Görmez :"Dehşetli Bir Mezhepçilik Fitnesi Var"

Görmez :"Dehşetli Bir Mezhepçilik Fitnesi Var"

Mehmet Görmez: Şii ve Sünni alimlerden oluşan Daimi Temas Grubu'nda Hamaney’in baştemsilcisi de var

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Millî Gazete’yi ziyaret etti. Son derece samimi bir havada geçen ziyarette Görmez, önemli değerlendirmelerde bulundu. İslam dünyasının çok zor bir dönemden geçtiğine dikkat çeken Görmez, küresel bir senaryonun oynandığını söyledi. İslami kavramların içinin boşaltıldığını belirten Diyanet İşleri Başkanı, İslam kardeşliğini, İslam Birliği’ni yeniden inşa etmek için yoğun bir çaba sarf ettiklerini söyledi.

Çok Garip Şeyler Oluyor

“İslam dünyası tarihteki dördüncü en zor dönemini yaşıyor. Birincisi, Hz. Osman’ın katli ile başlayan Cemel, Sıffin, Nahrevan Savaşları ile devam eden fitne dönemi olarak tarihe geçen dönemdir. İkincisi Moğol İstilası dönemindeki acıklı haldir. Üçüncüsü Osmanlı’nın yıkılışında yaşanan parçalanmalar ve işgallerdir. Bu yaşadığımız dördüncü en zor dönemdir. İslam dünyası bugün hem zihin, hem gönül dünyası bakımından da bir parçalanmayla karşı karşıya. Ebu Gureyb ve Guantanamo hapishanelerinde cinayet doktorası yaptırılan insanların marifetiyle çok garip şeyler oluyor İslam dünyasında.”

Oxford Aksanlı Küresel Senaryo

“Japonlar öteden beri İslam’a mütemayil bir millettir. Japon halkının fıtratı İslam’a çok yatkındı. Şimdi Müslümanların yüz yıldır oluşturduğu olumlu mesajı bir tek katille yok ediyorsunuz. Bu küresel bir senaryodur. Bir insanı canlı canlı yakmak, kafasını kesmek. Oxford aksanı İngilizceyle hem de. Bu tiyatroların tamamı dikkat ettiyseniz dünyaya aksansız İngilizcelerle takdim edildi. Hepsi Oxford İngilizcesi ile takdim ediliyor. “

Dehşetli Bir Mezhepçilik Fitnesi Var

“Dehşetli bir mezhepçilik fitnesi var. Tarihte bunun örneğini görmedik. Müslümanın vücuduna bomba bağlayıp bir Şii camisine, bir Sünni camisine gidip, orada Müslümanları katletmesine biz tarih kitaplarında şahit olmadık. Geçen yıl Ramazan ayında bir ses vermeye çalıştık bu vesile ile. Onun büyük bir yankısı oldu. Mesela şu anda haritada yerini göstermekte zorlanırız ama Liberya’dan bir mektup geldi. Diyorlar ki mektuplarında, ‘Sizin Türkiye olarak şikayet etmeye hakkınız yok. Şikayet bizim hakkımız. Size düşen bizi, tüm Müslümanları bir araya getirerek, bu birliğin, İslam Birliği’nin kurulması için çabanızı ortaya koymaktır.”

Diyanet İşleri Başkanlığı görevine geldikten sonra, Haiti’den Japonya’ya, Afrika’dan Çin’e, İran’dan Latin Amerika Müslümanlarına kadar bütün dünyada İslami hizmet, kardeşlik ve birlik çalışmalarına imza atan Prof. Dr. Mehmet Görmez, Milli Gazete Ankara Bürosu’nun Geleneksel Kahvaltı Programına katılarak önemli açıklamalarda bulundu. İşte Görmez’in o tarihi açıklamaları.

‘Sarıklı, Cübbeli Bizi Temsil Edemez’ Diyorlardı

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Türkiye içinde cami hizmetlerini, din hizmetlerini yürütmek üzere kurulmuştu. Yani 1970’li yıllara kadar yurtdışında herhangi bir yerde hizmet edeceğine dair bir tasavvur söz konusu olamamıştır. Hatta 1924’ten 1965’e kadar hiçbir Diyanet İşleri Başkanı yurtdışına resmi görevle çıkmamıştır, çıkamamıştır. Bir örnek vereyim. 1965 yılında zamanın DİB Başkanı İbrahim Elmalı, Tunus’ta bir davete icabet etmek istemiş, izin verilmemiştir. O zaman özel kalem müdürü de sizin de eski yazarlarınızdan Mustafa Yazgan’dır. Zamanın devlet bakanı buna izin vermemiştir. Sonra bir şekilde izin alınmış ama bu kez de gazeteler, ‘sarıklı, cübbeli bir adam bizi başka bir ülkede temsil  edemez’ manşetleri atmışlardır. Hatta havaalanında DİB Başkanı bekletilmiş, sadece bu konuyu görüşmek üzere Bakanlar Kurulu toplanmıştır.  Diyanet’in, ancak işçilerin Avrupa’ya göçüyle 1980’li yıllardan sonra, yurtdışına din görevlisi göndermek gibi bir misyonu olmuştur.  1990’lı, 2000’li yıllara kadar maalesef İslam dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu zamanda diğer Müslümanlarla irtibatının kurulmamış olması son derece büyük bir talihsizlik olmuştur.

İslam Birliği İçin Çabalıyoruz

Biz, İslam ülkelerindeki benzer müesseselerle, İslam kardeşliğini, İslam Birliği’ni yeniden inşa etmek için yoğun bir çabanın içerisindeyiz. 2006 yılında ilk defa Afrika Müslümanları ile bir araya gelmeye başladık. Orta Asya, Balkanlar’daki Müslümanlarla bir platform oluşturuldu.  Her 2 yılda bir Afrika Müslümanları Dini Liderler Zirvesi yapıyoruz. Bunların her biri sadece toplantı olmaktan çıktı, uluslar arası bir platforma dönüştü. Afrika’nın 30’u aşkın ülkesinde de temsilcilik açtık. Somali’de 1000 öğrencisi olan İmam Hatip Lisesi açıldı. Somali’nin ayağa kalkmasında Diyanet’in  çok büyük katkısı oldu. Kamerun’da 30 bin kişiye hutbe irat etmek nasip oldu. Mali’de cami açılışımız oldu. Tüm bunların ardından Latin Amerika ile ilişkilerimiz başladı. Küba’dan yerli Müslümanlardan kardeşlerimiz geldi, Konya’daki merkezimizde eğitimler almaya başladı.

Müslüman Azınlıklara Vakıf Kuracağız

Yıl sonunda inşallah bir ilke daha imza atacağız. Dünya Müslüman Azınlıklar Kurultay’ını düzenleyeceğiz. Dünyanın birçok yerinde, kendi haline terk edilmiş Müslüman azınlıklar var. Dominik Cumhuriyeti’nde 1500 Müslüman var ama kimse sahip çıkmamış. Dünyada kimsenin adını bilmediği, unuttuğu yerlerde Müslüman azınlıklar var. Bunların hem hakları, hem inanç özgürlükleri, hem kimliklerini korumaları anlamında himayeye ihtiyaçları var. Bunu da müesseseleştiriyoruz. Tokya’da Cami yapmak için Tokyo Vakfı kurulmuştu. Bunu geliştirerek, Dünya Müslüman Azınlıklarla Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı’na dönüştürdük. İnşallah, DİB Vakfı İslam ülkeleri ile ilişkiler sürdürürken, bu vakıf da Müslüman azınlıklar üzerine uzmanlaşacak. Dünyanın en ücra köşesinde 3 Müslüman varsa dahi o 3 Müslüman’a ulaşabilsin diyoruz.

4’üncü Zor Dönemini Yaşıyor

İslam dünyası tarihteki dördüncü en zor dönemini yaşıyor şuan. Birincisi, Hz. Osman’ın katli ile başlayan Cemel, Sıffin, Nahrevan Savaşları ile devam eden fitne dönemi olarak tarihe geçen dönemdir. İkincisi Moğol İstilası dönemindeki acıklı haldir. Üçüncüsü Osmanlı’nın yıkılışında yaşanan parçalanmalar ve işgallerdir. Bu yaşadığımız dördüncü en zor dönemdir. İslam dünyası bugün hem zihin, hem gönül dünyası bakımından da bir parçalanmayla karşı karşıya.Ebu Gureyb ve Guantanamo hapishanelerinde cinayet doktorası yaptırılan insanların marifetiyle çok garip şeyler oluyor İslam dünyasında. Dehşet bir mezhepçilik fitnesi var. Tarihte bunun örneğini görmedik. Müslümanın vücuduna bomba bağlayıp bir Şii camisine, bir Sünni camisine gidip, orada Müslümanları katletmesine biz tarih kitaplarında şahit olmadık. Geçen yıl Ramazan ayında bir ses vermeye çalıştık bu vesile ile. Onun büyük bir yankısı oldu. Mesela şu anda haritada yerini göstermekte zorlanırız ama Liberya’dan bir mektup geldi. Diyorlar ki mektuplarında, ‘Sizin Türkiye olarak şikayet etmeye hakkınız yok.  Şikayet bizim hakkımız. Size düşen bizi, tüm Müslümanları bir araya getirerek, bu birliğin, İslam birliğinin kurulması için çabanızı ortaya koymaktır’.

Hamaney’in baştemsilcisi temas grubunda

Bunun üzerine biz 150 alimden oluşan her biri bir dini müessesenin başı olan alimler ile toplantı yaptık. İslam Dünyası Alimleri Barış İtidal ve Sağduyu Toplantısı’nı İstanbul’da gerçekleştirdik. O toplantı sonrası ‘daimi bir temas gurubu’ oluşturalım dedik. Şii ve Sunni alimlerin bulunduğu bu heyet İslam dünyasında fitne olan yerlere, mezhepçilik fitnesinin yayılmaya çalışıldığı yerlere ziyaretlerde bulunsun ve mesajımızı iletsin diyerek. Hakikaten çok seçkin bir temas grubu oluştu. Diyanet İşleri Başkanı olarak ben, onun hizmetkarı olarak sayıyorum kendimi. İstanbul’da da Ertuğrul Tekkesi olarak bilinen yeri bu işe merkez yaptık. Şii alimlerinden bir tanesi Hamaney’in baş temsilcisi. Bizzat onun görevlendirdiği bir isimdir. Diğeri ise Hakim ailesinden olan bir alim. Suudi Arabistan’dan, Tunus’tan, Yemen’den temsilciler var. Bosna’nın Reis-ül Uleması da bu gurupta yer alıyor. İslam dünyasında olup biten hadiselerin dış sebeplerini hiçbirimiz ihmal edemeyiz. Hepimiz biliyoruz ki bu coğrafyanın fay hatları ile oynandı. Sadece yer altı nimetlerini çalmak için fay hatları ile oynanmadı. Fikir dünyasının fay hatları ile düşünce dünyasının fay hatları ile oynandı. Kültürün fay hatları ile oynandı. İslam dünyasındaki sıkıntılar bu fay hatlarının sarsılmasından kaynaklanıyor.

Cihad Kavramının Çalınmasına İzin Vermemeliyiz

Kavramlarımızın içi boşaltılmaya çalışılıyor. Cihat kavramını sadece ‘kıtale’ indirgemek, kabul edilemez. Cihat kavramının bizden çalınmasına izin vermemeliyiz. Ebu Gureyb, Guantanamo doktoralıları marifetiyle cihadın terör ve şiddet gibi gösterilmesine izin vermemeliyiz. Ehli kıble tekfir edilemez. Kendisi ile beraber secde eden, rükuya varan kardeşini tekfir edemez. Son yıllarda bazı hareketlerin yaygınlaştırdıkları bir fitnedir bu. Bu tekfir hastalığını çok ciddi ele alarak İslam alimlerinin herkese anlatması gerek. Şehadet kavramı da önemli. Şehit, şehadet İslam’ı ve yüce değerlerini canını vererek, müşahede edilebilir bir hale (görünür hale) getirilmesi demektir. Ancak şimdi birileri sudan sebeplerle tekfir ettiği insanlarla savaşmayı cihad kabul ediyorsa, o savaşta can vermeyi şehadet olarak kabul ediyorsa burada çok ciddi bir sorun var demektir. Alimlerin bu konuda sözünü birleştirmesi gerekir. 

İslam Dünyası İçin Umut Türkiye’dir

Geçen yıl Hac vazifesini yaparken güzel bir Müslüman yanıma denk düştü. ‘Ben Cezayirliyim’ dedi. ‘Ben de Türkiyeliyim’ dedim. Cezayirli kardeşimiz, ‘Az önce ben tavafta kendi ülkemden çok size dua ettim’ dedi.  ‘Neden?’ dedim. ‘Çünkü biliyoruz ki, Türkiye’ye dua, bütün İslam dünyasına duadır’ dedi. Bunu milli bir şeyle anlatmıyorum. Ertesi gün Hindistanlı bir alim ile bir araya geldik. ‘Bizim de bir dua meclisimiz var ve en çok size dua ediyoruz’ dedi. Yemen’de geçen yıl Cuma hutbesi irad etmek nasip oldu. Hutbeden sonra, yaşlı bir zat cübbemin ucunu tuttu ve büyük bir şevkle öptü ve başına koydu bende büyük bir mahcubiyetle yanına çöküverdim ‘neden böyle bir şey yaptınız’ dedim.   ‘Umudumuz siz de’ dedi. Hiç kimse, gerek Türkiye’yi yönetenler, gerek Türkiye’de herhangi bir mevki sahibi olanlar bunun kendi şahsından kaynaklandığı vehmine kapılmamalı.  Bu bir taraftan Cenab-ı  Hakk’ın bir lütfu diğer taraftan tarihin bu milletin sırtına yüklediği bir sorumluluktur. Her yerden ateşler yükseliyor. Böyle bir ortamda bu topraklarda yaşayan Müslüman kardeşlerimizin, birlik beraberlik içinde olmaları çok önemli.

Güç Tutkusu Savaşlarından Vazgeçmeliyiz

Dünyanın neresinde bir sıkıntı olsa Türkiye, sığınılacak bir yer olarak görülmüş. Tarih boyunca bu böyle. Üzülerek ifade edeyim ki, Suriyeli kardeşimizin sığınacağı bir Türkiye’si var. Ya böyle bir musibet bizim başımıza gelse biz kime sığınacağız. Bizim sığınacak bir yerimiz yok. Bunu dikkate alarak, birbirimize karşı güç tutkusu savaşlarından vazgeçmeliyiz. Fırkalara, gruplara, cemaatlere bölünerek, her birimizin kendimize güç vehmetmesi ve o güç tutkusu ile kendi kardeşlerine karşı bir ötekileştirme içine girmesi kabul edilemez.

Haiti’den Son Mektup

Bu çalışmalar esnasında beni çok duygulandıran, hayatım boyunca unutamayacağım olaylara şahit oldum. Mesela bizim Haiti’ye olan ilgimiz sadece bir mektup ile başladı.  Bir gün bir mektup geldi. Gönderen Haiti’den, İmam Hanif isimli bir Müslüman. Orada Hz. Bilal’in adını taşıyan vakfın başkanıymış.  O mektup beni çok etkiledi.  Haitili Müslümanlara yardım istiyordu ve şöyle bitiyordu mektup: “Bizler babaları, ataları yüzyıllar boyunca Afrika’da köle olarak satılan Müslümanların çocuklarıyız. Burada anneler, babalar çocuklarına,  ninni söylerken, çocukları ağladığında onları susturmaya  çalışırken ‘Evladım üzülmeyin, korkmayın. Bir gün İstanbul’dan Müslümanlar gelecek, bizi kurtaracaklar. Biz bu cümlelerle büyüdük. Fakat biz yüz senedir bekliyoruz, gelmediniz. Şimdi sizin adresinizi bulduk. Son kez bu mektubu yazıyoruz. Eğer bu sefer de gelmezseniz ahirette sizi Allah’a şikayet edeceğiz”. Bu mektubu Diyanet’in arşivine koyduk. Yani bunu duyup da elbette yerinde durmak mümkün değil. Hakikaten  çok acıklı hikayeler var. Bu mektubu yazan İmam Hanif’,  geçtiğimiz aylarda İstanbul’da düzenlediğimiz Latin Amerika Liderler Zirvesi’ne katıldı. Şu anda orada 1 okulumuz, 11 camimiz var. Kaybettiğimiz kardeşliği yeniden bulmanın sevincini yaşıyoruz şimdi.

Hiçbir Varlık Yakarak Öldürülmez

İslam’ın ve Resulü Ekrem’in (s.a.s) bize bıraktığı en önemli miraslardan bir tanesi savaşta dahi ahlak ve hukuktan taviz vermemektir. Bırakın kendi aramızdaki kavgayı, düşmanla dahi savaşın bir hukuku var. İslam’ın hedefi öldürmek değil, hayat vermektir. Biz bu hedefleri unuttuk, kaybettik. Bunların İslamla birlikte İslam dünyası ile birlikte gündeme gelmesi asla kabul edilemez. Bir karıncalar topluluğu ile ilgili ‘Ya Resullalah ancak ateşe vererek onlardan kurtulabiliriz’ deyince sahabe Allah’ın Resulü de ‘O sadece Allah’a mahsustur. Bırakın insanı can taşıyan hiçbir varlığı yakarak kimse öldüremez’

Hiçbir Varlık Yakarak Öldürülmez

İslam’ın ve Resulü Ekrem’in (s.a.s) bize bıraktığı en önemli miraslardan bir tanesi savaşta dahi ahlak ve hukuktan taviz vermemektir. Bırakın kendi aramızdaki kavgayı, düşmanla dahi savaşın bir hukuku var. İslam’ın hedefi öldürmek değil, hayat vermektir. Biz bu hedefleri unuttuk, kaybettik. Bunların İslamla birlikte İslam dünyası ile birlikte gündeme gelmesi asla kabul edilemez. Bir karıncalar topluluğu ile ilgili ‘Ya Resullalah ancak ateşe vererek onlardan kurtulabiliriz’ deyince sahabe Allah’ın Resulü de ‘O sadece Allah’a mahsustur. Bırakın insanı can taşıyan hiçbir varlığı yakarak kimse öldüremez’

Oxford Aksanı İngilizce İle İnsan Yakılması Küresel Bir Senaryodur

Japon milleti öteden beri İslam’a mütemayil bir milletir aslında. Japon halkının fıtratı İslam’a çok yatkındı. Şimdi Müslümanların yüz yıldır oluşturduğu olumlu mesajı bir tek katille yok ediyorsunuz. Bu küresel bir senaryodur. Bir insanı canlı canlı yakmak, kafasını kesmek. Oxford aksanı İngilizceyle hem de. Bu tiyatroların tamamı dikkat ettiyseniz dünyaya aksansız İngilizcelerle takdim edildi. Hepsi Oxford İngilizcesi ile takdim ediliyor. Böyle bir şey olamaz. İslamofobia’nın öncesinde Amerika’da, “Stop İslamization of Amerika” diye bir örgüt kuruldu. “Amerika’nın İslamlaştırılmasına Hayır” Sonra Avrupa’da aynı örgüt oluşturuldu, “Stop İslamization of Avrupa”. “Avrupa’nın İslamlaştırılmasına hayır!” Sonra bu iki grup bir araya gelerek, “Stop islamization of Nation”u kurdu.  ‘Milletlerin İslamlaştırılmasına Hayır!”  Maalesef önce fobi idi, sonra nefrete dönüştü, o nefret ise şimdi düşmanlığa dönüşüyor. O düşmanlık ayrıca kanunlara sirayet ediyor. Tüm bunların farkında olarak Müslümanların olaya bakması gerekiyor.

Risaleleri Basmaya Engel Olmayız

Bundan iki yıl önce sadeleştirme başlamış. Farklı yayınevleri ve gruplar birbirlerini mahkemeye vermişler. Bu mahkemeler de öyle bir noktaya gelmiş ki, Kültür Bakanlığı bandrol vermemeye başlamış, çünkü mahkeme kararları var. Atanmış mirasçılar ile kanuni mirasçılar olmadıkça bandrol verilemiyor. Bir yıl boyunca bandrol verilmeyince eserler basılamadı. Daha sonra bu eserlerin basılabilmesinin tek yolu olarak mahkeme kararlarını aşmanın yolu olarak, kamulaştırma gündeme geldi ve bir kanun çıktı. Kamulaştırılınca da bir kurum ile irtibatlandırılmak gerekiyordu. Böyle olunca DİB ile ilişkilendirildi. Ben de saf devletleştirilmesi, bir kurumun tekeline bırakılmasının doğru olmadığın söyledim. Nitekim Bakanlar Kurulu kararı da böyle hazırlandı. DİB sadece aslına uygunluğu bildirir, sadece DİB basmaz, aslına uygun basmak isteyen bütün yayınevlerine bu izni verir. Sonrasında 27 yayınevini topladık, şartları yerine getirdikleri takdirde bu izni vereceğimizi söyledik. Şuana kadar 7 yayınevi müracaatlarını yaptılar. Bu güne kadar bu hizmeti yapmış bütün kardeşlerimiz, aslına uygun olarak, bu eserleri basmak için DİB’e bir dilekçe ile başvurdukları takdirde, DİB herkese bu izni veriyor. Gönül isterdi ki hiç böyle bir sorun yaşamasın. Bir engelleme söz konusu değil, biz de engel olmayız.

 
Kaynak: Milli Gazete