Merve Kavakçı

Merve Kavakçı

Efendimiz’e hakaret

Samanyolu televizyonu Peygamber Efendimiz aleyhi selam’ı bir ışık halinde yer yüzüne indirmiş. Şaşırıyorlar. Ben de şaşıranlara şaşırıyorum. Bu ilk değil ki. Beklenirdi. Gidişatı bu minval üzereydi zaten oldum olası. 1999 senesi sonu Amerika’ya ikinci kez zorunlu gidişimizden kısa bir süre sonra kızlarım için “ne yapsak Türkçe’yi unutmasalar, ahlaksızlık vesaire seyretmesinler” düşüncesiyle almıştık bu kanalın da aralarında bulunduğu bir iki kanalı. Öbürleri zaten bize uygun değildi seyretmedik, Samanyolu’ndan İslam’a uygun bir şeyler seyredeceğiz düşüncesiyle umutlandık. Öyle mi oldu ya? Gelirken giderken, girer çıkarken gözüm ekrana takılıyor, içimden Allah Allah diyorum, herhalde bana öyle geliyor diyorum, işime bakıyorum… Gel zaman git zaman baktım ailede sadece ben değil, babam, annem hepimiz fark etmişiz olanı. Yerli diziler mesela. Birinde bir öğretmen kadın, güya dindar, ama okulda başını açıyor, sonra bir davet bir şey var, ona gidilecek, başını açan eşi ile ilgili şöyle bir cümle sarf ediyor koca rolündeki kişi “biz nerede nasıl davranılacağını biliriz.” Anlatılmak istenen akşamki davete de eşinin şüphesiz baş açık katılacağı. Oh ne ala mesaj!

Doksanlı yılların bir Samanyolu klasiği de şer’i açıdan dekolte sayılabilecek elbiselerle sahnede endam eden   kadınların ve bir o kadar da erkeğin hep bir ağızdan “aşk ile” (!) salavat getirişleriydi malum… Kutlu doğum haftalarını bu çağdaş(!) manzara ile ekranlara taşımak da bunların eseriydi. Hatırlayacaksınız. Adeta bir Demirel eksikti yerinden fırlayıp, “İşte çağdaş Türkiye!” diye kendinden geçecek.

Bizim aileyi Samanyolu’nu kapatmaya götüren son radde ise ölüm sonrası hesaba çekilme manzaraları oldu, neydi adı şimdi unuttum bir dizide. Yine bir ışık, ama hemen ölüm sonrası peyda oluyor, beyazlar içinde bir zat, kimdir nedir, şeriatta neye karşılık gelir bilmem, ama belli ki kitabı sağ ele veya sol ele verebilecek yetkide -estağfirullah- senariste göre. Sonraki manzara bana Demi Moore ile Patrick Swayze’nin başrollerini oynadığı Ghost filmini hatırlatır bir sahne oluyor. İyiler cennete, kötüler can çekişe çekişe biz seyircilerin gözü önünde “uğurlanıyor.” (Bir de tabii inceden inceye işlenen, bir “temiz kalpliliğin önemi” temalı bir mesaj var ki şimdi girersek İslam’ın protestanlaştırılması çabaları konusuna hiç bitmez bu yazı, öyleyse burada bırakayım bu konuyu.) Önce biz ailecek bir şok yaşadık, herhalde biz yanlış anlıyor olmalıyız bir şey kaçırıyor olmalıyız düşüncesiyle, sonra baktık ki pek bir bilinçli “bilinç-altı” mesajları veriliyor bolca. Haydi bizler yetişkiniz, elhamdülillah İslam’ı az çok biliyoruz da doğruyu yanlıştan ayır edebiliriz, ama çocuklar, küçüklerin kafasına yerleşecek, itikadi açıdan yanlış bilgileri nasıl temizleriz sonra korkusu içinde açtığımız gibi kapattık kanalı.

Bir de kişisel anektod… Hani herkes pek bi doğrucu Davut ya bugünlerde. Gazetecilik ahlaki vesaire ahkam üstüne ahkam değil mi. Aralık 2006. Yer İstanbul Cemal Reşit Rey Salonu. Muhammed Hamidullah hocayı anma programı. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocanın hazırladığı programda babam ve ben de konuşmacıyız. Prof. Dr.Suat Yıldırım’ı görüyorum bir ara. Biliyorum ki o konuşmacılar arasında değil. İhsan amca öyle uygun görmüş, biliyorum. Suat amca birazdan Samanyolu televizyonuna canlı bağlanıyor ve programda konuşmacı “imişçesine” demeç veriyor. Benim, kardeşim arayıp “şimdi Suat bey konuşuyor televizyonda” deyince haberim oluyor, Elif bir de şunu ekliyor kapatmadan telefonu “konuşmacıların isimleri veriliyor ekranda bir bir, senin de babamın da adı yok.” Koca koca adamlar. Ve fakat küçük küçük hesaplar… Eğmek. bükmek, takla atmak, ne hal ise, has 28 Şubat medyasından farkı var mı? O zaman neden şaşırıyorsunuz Peygamberimizi - estağfirullah - kasa üzerine indirenlere..ben de buna şaşıyorum.

yeniakit

Bu yazı toplam 966 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar