"Gerçekliğe Nüfuz Etme Yeteneği"

"Gerçekliğe Nüfuz Etme Yeteneği"

Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 8 Ekim tarihli yazısını iktibas ediyoruz:

İslam dünyası toplumları, karşı karşıya bulundukları ölümcül sorunlarla yüzleşemedikleri için, kendilerini kuşatan belirsizlikler derinleşiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz gerçekliği bütün boyutlarıyla yorumlamak, değerlendirmek ve buradan hareketle yeni bir çözüm çerçevesi oluşturmak yerine, popüler tüketim için tarih üretimine başvuruyor, geçmişi politik çıkarlar doğrultusunda sömürgeleştiriyor ve hamaset temelinde sunuyoruz.

İslami düşünce, kültür/edebiyat ve ilahiyat çevreleri, sağcılık/muhafazakârlık/milliyetçilik/gelenekçilik gibi kronik hastalıklarla malûl bulundukları için, Batılı bilgi ile emperyalizm arasındaki doğrudan ilişki etrafında tarihsel çözümlemeler, sorgulamalar, hesaplaşmalar ve analizler yapamadı; bu konuda, entelektüel bağlamda tarihi sorumluluklar almayı, tarihsel eleştiriler yapmayı başaramadı. İslami düşünce, kültür/edebiyat ve ilahiyat çevreleri, bugün de, sözünü ettiğimiz kronik hastalıklarla bütünleştikleri için, milliyetçi mitler aracılığıyla devletleştirilmiş, bu suretle de, İslam’ın kurucu bütünlük algısı ve bilinciyle yollarını ayırmışlardır.

İslami düşünce, kültür/edebiyat ve ilahiyat çevreleri, maruz kaldıkları ve zamanla bütünleştikleri kronik hastalıklar sebebiyle, Batılı bilgi/dil karşısında hiç bir şekilde radikal bir bilincin ve tercihin ifadesi olamıyor. Batılı bilginin ve dilin ontolojik niteliğine ilişkin, İslami temelde, entelektüel/felsefi yorumlar/değerlendirmeler yapılamadığı için, bu bilginin ve dilin meşruiyeti, otoritesi ve otoriter iktidarı da hiç bir zaman radikal bir tartışma-eleştiri-muhalefet konusu haline getirilemedi.

BATILI REFERANS ÇERÇEVELERİ

Modern zamanlarda, modern ulus-devlet, laik dünya görüşü, bilimsel rasyonalite temelinde bir dünya/tarih kavramlaştırması, her toplumda temel bir referans çerçevesi haline getirildi. Bu referans çerçevesini kabul eden ulus-devletler, temel İslami referansları ve dünya görüşünü terk ederek Avrupa referansları dünyasına dahil oldular. İslam’ı bireysel/folklorik bir tercihe dönüştürdüğümüz günden bu yana, ulus-devlet ve laik dünya görüşü merkezinde üretilen Batılı referans çerçevelerini kullanıyoruz.

1492’den önce kültürel-felsefi-teknolojik üstünlük küresel ölçekte İslam dünyasının elinde bulunuyordu. İslam dünyası toplumları içe ve geçmişe kapandıkları tarihten bu yana, gerçekliğe nüfuz etme yeteneklerini ve bilinçlerini bütünüyle kaybettiler. Bu hayati yeteneği ve bilinci kaybettiğimiz için, Batılı bilgi ve dilin mutlaklaştırılan meşruiyetini, otoritesini ve otoriter iktidarını sorgulayamadığımız ve bu otoriter iktidarı tartışma konusu yaparak aşamadığımız için, Batılı bilgi ve paradigma sistemi İslam dünyası toplumlarında zaman ve mekanı sömürgeleştirdi. Bütün dünyada zaman ve mekanın sömürgeleştirilmesi ile birlikte, dünyanın her yanındaki toplumlar ideolojik tercihler doğrultusunda biçimlendirilebilir hale getirildi. İdeolojik tercihler, ırkçı tercihler doğrultusunda şekillendirilebilir, yapılandırılabilir bir dünyada, bütün dini ve ahlaki tercihler yaklaşımlar ve konumlar değersizleştirilerek marjinalleştirildi. Siyaset, teknik bir paradigmaya dönüştü. Emperyalist dünya, özel imtiyazlara, evrensel yetki ve otoriteye, sınır ötesi haklara sahip olduğunu iddia ederek, bu iddiasını Filistin’de, Afganistan’da, Irak’da, Libya ve Suriye’de, askeri yollarla, katliamlar yoluyla, işgal ve istilalar yoluyla, sömürgeleştirmeler yoluyla, ilgili toplumlara dayattı. Bütün bu ülkelerde, hiç bir dilin, düşüncenin, dünya görüşünün ve felsefenin tanımlamaya güç yetiremeyeceği, tarihte benzeri görülmeyen kötülükler yaşandı.

“TERÖRE KARŞI SAVAŞ” EMPERYALİZMİ

Günümüzde, hiç bir dil aracılığıyla tanımlanması mümkün olmayan bu kötülükler, dünya sisteminin resmi ideolojisi haline gelen “teröre karşı savaş” emperyalizmi yoluyla çok derin acılara yol açarak sürdürülmektedir. Terörle mücadele retoriği, yeni bir emperyal diktatörlük biçimine evrilmiştir. Emperyalist hakimiyet ve hegemonya’nın kesintisiz sürdürülebilmesi için, “terörle mücadele” söylemi araçsallaştırılmıştır. Dahası, dünya sisteminin resmi ideoloiisi haline gelen “teröre karşı savaş”, bugün özellikle Ortadoğu’da hemen hemen bütün ülkelere kabul ettirilebilmiştir. Büyük-küçük bütün emperyalizmler, bütün ihtiraslarını ve çıkarlarını, dünya sisteminin “meşruiyet” kazandırdığı dünya görüşünün himayesi altında hayata geçirmeye çalışmaktadır.

Günümüz dünyasında, İslam dünyası toplumları da dahil olmak üzere bütün toplumlarda, haklar, hukukun konusu olmaktan çıkarılarak, ahlaki ve vicdani alandan çıkarılarak, siyasetin konusu haline getirilmiştir. İslam dünyası toplumlarında, politize olmuş hukuk uygulamaları, büyük adaletsizliklere neden olmaktadır. İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu derin sorunlar, modern-seküler-liberal-demokratik dünya sisteminin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Dünya sistemi, bu yetersizlikle yüzleşmek yerine, sorunları şiddet yoluyla bastırmaya çalışıyor. Emperyal şiddete dayalı bir sisteme karşı ortak muhalif bir dil-kültür-siyaset oluşturmaları gereken Müslüman ülkeler, bugün bu sisteme yardım ve yataklık etmekten, bu sistemle bütünleşmeye çalışmaktan başka bir şey yapamıyor. İslam dünyası toplumları, karşı karşıya bulundukları ölümcül sorunlarla yüzleşemedikleri için, kendilerini kuşatan belirsizlikler derinleşiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz gerçekliği bütün boyutlarıyla yorumlamak, değerlendirmek ve buradan hareketle yeni bir çözüm çerçevesi oluşturmak yerine, popüler tüketim için tarih üretimine başvuruyor, geçmişi politik çıkarlar doğrultusunda sömürgeleştiriyor ve hamaset temelinde sunuyoruz.

İslami düşünce çevrelerinin, muhtemel her tür riski göze alarak, dijital diktatörlüğün genç kuşakların zihin dünyalarını bütünüyle ele geçirdiği bir dönemde, eleştirel düşünce, eleştirel yorum/çözüm, eleştirel öneri üretmeleri, hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir. Gençlerin milliyetçilikler ve hamaset yoluyla kitleselleştirilmeleri, onları bir şekilde işlevsiz kılabilir. Genç kuşaklardan milli sınırlar dahilinde yoğunlaşmalarını istemek yerine, küresel bir dikkate, perspektife sahip olabilmeri için, sınırların ötesinde düşünebilmeleri, uzakların ötesinde görebilmeleri için kendilerini teşvik etmek, imkânlar teşkil etmek gerekir. Genç kuşakların, ısrarla ve hep, niteliği savunarak, özgünlüğü ve üretkenliği gerçekleştirerek yeni zamanlara, yeni koşullara, yeni sorunlara nüfuz etmeye çalışmaları gerekir.