. İşler, Erdoğan’ın Davos’taki “One Minute” çıkışına kadar vardı (Ocak 2009). Ve Türkiye’nin aracılık ettiği Filistin-İsrail ve Suriye-İsrail görüşmeleri tabii ki sona erdi. Yani “Türkiye’nin Ortadoğu Barışı’na bihakkın katkı vermesi”ni engelleyen şey, o günlerde adı bile bilinmeyen Mavi Marmara değil, İsrail’in her zamanki azgınlığı oldu.

 “One Minute” çıkışından bir müddet sonra hükümet İsrail’le yeniden yakınlaştı. (Hatta Türkiye-Suriye sınırındaki mayınları temizleme işinin İsrailli bir firmaya yaptırılması ve karşılığında söz konusu arazilerin birkaç yıllığına o firmaya verilmesi bile söz konusu oldu; hatta ve hatta, bu söylenti üzerine “İsrail’e verilemez!” diyen benim gibi adamlar bizzat Erdoğan tarafından “faşizan bir yaklaşım” sergilemekle suçlandı.) Ama Mavi Marmara 2010’un Mayıs ayı sonlarında Antalya’dan demir alırken gündemde ne Filistin-İsrail görüşmeleri vardı ne Suriye-İsrail görüşmeleri, ne de Türkiye’nin o yöndeki bir arabuluculuk girişimi…

6.

 “Aslında bilinen o Kazan-Kazan hedefinin aksine herkes Kaybet-Kaybet yaşadı…”

Türkiye’nin Mavi Marmara yüzünden kaybettiği ne var Allah aşkına? Mavi Marmara neyi kaybettirmiş Türkiye’ye? Ortadoğu Barışı yolundaki diplomatik mevzilerini mi? Tekrar: O mevzilerin sahici olmadığı, İsrail’in 2008-2009’daki Gazze saldırısında ortaya çıkmıştı.

Hayır, herkes “Kaybet-Kaybet” yaşamadı; İsrail Türkiye’yi kaybetti, Türkiye İsrail’den bağımsız hareket etme kabiliyetini kazandı. On yıllardır İsrail’in gölgesi altında olan Türkiye nihayet o gölgeden kurtuldu, hakiki bağımsızlık yolunda büyük mesafe kat etti. 

Mavi Marmara hadisesinden altı ay sonra İsrail’le istihbarat işbirliği anlaşması, bir sene sonra da askerî işbirliği anlaşması çöpe atıldı. Ve o sayede, Mavi Marmara’dan önce İsrail’in HERON’ları için kırk takla atan Türkiye, HERON’ları gölgede bırakan kendi İHA’larını ve dahî SİHA’larını ivedilikle yaparak, PKK terörüyle mücadelede büyük başarılar kazandı, Suriye’de mevzi üstüne mevzi kazandı, şimdi de Libya’da mevzi üstüne mevzi kazanıyor.

Mavi Marmara ile yerli/milli İHA ve SİHA’lar arasındaki irtibat konusunda Baykar Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar’a kulak verelim: Katıldığı bir televizyon programında Türkiye ile İsrail arasındaki İHA meselesini anlatırken “özellikle Mavi Marmara olayından sonra, İsrail’le olan ilişkilerin kopmasıyla teknik destek alamaz oldu”ğumuz hatırlatıp, “İyi ki de öyle oldu. Milli İHA’larımızın yolu bir anlamda o şekilde açıldı” demişti Bayraktar.

7.

 “Özellikle çok uluslu, sözde insan hakları/barış/özgürlük vb. söylemleri olan, Batı’nın başkentlerinde pişirilmiş, bol PR, sosyal medya etkinliği olan bütün rüzgârlara temkinli ve şüphe ile bakmak lazım. Bizim iyi niyetlerimizi kullanan, gaza getiren, dolduruşlara dikkat etmeli.”

Gazze’ye Özgürlük Filosu fikir olarak Avrupa menşeliydi, ama Serdar Çam’ın ima ettiği gibi egemen güçlerin değil, evvelce de Gazze’ye gemi kaldırmış olan solcu aktivistlerin fikriydi. Ve bidayette projeye Türkiye’den bir gemi dahil değildi. Mavi Marmara’nın projeye dahil olması, “Batı’nın başkentleri”nde değil İstanbul’un Fatih semtindeki İHH Genel Merkezi’nde “pişirilmiş” bir şey. İşin “bol PR”ı ise Mavi Marmara yola çıktıktan ve İsrail hop oturup hop kalkarak Mavi Marmara’ya tehditler savurmaya başladıktan sonra oluştu.

Bir şey daha:

Mavi Marmara’da yahut Gazze’ye Özgürlük Filosu’nun öbür gemilerinde yer almış olan ve hükümetin Mavi Marmara’ya -o zamanki- desteğinden etkilenip “Bize Türkiye’yi ve Erdoğan’ı yanlış tanıtmışlar” diyen, ülkelerine döner dönmez de yoldaşlarının Türkiye ve Erdoğan algısını düzeltmeye soyunan o kadar çok Avrupalı solcu tanıyorum ki… Onlardan biri, Gezi Olayları esnasındaki bir görüşmemizde ‘Bizim solcuların mantalitesini bilirsin, onlara bu Gezi hakkında ne söylememi önerirsin?’ diye sormuştu. Bir başkası, 17-25 Aralık konusunda hükümetin pozisyonunu kendi ülkesinin kamuoyuna anlatmam için bana yüksek tirajlı solcu bir gazetede iki tam sayfa ayarlamıştı; aynı gazetede 15 Temmuz darbecilerinin alçaklığını da uzun uzun anlatabilmiştim. Böyle daha neler neler… Bize, ülkemize, Mavi Marmara’yı destekleyen siyasetçilerimize candan yakınlık ve güven duyuyorlardı. Kimi zaman şartları zorlayarak jest üstüne jest yaptılar. Bizim de onlara jestlerimiz oldu. Ne onlar bizi kullandı, ne biz onları kullandık; dayanışma içinde olduk.

Avrupa’nın insan hakları, barış, özgürlük söylemleriyle öne çıkan çevrelerinin birçoğunda, Türkiye konusunda, Serdar Çam’ın telkin ettiği “temkin” ve “şüphe”ye mahal bırakmayan çok güzel bir hava oluşmuştu. Ne yazık ki o hava, hükümetin Mavi Marmara ve başka bazı meselelerle ilgili tavır değişikliği yüzünden dağıldı gitti. 

***

Son olarak:

TİKA’daki hizmetlerini her zaman takdirle andığım ve şahsen de çok sevdiğim Serdar Çam’ın Mavi Marmara ile ilgili mülahazalarını okurken acı çektim.

Nasıl yazabildi bunları?

Mavi Marmara’ya çamur atanlara Serdar Çam’ın da eklenmesi çok ama çok üzücü.