'Elimiz kırılsaydı da AKP'ye oy vermeseydik'

'Elimiz kırılsaydı da AKP'ye oy vermeseydik'

Salih Tuna yazısı...

Biri, 'Bazıları hizmetin üstüne gelmekle memleketi maddi ve manevi felakete sürüklüyor. Muğla-Bodrum, 3.8 büyüklüğünde deprem!' diye tweet attı.

Diğeri:

'Malatya'dan babamla konuştum. Don vurmuş, 'bu yıl yemeye bile tek kayısı yok' dedi. '30 Martta iftiracılara verilen destektendir' diyemedim.'

Bir başkası:

'Tüm don olaylarının aynı gün yaşanıp, ürünlerin zarar görmesi de ayrı bir ayrıntı!'

Öteki:

'Bu vakitler bembeyaz karlarla kaplı olan Kızılcahamam dağlarında, ormanlarında bu yıl kardan eser yok. Kuraklık her yerde...'

Beriki:

'Yarın ay tutulması var, 500 yılda bir olur, büyük bir bela ve musibet işareti olabilir, MİT yasası gibi...'

Bunlar sıradan insanlar değil.

İçlerinde Zaman gazetesinin genel yayın yönetmen yardımcısı da var, Today's Zaman'ın genel yayın yönetmeni de!

Ne istiyorlar veya ne bekliyorlar, bilemiyorum. Türkiye'nin yüzde 45,6'sının 'Ellerimiz kırılsaydı da AK Parti'ye oy vermeseydik, Allah bizi affetsin!' demesini mi?

E tabii, hangi mevki makamda olursa olsun isteyen istediği gibi düşünür, istediği gibi inanır.

Kim ne diyebilir?!

Yeter ki...

Kızılcahamam'a kar yağsın, kayısıya don vurmasın diye 'seçilmiş siyasi iktidarı' antidemokratik yöntemlerle devirmeye kalkışmasın.

Burada sorulması gereken soru şu: Gerçekten böyle mi inanıyorlar?

Yani, 'hizmetin' üzerine gidilirse deprem olur, kayısıyı don vurur, inancında samimiler mi?

Kimsenin kalbini açıp bakamayacağımıza göre kesin bir şey söyleyemeyiz, ama, kendi payıma pek emin değilim bundan.

Tabanın motivasyonu için böyle inanılmasını telkin ediyorlar, da diyemem; kesin olarak bilmediğim bir konuda hüküm veremem ki...

Bildiğim tek şey var: Tavanda işler hiç de böyle yürümüyor.

Takdir edersiniz ki, insanın neyi nasıl yaptığı da neye inandığının göstergesidir.

Evet, tavanda son derece siyasi, stratejik hesaplar yapıldığı, konjonktürün her daim dikkate alındığı, pragmatist pozisyon almaktan hiç yüksünülmediği, reel politiğe uygun hareket edebilmek için uluslararası güç-kuvvet dengesinin rikkatle gözetildiği herkesin malumu.

Yukarda son derece 'rasyonel', aşağıda 'irrasyonel'; nedir bu hal?

Tavanda, 'İsrail-Neocon networku' hilafına hareket edersek dünyayı bize dar ederler, mülahazası hakimken; tabanda, bize karşı çıkanı Allah mahv u perişan eder, inanışı mı hakim olsun isteniyor?

Değilse nedir?

Madem 'hizmete' karşı çıkmanın veya önünü kesmenin bedeli, doğal afetlere sebep verecek kadar ağır olduğuna inanılıyor, bu acayip denge hesaplarına ne gerek var?

Peki...

Filistin'de, Lübnan'da ırkçı Siyonistlerin bombalarıyla çocukların bedenleri parçalanırken şu kavanoz dipli dünyada neden tek bir deprem fay hattı harekete geçmedi?

'Hizmetin' üstüne gidilirse kayısılara don vuruyor ama mazlumlar yurtlarından sürgün edildiğinde, yoksullar açlıktan öldüğünde, yalın ayaklıların soğuktan ciğeri delindiğinde, Ebu Gureyb cezaevinde insanlıktan utandıracak işkenceler yapıldığında, köyleri boşaltılan insanlara dışkı yedirildiğinde, Kürtlerin dilleri yasak edildiğince ay tutulmuyor, kayısıları don vurmuyor, kıytırık bir fay hattı bile harekete geçmiyor, öyle mi?

Sadece 'hizmetin' önü kesilince mi (dillerinden düşürmedikleri ifadeyle) 'Gayretullaha dokunuyor?'

'Güneyde sevilen ülkenin' tanrı inancına ne çok benziyor bu; sadece bir ırkı gözeten tanrı inancına!

NOT: Star gazetesi yazarı bana cevap vermeyi denemiş. Ama olmamış. Oysa ben ondan daha zekice bir cevap beklerdim.

Tahkir edildiği iddiasıyla verdiği cevapla kendi kendini iptizale uğratmaktan maalesef öteye geçememiş.

Baştan sona Erdoğan'ın otoriterleştiği üzerine kurguladığı ('Erdoğan'ın artan otoriterliği Batı'yı afallatırken' gibi ifadelerle de süslediği) Al-Monitor'daki yazısını, 'Asıl mesele, Erdoğan'ın otoriterliği değildi, bir başka deyişle, 'İslamcılığı' hiç değildi...' şeklinde tevil etmeye çalışmış.

Üzüldüm, gerçekten çok üzüldüm! Zor duruma düşmesini inanın istemezdim. Bu çapta bir teville inkâr arasında pek fark yok çünkü. (Yazık ki, yazı arşivde duruyor, onu ne yapacak?!)

Toplumsal olaylar karşısında hiç savrulmadığını, hep sabit durduğunu iddia ediyor ama daha üç beş gün önce dercettiği mezkur yazı üzerinde bile gördüğünüz gibi sabit duramamış, savrulmuş.

Söz konusu yazımın ağırlıklı kısmı şu soru etrafında şekillenmişti: Erdoğan neden henüz yayımlanmamış Ahmet Şık kitabının kovuşturmaya tabi tutulduğu dönemde değil de, demokratik paketlerin açıklandığı, yargı reformlarının yapıldığı, barış sürecinin başlatıldığı, Özel Yetkili Mahkemelerin kapatıldığı dönemde 'otoriter' ilan edildi?

Star yazarının buna bir cevabı olsaydı, sanırım yeni bir garabete daha imza atmaz; 'Erdoğan'ın İslamcılığını' otoriterlikle eşitlemezdi.

Madem eşitliyor soralım: Erdoğan'a 'otoriter' demeyi nerdeyse amentü haline getiren kimi liberal yazarlarla birlikte, Erdoğan'ı yere göğe sığdırmadığınız dönemde Erdoğan İslamcı değil miydi? Sonradan mı İslamcı oldu?

Star yazarından AK Parti'yi savunmasını da propagandisti olmasını isteyen yok. Benim bir hobi olarak bile ilgimi çekmez bu. İsterse CHP'yi, isterse MHP'yi savunsun her gün bana ne!

Bir de, fakiri 'çirkin söz sahibi' olmakla suçluyor. Hangi sözüm çirkindi, söyler mi?

Bu kadar savrulacağına, keşke vaktiyle müridi olduğu Adnan Hoca'yla eski günlerdeki gibi 'evrim teorisine' karşı bilimsel argümanlar geliştirmeye devam etseydi, demem mi, yoksa, hangi ünlü köşe yazarının mahdumu olduğunu ihsas etmem mi?

Haa, o ifade mi?

Pardon ama, Star gazetesinin yazarı olduğu halde, Yeni Şafak'ı, 'Erdoğan yandaşı gazete' şeklinde nitelendirmenin lügatte başka bir karşılığını bulduğumda o sözü geri alacağım, söz.

salih tuna yeni şafak