Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Emperyalist-şeytanî güçler, yeni "kan gölleri" icad etmeye...

Emperyalist-şeytanî güçler, yeni "kan gölleri" icad etmeye çalışırken.. -1

Ermenistan"la Türkiye"nin arasındaki bir derin ve çetin problemin çözümü için değil; tersine, daha bir çözümsüzlüğü için yardımcı olacak bir karar tasarısının, Amerikan Kongresi"nin Temsilciler Meclisi - Dış İlişkiler Komisyonu"nda kabul edilmesi, konuyu evet, daha bir içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramıyacaktır..

Konu, dışardan bakıldığında sanıldığı gibi, sadece Türkiye, Ermenistan ve Amerika arasında da değildir.. Konunun en azından bu üç tarafı kadar önemli bir başka üçlü tarafı daha vardır, ve o da, İran, Rusya ve Azerbaycan"dır.. Ve bazen küçük bir taşın yerinden oynatılmasının bütün bir binayı temelinden sarsmaya vesile olabileceği gibi, bütün dünya siyasetini de etkileyebilecek büyük çaplı gelişmelere yol açabilir.. 28 Haziran 1914 tarihinde,  Saraybosna"da Avusturya –Macaristan İmparatorluğu"nun Veliahdi Arşidük Ferdinand ve eşini öldüren suikasd kurşunlarının,  sadece o iki canla kalmıyacağı ve bir bütün bir tarihi değiştiren, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını hazırlayan ve onmilyonlarca insanın yutan bir korkunç beşeriyet boğuşmasına dönüşeceği herhalde kimse tarafından tahmin bile edilemezdi..

Amerikan emperyalizminin bir karar organının biraz da macera ve heyecan olsun dercesine aldığı son kararın da yarınlarda hattâ dünya siyşasetini etkileyecek derecede muazzam sonuçlara dönüşmesi ihtimali vardır.. Çünkü, özellikle de Balkanlar- Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeni, tarih boyunca, bütün dünyayı derinden ilgilendiren, derinden sarsan sonuçlar doğurmuştur..

Ve bu mes"ele bugün için de, sadece Amerika, Türkiye ve Ermenistan"ı değil, sözkonusu bu hassas üçgeni ilgilendirmesi dolayısiyle, bölge ülkelerini ve dahası, bütün dünyayı ilgilendirir, dünya dengelerini değiştirebilir.. Çünkü, konunun ilk planda, Azerbaycan, Rusya ve İran ayakları da vardır.. Bu açıdan, bu mes"ele, Rusya"sız, İran"sız, Azerbaycan"sız, "Ben yaptım oldu.." mantığıyla ele alındığında, buhranın ihtilatları, yan tesirleri belki asıl mes"eleyi bile gölgede bırakabilecektir..

Hatırlayalım ki, bin yılı aşkın bir süre tarih sahnesinde kendi kavimlerine mahsus bir devlet mekanizmasıyla yer almamış olan Ermeni halkı, Sovyetler"in çökmesinden sonra, şunun şurasında sadece 20 yıllık bir Ermenistan Devleti"ne sahib olarak hayat sahnesindedir.. Ve ondan önceki asırlar uzun asırlar içinde, Bizans, Selçuklu Devleti, İran ve Osmanlı devletlerinin hakimiyeti altında yaşarken, son 300 yıldır da, Rusya"nın elindeydi.

Bu açıdan, Rusya"nın, Ermenistan üzerindeki fiilî vesayetinin devam ettiğini gözönüne almadan, konuya kapitalist emperyalistlerin Washington"da bir karar almalarıyla, halledilebileceğini sanmak, önünü görmemek olur.. Ve, sonunda, ortaya çıkacak ihtilafların ağır bedelini de, filler tepişirken, asıl ezilenin çayır-çimen olduğu örneğinde olduğu üzere, başta ermeniler olmak üzere, küçük halklar olacağı da çok muhtemeldir..

Çünkü, en başta, Rusya"nın, Sovyetler zamanında kendi hâkimiyeti altında bulunan hiçbir coğrafyayı, kendi haline bırakmadığı ve kendisini terketmek isteyenlerin başına yığınla işler açmaktaki marifetleri gözönüne alınmalıdır.. Ve ayrıca diğer bütün ilgili devletlerin hayatî menfaatleri ve dengeleri.. Amerikan emperyalizmi ise, gücetaparlığın bir sembol güç odağı olarak, tam bir sorumsuzlukla ve "küçük dağları ben yarattım" dercesine bir fir"avun mantığıyla kararlar almaktadır; ama, dünya dengeleri başka türlü  ve yeniden şekillenebilir.. 

Ve bu konu, sadece Türkiye, Azerbaycan ve İran"la da sınırlı bir mes"ele olmaktan çıkabilir..

*

Çünkü, Sovyetlerin çökmesinin üzerinden henüz 3 sene geçmekteydi ki, yeni dünyaya gelmiş olan 3 milyonluk ve fakirin de fakiri olan ve de Amerika ve Fransa"daki ermeni diasporasının yardımlarıyla ayakta durabilen Ermenistan devletinin güçleri, biraz da Rusya"nın ve diğer emperyalist güçlerin kendisine sağladığı muazzam silah ve diğer askerî teçhizat sâyesinde, ama, herşeyden önce bir inançtan beslenen ve Ermeni Kilisesi"nin öncülüğünde; yine yeni bir devlet olarak yeni doğmuş, 8 milyonluk nüfusu olan, ama halkının inanç temeli olan İslam"ı, komünizm dönemindeki ağır baskılarla kalblerden büyük çapta sökülmüş, bir savaşı göze alacak kadar derin bir inanç güç ve heyecanına sahib olmayan Azerbaycan"ın başta Karabağ mıntıkası olmak üzere, yüzde 20"sini aşan batı bölgelerini kanlı bir şekilde işgal ediverdi ve ve aradan 16 sene geçtiği halde, bu toprakları hâlâ da bırakmıyor. Azerbaycan rejimi ise, halkını manevî bakımdan ve gerektiğinde savaşacak bir kalb gücüne sahib kılacak şekilde restore etmeksizin; geçmiş dönemden kalma komünist fikrî ve duygu temeli üzerinde, "kemalist/ alievist" laik temeller üzerinde, hamâsî nutuklar çekerek, sadece petrol ve sair maddî zenginliklerle ayakta tutabileceğini sanıyor..

Ve asırlarca birlikte olduğu İran"la mesafesini olabildiğince uzak tutmaya çalışarak ve de Türkiye"yle de, sadece kemalist/ nasyonalist / laik bir çizgide kalmaya dikkat ederek..

Başta ,Amerika olmak üzere, kapitalist dünyanın öteki güç odakları ise, Ermenistan"ı, Kafkasya"da, "Doğu hristiyanlığının kahraman evladları" olarak; hattâ siyonist İsrail rejiminden bile ileri seviyede, daha bir kendilerine aid olabilecek bir güç odağı ve bir "ileri karakol bekçisi" durumuna getirmek için oyunlar tezgahlayıp durmakta ve bunu yaparken de, önce, Türkiye"yi, özellikle de son 150 yıllık tarihte cereyan etmiş ve Osmanlı"nın tarih sahnesinden çekilmesiyle sonuçlanmış acı hadiselerin faturasını Ermenistan lehine ödemeye zorlamaktalar..

*Tarihin derinliklerine doğru bir bakış..

Bu konuyu etraflıca değerlendirebilmek için, tarihin derinliklerine de bakmak gerekiyor..

Ermeni kavmi tarih boyunca, genellikle, Anadolu ve Kafkasya ve İran"da yaşamışlardır. Anadolu"da da, Orta, Kuzey, Doğu/ Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde.. Tarihte, Bursa ve İstanbul gibi Osmanlı"ya başkentlik yapmış olan şehirlerden ayrı olarak, (Merzifon, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Hemşin gibi) Karadeniz kıyılarıyla, (Ankara, Yozgat, Sivas, Kayseri, Konya gibi) Orta Anadolu, (Bayburt, Erzincan, Malatya, Erzurum, Kars, Van gibi)  Doğu Anadolu,  (Adana, Maraş, Anteb, Antakya, gibi) Akdeniz  ve (Urfa, Diyarbekir, Siirt, Harput, Mardin gibi) Güneydoğu Anadolu bölgesi şehirlerinde yaşadıkları  bilinir.  (Ki, Maraş"ta tarihte Zeytûn diye bilinen ve daha çok da ermenilerin yaşadığı kasabanın adı bugün Süleymanlı olarak değiştirilmiş ve eski adı bilinmemektedir bile.. )

Bu arada Osmanlı zamanında Haleb, Beyrut, Bağdad gibi şehirlerde de büyük topluluklar halinde yaşadıkları bilinmektedir..

Aynı şekilde İran"da da, özellikle Urûmiye, İsfehan, Reşt, Culfa ve Tehran gibi şehirlerde de büyük kitleler halinde yaşadıkları biliniyor..

Ermenilerin, Anadolu"nun en eski yerleşik kavimlerinden birisi oldukları, Urartu"lara kadar dayandıkları da bir gerçektir. Miladdan 100 yıl öncelerde Ermeni Kralı Dikran adına basılmış madenî paralar bulunmuştur ve bu da sözü edilen tarihi köklere işaret olması açısından manidârdır..

Ermeniler kitle olarak miladî -300 yılında Aziz Grigor (Kirkor)"un öncülüğünde ve ermeni kralı 3. Dırtad zamanında  hristiyanlığı benimsemişlerdir.. ve ermeniler daha ilk zamanlardan itibaren, ibadetlerini kendi dillerinde yapmışlardır..

Asırlarca Bizans İmparatorluğu hâkimiyetinde yaşayan ve Selçukluların Anadolu"ya gelmesinden sonra, Bizans İmparatorluğu ve Kilisesi"nin kendilerine yaptığı baskıdan şikayetle, kendi dinlerine ve kiliselerine karışılmaması şartiyle, müslümanlarla birlikte hareket edebileceklerini bildirince, müslümanlarla, küçük çaplı bir takım rahatsızlıklar olmuşsa da, genel çizgileriyle 800 yıl sürecek olan bir barış içinde, müslümanlarla bir arada yaşadıkları bilinmektedir.. Sadece ermeniceyi seslendirmek için, 38 harften oluşturulan özel ermeni alfabesi değil, Ermeni Kilisesi de,  miladî takvimin 405. yılında  Mesrop Maştots isimli bir papaz tarafından tedvin olunmuş ve bu kilise âdetâ, kavmî/ etnik bir kilise gibidir.

Ve aklı başında müslüman yöneticiler ve onların kontrolündeki kitleler, onlara verdikleri sözleri yerine getirmişler ve kimsenin dinine müdahale etmemişlerdir. Çünkü, İslam, "dinde zorlama olamıyacağı" meâlindeki ve kalblere zorla hükmedilemiyeceğini" bildiren (La ikrahe fi"d-dîn..) âyeti hükmünce, başkalarının dinine müdahale hakkını kendilerinde görmemişlerdir..  Dahası, hristiyan ermenilerle müslüman halklar o kadar iç-içe ve karşılıklı güven içinde yaşamışlardır ki, savaşlarda, Osmanlı ordusunun en hassas yerlerinden olan mutfağında, ermenilerden başka gayrimuslim unsurlara pek hizmet imkanı verilmezdi..

*

Fransız İhtilali"nin daha bir yeşerttiği " kavmiyetçilik ifriti" her tarafı kasıp kuvururken..

Osmanlı"nın dağılacağına, artık bizzat Osmanlı yönetici kesimlerinin de inanmaya başladıkları ve 1789- Fransız İhtilali"nden beslenip bütün Avrupa"ya ve giderek bütün dünyaya yayılan kavmiyetçilik/ nasyonalizm cereyanlarının uyanmaya başladığı 200 yıl öncelerde, önce helenizm / yunancılık cereyanlarının 1828"de bağımsızlıkla sonuçlanmasından sonra.. Osmanlı"yı zayıflatmak isteyen Rusya ve Fransa gibi güçler, önce diğer Balkanlar"daki Romen, Sırb, Bulgar gibi diğer gayrimuslim kavimleri panislavizm (bütün slav kavimlerini birleştirmek) davâsının ateşiyle tahrik ederken, 1860"lardan itibaren ermeniler içinde de,  ermenicilik  adına bir diğer kavmiyetçilik ateşini tutuşturmaya özel çaba harcadılar ve ermeni halkı içinden buldukları gençlerden oluşan Hınçak (Çan Sesi) ve Daşnaksutyun (Yurtseverler) ve gibi, silahlı mücadele teşkilatları oluşturdular..

Ve ilk kez olarak, 1859"da Erzurum"da Sansaryan Ermeni Mektebi"nde ermeni bayrağı denilen bir bayrak ve ermeni ayrılıkçılığını işleyen bir marş okundu..

Ermenilerin büyük kısmı, bu gibi ayrılıkçı fikirlere de, silahlı mücadelelere de karşı idiler.. Çünkü, ermeniler Osmanlı toplumunun genel olarak, en rahat kesimlerini oluşturuyorlardı.. Mimarîden, musıkîye kadar nice san"atlarda ve demircilik, kalaycılık, fırıncılık ve terziliğe kadar nice zanaatlarda da ermeniler başta geliyordu.. (Müslümanların mâbedlerinin, câmilerinin, gayrimuslimlere yaptırılmaması) şeklindeki tavsiye ve geleneğe rağmen, İst.- Aksaray"daki Valide Sultan Câmii gibi mâbedlerin Sergis  Kalfa  gibi ermeni mimarlarınca yapıldığını hatırlayalım..

Osmanlı"nın resmî makamlarında ise, hem de yüksek derecelerde devlet memuru olarak, pek çok ermeni Osmanlı tebaı da istihdam edilmekteydi.. Bunlara Osmanlı"nın son yüzyılından birkaç örnek vermek gerekirse.. Artin Davud Paşa"nın 1857"de Viyana Sefiri, 1861"de Lübnan Valisi, 1868"de Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı)  olduğunu, Ohannes Sakiz Paşa"nın 1897"de Hazine Nâzırlığı"na,  Agop Kazazyan Paşa"nın Abdulhamîd döneminde hem Maliye ve hem de Hazine-i Hassa Nâzırlığına, Gabriel Noradunkyan Efendi"nin getirildiğini, II.  Abdulhamîd zamanında, -hele de o dönemde yeni gelişmekte olan bu iletişim imkanı olması açısından, daha bir önemli olan- Posta-Telgraf Nâzırlığı"na; İttihad- Terakkî Cemiyeti hükûmeti ele geçirdikten sonra ise, paşalık rütbesi verilerek Hariciye Nâzırlığı"na getirildiğini hatırlayabiliriz..

Buna rağmen, ermeni genç nesilleri arasında, ermenilerin de bir devletinin olması gerektiği fikri giderek yaygınlık kazanıyor ve silahlı mücadele, ortaya bir çok kan ve can kaybını  ortaya çıkardığı gibi, ideolojik tırmanışı da şiddetlendiriyor, keskinleştiriyor ve bu mücadeleye karşı çıkan nice ermeni seçkinleri de teröre muhatab oluyor ve imha ediliyor veya sindiriliyorlardı.. (Tıpkı, PKK"nın ortaya çıkışında, nice kürd halkının çok büyük bir kesiminin bu örgüte ve mücadele şekline karşı çıkması üzerine, PKK"nın, önce, kürd halkından kendisine karşı çıkanları bertaraf etmeye öncelik vermesinde olduğu gibi.. Ama, devletin mukabelesindeki sertlik, ister istemez geniş kitleleri de etkileyecekti..)

Ama, o zaman kullanılan Hicrî-rumî takvime göre 1293 tarihinde cereyan ettiği için, "93 Harbi" diye bilinen ve tarihimizin en büyük felaketlerinden birisini teşkil eden ""1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı"nda, Rus Orduları, Balkanlar üzerinde taa İstanbul-Yeşilköy civarına kadar dayandıkları zaman, İstanbul"daki Ermeni Patriki Nersesyan, Rus Ordusu Başkomutanı Grand-Dük Nicola"nın otağına gidip, kendisinin, ermeni kilisesinin ve ermeni halkının Rus Çarı"na bağlılığını bildiriyordu..

Kafkasları aşıp Erzurum"a dayanan Rus Orduları"nın komutanı olan (Rusya ermenilerinden) General Melikof da, o bölgedeki ilerleyişini, Daşnak ve Hinçak gibi örgütlerdeki "ermeni" kavmiyetçilerinin yol göstericiliğine borçlu idi..

Buna rağmen, Osmanlı Yönetimi, vatandaşlarından bir kısmı adına, ermeniler adına hareket ettiklerini iddia ederek sosyal hayatı zehirlemeye kalkışanlara karşılık verirken; ermeni kitlesini suçlamıyor, onları yine eskisi gibi, silahlı mücadele verenlerden, teröristlerden ayrı tutuyordu..

Ve unutmayalım ki, Anadolu"daki ermeniler, gayrimuslim ahali arasında, rûmlarla birlikte en büyük etnik gruplardan birisi durumundaydılar. Nitekim, 1912"lerde yapılan nüfus sayımı gösteriyor ki, (Türkiye"nin bugünkü sınırlarının içindeki toplam nüfus 13 milyon kadar gözükürken, ermeniler de resmî kayıdlara göre, 1 milyon 200 bin kadarlık, yani onda birlik  bir kitleyi oluşturuyorlardı..) 

Buna rağmen, "ermenici"  teröristlerin, İst.- Galata"daki Osmanlı Bankası (o zamanki Merkez Bankası)"nı basıp soymaları ve Yıldız Câmii"ndeki Cuma Selamlığı esnasında, Abdulhamid"e saatli bomba koyuşları gerçekleşiyordu. Ama, Sultan Abdulhamîd,  câmiin imamı ile konuşmasını birkaç dakika uzatması yüzünden, ayarlanan vakitte patlayan bomba, asıl hedef olan Sultan"ı vuramıyor, aralarında nice seçkin devlet ricâlinin de bulunduğu 30 kadar insan parçalanıyordu.. Abdulhâmid"in bombanın patladığı yere bir anlık gecikmeyle gelmesini, Tevfik Fikret, "Bir lâhza-i Teahhur" (Bir ânlık gecikme)  isimli şiirinde utanç verici bir anlayışla hayıflanarak anlatacak ve, "Bir kavmi çiğnemekle eğlenen bugün, denî (alçak)... / Bir lahza-i teahhura borçludur bu keyfini! / Ey şanlı avcu, dâmını (tuzağını) beyhûde kurmadın, / Attın, fakat, yazık ki, yazıklar ki vurmadın.." diye, teröristi "şanlı avcı" diye alkışlayacaktı.. (İlginçtir ki, ateizme yelken açtığı, İslam ve Kur"an aleyhindeki en saldırgan şiirleri ortada olan Tevfik Fikret"in karşı kutbundayer alan, İslamî kimliği bilinen Mehmed Âkif gibi bir isim bile, Abdulhamîd"e düşmanlıkta Fikret"le aynı çizgidedir ve o bombalı saldırıdan sonra, Padişah"ın Cuma Namazı"na geliş-gidişi sırasında yapılan Cuma Selamlığı merasiminin Yıldız Sarayı ve Camii etrafında kuş uçurtmamak için alınan tedbirleri ve binlerce askerin güvenlik çemberi içinde yapılmasını Safahat"ında eleştirirken; "Kafes ardında kadınlar gibi saklıydı Hâmid,/  Âl-i Osman"dan (Osmanoğlu"ndan) edilmezdi bu korkaklık ümid../ Belki kırk- elli bin askerle sarılmış Yıldız; / O silahşörler, o al fesli herifler sayısız../ Neye mal olmada seyret, herifin bir namazı;/ Sâde altmış bin adam kaldı namazsız, en azı.."  diyecek kadar tuhaflaşacaktır..)

*

Bir tasavvur edilemiyen yıkılışın  getirdiği ızdırab okyanusunda..

Ve 1914"de I. Dünya Savaşı başlayınca ve Osmanlı, Almanya"nın yanında yer alınca ve de Rusya ile de savaşa tutuşunca.. "93 Harbi"nde yaşanan acı tecrübe ve ihanetlerin tekrarını önlemek için, Rus Ordusu"yla işbirliği yapması muhtemel ve bölgeyi coğrafî ve stratejik noktalarıyla iyi bilen ve düşmana lojistik destek vermesi mümkün olan odakların etkisini önlemek hesabıyla, bölge halkının önemli bir bölümünü oluşturan ermenilerin, hudud boylarından uzak yerlere, özellikle Suriye ve Lübnan gibi, İmparatorluğun Rus cebhesine uzak yörelerine doğru sevkıni tedbir olarak düşünmüştü, İttihad- Terakkî"ciler..

Ama, asırlarca yaşadıkları yerlerden, köylerinden, hâne ve kaşânelerinden cebren koparılan çoluk-çocuk, erkek-kadın, ihtiyar ve silahsız yüzbinlerce ermeninin, tren, otobüs, vs. gibi nakil araçlarının, hattâ doğru dürüst kağnı yolunun bile olmadığı bir zaman diliminde, kışta-kıyamette veya yazın kavurucu sıcaklarında, çoğu yaya olarak, perişan bir şekilde yüzlerce km. uzaklıklara sevkedilişleri sırasında yaşananların bile, başlı başına bir facia oluşturacağını ayrıca söylemeye gerek yok.. Bir de bu yüzbinlerden oluşan kafilelerin yolgüvenliğinin olmayışı, eşqıyâ ve diğer kötü niyetli insanların saldırılarından korunacak savunma imkanlarına sahib olmaması, hastalık, açlık, vs.. perişanlıkların çok büyük felaketlere ve can kayıplarına yol açtığı ortadadır.. Bu sürgünler sırasında, onbinlerin, belki yüzbinlerin kırıldığı bir gerçektir ve bu hususta, o dönemi yaşıyan insanlar da ve o bölgelerin insanları da, ermeni halkından olanlar da, o büyük travmanın atlatılmasına kadar, derin bir suskunluğu tercih etmişler ve bu durum yaklaşık 50 yıl sürmüştür..

Ki, bugün Anadolu"da özellikle ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde, nice ermeni evleri, hâlâ da geride kalan yerli müslüman halk tarafından kullanılmaktadır.. Dahası, bizzat Ankara"daki Çankaya Köşkü bile, "Papazın Bağı" olarak meşhur bir mekan olarak ve bir ermeniye aid ve de hukukî mahiyeti açıklığa kavuşturulmadan, M. Kemal"e tahsis edilmiştir.. 

Tabiatiyle, o hengâmede, silahlı ermeni çetelerinin, komitacılarının da boş durmadığı, müslüman ahaliye ne büyük zulümler uyguladığı da, evlerin, köylerin ateşe verilmesi, insanların camilere, hamamlara doldurulup yakılması gibi cinayetleri işledikleri de bilinmektedir.. Ve bunun tersinin de olduğu ve kiliselere toplanan insanların ateşe verildiği, birinci ihtimal kadar, mümkün gaddarlıklardandır..

Yani, ortada bir jenosid / soykırım değil, hattâ bir katliâm bile değil, bir "muqatele / iki taraflı bir öldürüşme" yaşanmıştır ve halkların boğuşmasında, adâletin gözetildiği gibi trajik-komik iddiaların bir gerçekliğinin olduğu düşünülemez, herhalde.. Sadece şu var ki, ülkesi her taraftan saldırıya uğrayan, işgal edilen müslüman ahali, emperyalist güçlerin saldırısı karşısında devletinin çaresizliğini görmenin verdiği bir tepkiyle, işgalcilerden de öteye, 800 yıl birlikte yaşadığı ve "kavm-i necîb" (asîl kavim) veya "kavm-i sâdıq" (sadakatli kavim) olarak isimlendirerek, ihanet edeceğine asla ihtimal vermediği ermeniler arasından çıkan bazı ayrılıkçı ve düşmanla işbirliği yapan gruplara duydukları hıncı, ermeni olarak bildikleri herkesten de çıkarmaya kalkışmışlardır..

600 küsur yıllık bir büyük imparatorluğun dağılmasıyla sonuçlanan I. Dünya Savaşı esnâsında sivil, savunmasız, onmilyonlarca müslüman da aynı şekilde telef olmuştur.. Bu boğuşmayı, 800 yıl birlikte yaşamanın ve birbirine duydukları büyük itimad duvarının yıkılmasıyla ortaya çıkan büyük şaşkınlık ve dehşetle beslenen bir korkunç hınç ve hışmın fitillediği rahatlıkla söylenebilir.. Çünkü, geçmişte gayrimuslim unsurlara ve hele de ermenilere asla düşmanlık beslememiş olan bir müslüman halkın, en güçlü olduğu zamanlarda herhangi bir problem yokken, ülkesinin ve devletinin yıkılması gibi bir faciayla karşılaştığı sırada, bu zaaf durumunu fırsat bilen etnik veya dinî topluluklara nasıl bir hınç besliyebileceğini kestiremiyenler, kendileri ölümcül bir şekilde hasta yatağındayken eski dostlarının, üzerlerine öldürmek niyetiyle saldırmaları karşısında nasıl bir duygu taşıyabileceklerini gözlerinin önüne getirebilirler..

Ve ilginçtir, Birinci Dünya Savaşı, derken İkinci Dünya Savaşı.. Ve nihayet.. Bu iki Dünya Savaşı"nın boğuşmalarının, acılarının dinmesinden ve yaralarının sarılmasından sonra, ermeniler, ilk olarak1965"te, yani 50 yıl sonra, 1915 Hadiseleri"ni dünya çapında anmaya başladılar. O zamanlar, ermeni kayıpları 500 bin olarak ifade edilmekteydi..

Ama, bu rakam, 75"nci yıla gelindiğinde (1990"larda) 1 milyona ulaştırıldı ve şimdi de 1,5 milyon ermeninin öldürüldüğünden sözediliyor.. Yani, ülkelerin nüfusları arttıkça, rakam küçülmesin diye olsa gerek, ölenler de çoğaltılıyor..

(Konunun devamını ikinci bir yazıda ele alalım, inşaallah..)

haksöz

Bu yazı toplam 1631 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar