Fatma Barbarosoğlu Toplumsal Farklılıkları Yazdı

Fatma Barbarosoğlu Toplumsal Farklılıkları Yazdı

Yeni şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu bugünkü yazısında toplumsal kutuplaşmaya değindi.

Toplumların ortak değerleri yatay ve dikey olmak üzere iki doğrultuda ilerler. Dikey durumlar fevkalade durumların ortaya çıkardığı toplumsal frekanslardır. Yatay durumlar hayatın rutin akışıdır.
Türkiye olarak, bizi BİZ yapan enerjinin en net görüntüsünü savaş, toplumsal afetler ve kriz zamanlarında görürüz.
Fevkalade zamanlarda ortaya çıkan, fevkalade dayanışma ve direniş öyküleri toplumsal özgüvenimizi tazeler.
Ne acıdır ki, fevkalade zamanlarda ahlak ve sorumluluk abidesi kesilen yanımız, hayatın normal akışında tembelleşir, yaşadığı zamanı idrak edemez bir şekilde “nerde o eski güzel günler” nostaljisine kapılır. Oysa kendimizi “sıradan”ın içinde görmeye muhtacız.
Türkiye'nin ideolojik ayrımı farklı kesimlerin yatay ve dikey frekanslarda gösterdiği önceliğe, duyarlılığa dayalıdır/ayarlıdır.
Sağ milliyetçi söylemler, fevkalade durumların yaşandığı dikey doğrultu üzerinden “BİZ” tanımı ve tasviri yaparken; sol siyaset yatay düzlemin aksayan yönlerine odaklanarak, “bizden adam olmaz” şikayetinde takılı kalır.
Toplumsal düzen yatay ve dikey frekansın ortak enerjisine dayalıdır. Acıda ve tasada “BİZ” olan Türkiye'nin refah ve mutlulukta da BİZ olması gerekiyor.
Aladağ'da, dumanların içinde yitirdiğimiz 12 can üzerinden ortaya koyduğumuz “tartışma performansı”, neden refah zamanlarında BİZ olamadığımızı en net şekilde ortaya koyuyor.
Muhafazakar zihniyet, kendisini eleştirel kodlarla denetlemeyi, sol siyaset ise “hayat tarzı” avcılığından vazgeçmeyi başarmak zorunda.
Ancak o zaman tasada ve kıvançta “BİZ” olabiliriz.
II-
Son yıllarda kamu nezdinde suçlu olan bireylerin “tutuksuz yargılanması” sanki affolunmuşlar gibi bir algının oluşmasına fırsat verecek şekilde servis ediliyor.
Kamuoyu adi suçluların tutuksuz yargılanmasına karşı çok duyarlı.
Neden?
Tutuksuz yargılanan bireyler, gündelik hayatlarına devam edecek, uzayan mahkemeler ile geç gelen adalet, adalet olmaktan çıkacak korkusu ile kamuoyu teyakkuz halinde.
Kamuoyunu teyakkuz halinde bekleten ise ekran tartışmaları. Lakin ekran tartışmaları çoğu zaman kafa karışıklığına ve umutsuzluğa, ya da burası Türkiye olur böyle şeyler vurdumduymazlığına imkan hazırlıyor.
Ortaya çıkan gayri hukuki bir durumdan sonra, kamuoyu önünde yapılan tartışmalar iki minvalde ilerliyor. Bir taraftan meselenin hukuki boyutu son olayda olduğu gibi yangın yönetmeliği, yurt binası yönetmeliği üzerinden konuşuluyor, diğer taraftan da “işte bu dinci zihniyet var ya, çocuklarımızı kandırıyor” diyen 28 Şubat zihniyeti hortlatılıyor.
Oysa hepimizin cevap vermesi gereken soru şu: Sen/O/BİZ, yani bütün Türkiye, “çocuklarımız” için ne yaptık/yapıyoruz?
Çocuklar ve gençler için ne kadar itina gösteriyoruz?
Önce şuradan başlayalım: Çocuklarımız, gençlerimiz sadece “suçlu” ve “mevta” olarak girmesin haberlerimize. Onların başarılarını, ihtiyaçlarını, ideallerini, gündelik hayat sıkıntılarını ana haber bültenlerinde tekrar tekrar haber olarak görelim. Belgesel olarak görelim. Dizilerde “akan hikaye” olarak görelim.
Meydana gelen kötü olayın “kötülüğünü analiz etmek” kadar, güzel örneklerin güzelliğini nazara veren bir ekran dili inşa etmeye niyet edelim...
O çocuklar “orada” olmasın. “Burada” ve daima bizimle olsun.