Göktürk'den Korucu'ya Cevap

Göktürk'den Korucu'ya Cevap

Zaman yazarı Bülent Korucu, cemaate yapılan operasyona destek veren Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk'ü sert dille eleştirmişti. Göktürk bugünkü köşe yazısında Koruca'ya cevap verdi.

Gülen cemaatinin gazetesi Bugün'de yazan Gülay Göktürk'ün, cemaatçi polislere yapılan operasyonu savunmasına Zaman gazetesi yazarı Bülent Korucu, "Gülay Göktürk nerede yaşıyor!" diyerek tepki göstermişti. Göktürk yazılanlara köşesiden cevap verdi.

GÖKTÜRK'ÜN O YAZISI

Ben nerede yaşıyorum, nerede duruyorum?

Bülent Korucu Zaman Gazetesi’nde “Gülay Göktürk nerede yaşıyor” başlıklı bir yazı yazmış ve 17 Aralık’tan bu yana benim Türkiye’de yaşamayan birinin kaleminden çıkmış gibi yazılar yazdığımı söylemiş.

Aslında ben ayaklarımı gayet sağlam bir şekilde bu ülkenin topraklarına basmış bir halde yaşıyorum ve yaşadığım ülkede neler olup bittiğinin fevkalade farkındayım.

Ama bir problem var gerçekten de ve problemin aslı da şu:

Bir kısım insan 17 Aralık’tan bu yana fiktif bir Türkiye yarattılar. Yaşadığımız Türkiye ile bir ilgisi olmayan kendi yazdıkları bir senaryo bu ve bir müddettir hepimize “İşte gerçek Türkiye bu, sizin anlattıklarınız hayal mahsulü; siz hayal görüyorsunuz” deyip duruyorlar. Hepimizin gözü önünde yaşanan olguları seçici bir biçimde bir araya getiriyor ve tamamen farklı bir hikâye yazıyorlar.

Çocuk masalları kadar naif bir hikâye bu...

Dinden-imandan ve eğitimden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir dini grubun siyaset yapmakla suçlandığı; temiz toplum yaratmaktan başka hiçbir hesabı olmayan kahraman polis şeflerinin, bu temiz niyetlerinden dolayı inim inim inletildiği; sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz yargıçların ve savcıların MİT’i ele geçirmiş İran ajanlarını yakalamak için kelle koltukta milli bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ülke hikâyesi anlatıyor; herkesin de bu hikâyeyi “satın alacak” kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar.

17 Aralık’tan bu yana nerede yaşadığım ve nerede durduğum konusuna elbette cevap vereceğim.

Ama önce, bugün durduğum yeri daha iyi kavramak isteyenler için; geçmişte durduğum yer hakkında da bazı hatırlatmalar yapmam lazım.

Yasaklılık şartlarında gizli örgütlenme haklarını bile savundum

Benim Gülen Cemaati ile ilgili ilk net tutum alışım 1999 yılının Haziran ayına rastlar...

Hani o, Gülen kasetlerinin ortalığa döküldüğü, Fethullah Gülen’in devleti ele geçirmekle suçlandığı, bütün medyada linç çağrılarının yükseldiği; cemaatin kasetleri tümüyle inkâr noktasında bir savunma hattı kurmaya çalıştığı ve bir Allah’ın kulunun da Gülen’i açıktan savunmaya cesaret edemediği günlere...

Ben o günlerde “Hiçbir şey yok, bütün kasetler düzmece, her şey komplo” sözleriyle yürütülen inkâr politikasına prim vermek yerine, gerçeklere dayanan bir savunma çizgisini seçtim.

İşte o günlerde yazdığım “Devleti ele geçirememek” başlıklı yazıdan bir bölüm:

“... Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde devlet katlarına taşıma hakları vardır.

Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi?

Gülen Cemaati’nin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin önce şu soruya cevap vermeleri gerekir: Türkiye’de bir yargıç, bir vali ya da bir general göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaati’ne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu?

Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçı’yı Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükselmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olmaz.” (24 Haziran 1999, Sabah Gazetesi)

Görüldüğü gibi, ben 28 Şubat’ın en azgın yıllarında cemaat mensuplarının devletin her kademesinde, kendi kimlikleriyle görev alma hakkını -kimliklerini açıklayamadıkları koşullarda gizli örgütlenme hakkı da dahil- savundum.

Peki sonra ne oldu? AK Parti iktidara geldi ve olması gereken oldu: Devletin kapıları herkes gibi cemaat mensuplarına da ardına kadar açıldı. Artık onları kimliklerinden dolayı ne yasaklayan ne de yargılayan vardı. Kendilerini gizlemeleri için de bir sebep yoktu.

Ama onların bir kısmı bu özgürlüğü kötüye kullandı. Kendilerine açılan kapılardan girdiler, özellikle bazı stratejik noktalarda yoğunlaştılar ve devlet içinde kendi iç hiyerarşisi ve gizli bir ajandası olan gizli bir yapı oluşturdular.

Yarın devam edeceğim.