Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Düşe- Kalka, Ama, Hep Dosdoğru Olmak Dikkatiyle..

Bismillah..

Bu yazı, Diriliş Postası’nın ilk sayısındaki ilk yazım..

Rabbimden bana kalemimi, beynimi ve kalbimi razı olmayacağı alanlarda kullandırmaması dikkatini bahşetmesini niyaz ediyorum.

*

İlk günlük yazıya, İstanbul-Hukuk Fak. son sınıfta iken, 1972 sonunda ‘Bâb-ı Âli’de SABAH’gazetesinde başlamıştım. O zamana kadar, haftada bir, bir yazı gönderiyordum gazeteye..

12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nin o baskılı günlerinde.. Bir çok kalem susmak veya ülkeyi terketmek zorunda kaldığı için, iş biraz da benim gibi heveslilere, ‘mübtedi’lere kalmıştı.

Ve bir askerî darbenin ağır baskılı atmosferinde yazmaya başladım.

Yazılarımın sütun ismi olarak, Yûnus Emre’nin ‘Yol oldur Ki. Doğru(ya)Vara..’ mısraını almıştım. (Şimdi bir klişe olarak yine o sütun başlığını koyuyorum.)

Ancak, burada ince bir noktayı hatırlatmakta fayda olsa gerek..  Sözkonusu gazetenin Gen. Yayın Md. olan zat, ‘Ancak, yazılarınızda hep ve sadece İslam kültür ve medeniyetinden söz ediyorsunuz. Biz ise, Türk-İslam kültür ve medeniyeti terkibinin birlikte kullanılmasına özen gösteriyoruz. Zamanla seni de törpüleriz..’ diyordu.

Bu yaklaşım dikkatimi çekmiş ve bana da başka türlü bir dikkati, törpülenmeme dikkatini  ihtar etmiş ve daha bir geliştirmişti.

Sözkonusu gazeteyi daha sonra ‘Süleyman Hilmi Efendi’nin Talebeleri’ olarak anılan bir grub satın almıştı. Onların elindeyken de iki sene kadar daha devam ettim. Sonra, Millî Gazete’ye geçtim, 1975’in başından itibaren..

Sonrası, nice zindanlar, takibler, o zamanın en meşhur zulüm cenderesi olan 163. madde başta olmak üzere değişik maddelerden, onlarca dâvâ.. Ama, çıkılan yolda zaman zaman tökezlenilse bile, değişik yayın organları, dergiler ve sonra, yurt dışında da gerek yazılı, gerekse elektro-manyetik dalgalar yoluyla aynı istikamette ilerlenmeye çalışıldı.

*

300 yıl öncelerde yaşayan Jean-Jacques Rousseau‘Babam İstanbul’da Saray’ın saatçisi idi. Eğer bir yazı yarışmasında birinci olmasaydım, başıma böyle sıkıntılar gelmez ve belki babamdan sonra Saray’ın saatçiliğini ben sürdürürdüm..’ der.. Fakîr de, okuyup yazmaya merak sarmasaydı, herhalde hayatını toprakla uğraşan bir babanın oğlu olarak köyünde, tarlalarda veya tuğla-kiremit ocaklarında sürdürmek durumunda kalabilirdi.

Doğduğum topraklardan uzak kalmak macerası 35 yıl sürdü..

Arada nice askerî darbeler ve hayatımızı şekillendirmeye çalışan iç ve dış müdahaleler yaşandı. En başta 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günleri.. 11 Eylûl 2001 Saldırısı.. 27 Nisan 2007 Muhtırası ve onun etkisiz hâle getirilişi.. 43 yıl geçmiş..

Bu zaman diliminin 35 yılı, 12 Eylûl 80 Darbesi ve sonraki günlerin gelişmeleri içinde, gönüllü olarak zulme teslim olmamak dikkatiyle, doğduğum toprakların dışında geçtiyse de, bulunduğum her mekanda ve doğru olduğuna inandığım değerlerin diğer insanlarla paylaşılmasına karınca kararınca çaba harcadım. Yani, içte, yığınla darbeler arasında, dünyada da büyük dünyayı derinden sarsan büyük sosyal hadiseler ortasında, Allah’ın verdiği ömür nimetini değerlendirmeye çalıştım.

Ve bugün, 28 Şubat 1997 Zorbalığı’nın 18. yıldönümünde yayına başlayan Diriliş Postası’nda bu ilk yazı.. 

*

Merhûm M. Âkif, ne diyordu, Safahât’ının takdim mısralarında:

'Bana sor sevgili qaari (okuyucu), sana ben söyliyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran
 eş’ârım (şiirlerim)..

Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne
 tasannu’ (san’at özenticiliği) bilirim; çünkü, ne san’atkârım.

Şi’ir için ‘gözyaşı’ derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin
 giryesidir (gözyaşıdır) bence bütün âsârım (eserlerim)!

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa..’

Bu sütunda da, Âkif’in bu ölçülerine sâdık kalınmaya çalışılacaktır. Bu konuda başarılı olunması için okuyucuların duası beklenir.

*

Napolyon,  ‘Beni üç gazete, 100 binlik bir ordudan daha fazla korkutur’ dermiş.

Bugünlerde  öldürülüşünün 50. yılında rahmetle anmakta olduğumuz Malcolm X  merhûm (Mâlik eş’Şâbaz) da, ‘Eğer dikkatli olmazsanız, medya sizi mazlumlardan nefret ettirir, zâlimleri ise sevmenizi sağlar..’ diyordu..

Bunun yığınla örneklerini yaşamıyor muyuz?

*

Müslümanların yüz akı bir mücadele ve diriliş eri : Malcolm X

Bu vesileyle, öldürülüşünün,  -inşaallah, şehadetinin- 50. yıldönümünde merhûm Malcolm X’e biraz daha değinelim.

Asıl adı Malcolm Little olan Malcolm X, cedleri 200 yıl öncelerde  köle ticareti proğramları çerçevesinde Afrika’dan koparılıp Amerikalı beyazlara hayvan gibi zincire vurularak satılmış kitlelerin çocuklarından bir siyahî insan  idi. Siyah insanların özgürlüklerine kavuşamayacaklarına ve Afrika'ya geri dönmeleri gerektiğine inanan Earl Little isimli bir rahibin oğlu olarak 1925 yılında dünyaya gelmiş ve henüz 5 yaşındayken, ilk büyük travmayı herhalde, babasının,  aile ferdlerinin gözleri önünde öldürülmesiyle yaşamıştı.

Ruhundaki fırtınalar onu gangsterliğe yöneltmişti. Hem yoksulluk içindeki ailesine imkanlar sunmak ve hem de siyah insanlara hayvan muamelesi yapan beyaz insanın tahakkümüne karşı  mücadele etmek gibi duygularla bir takım karanlık işlere girip 19 yaşında hapse düşmüştü.

Hapiste iken Elijah Mahomed isimli ve kendisinin ‘müslüman’ olarak niteleyen bir siyahîkişinin ateşli ve etkili mesajlarıyla tanıştı. Elijah’ın İslam hakkındaki bilgileri son derece sınırlı ve de yanlış idi.

Elijah’a göre beyaz insanlar şeytan idi. Siyah insanlar ise olgunlaşmasını tamamlamış  gerçek insanlardı ve İslam da siyah insanların dini idi.

Malcolm, zindanda iken bu mesajların etkisinde kaldı. Zulme karşı direnme azmi ve ele aldığı konuları çok ateşli, heyecanlı ve etkili şekilde sunmasıyla zindanda bile şöhret bulmuştu.

Dışarıya çıktı zaman da Elijah’ın en ateşli tarafdarlarından birisi olarak ondan İslam adına öğrendiklerini siyah insanlara anlatıyordu.

Ancaaak.. Bir gün Hacc’a gitmek istediğinde Elijah ona izin vermedi. Çünkü, Malcolm’un orada, kendisinin öğrettiğinden çok daha farklı bir İslam’la karşılaşacağını biliyordu.

Maalcolm, onun dinlemeyip Hacc’a gidince, lideriyle ipleri kopardı ve bu, onun asıl dirilişi oldu.

Çünkü Hacc mekanlarında bütün renklerden, ırklardan, cinslerden rengarenk milyonların aynı inanç potasında, bütün sosyal farklılıklarından soyunarak kaynaştığını gördü ve ruhunu doyuran gerçek inancı bulduğunu anladı.

Hacc dönüşünde artık hiç bir ayırım yapmadan, her ırk, renk, ve cinsten insanların haklarını savunmak için mücadeleye başladı ve giderek ilgi çeken konferanslarla Amerikan toplumunun her kesimini etkilemeye başladı.

Ama bu durum, hem Elijah tarafından, hem de Amerikan gizli servisleri tarafından hoş karşılanamazdı, elbette..

Amerika’da ırk ayırımının bütün şiddetiyle sürdüğü ve siyahların beyaz insanların gittiği restoranlara, bindiği otobüslere, okullara bile alınmadığı 1960’lı yıllar.. Bir tarafdan MartinLuther King isimli bir hıristiyan rahib, diğer taraftan Hacc’dan sonra kendisine aldığı yeni ismiyle Mâlik Shaabaz (Malcolm), beyaz insanların mantıklarının ve insanlık anlayışlarının sığlığını ve zâlimliğini deşifre ediyorlar ve aklı başında olan  kitleler bu mesajlara ilgisiz kalamıyorlardı.

Nitekim, henüz 40 yaşındayken, bir konferans sırasında katledildi, 21 Şubat 1965 tarihinde..

Kaatillerin, Elijah’ın ‘Nation of Islam’ isimli topluluğuna mensub olduğu açıklandı. Amerikan gizli servisleri teşvik ettikleri, planladıkları bu cinayetteki sorumluluklarından sıyrılmışlardı.

(Bir gün, ‘The Nation of Islam’ isimli kuruluşun ünlü isimlerinden Louis Farrakhan Ortadoğu ülkelerinden birinde bir toplantıya katıldığında, Amerika’lı siyah müslümanlardan adaşım olan bir dosta, ‘Hemşehrini dinlemeye gitmeyecek misin?’ diye sorduğumda, o, onun,Malcolm’un öldürülüşünü gerçekleştiren cinayet timinde yer aldığını kesin bir bilgi olarak söylemiş ve o konuşma mahalline gelmemişti.)

Malcolm’dan üç sene sonra 1968 yılında da Martin Luther King katledilecekti, B. Amerika’da bir otelin balkonuna çıktığı anda uzaktan sıkılan bir kurşunla...

Bu her iki yiğit ve ‘insan’ olan iki insandan da geride kalan, insanların renklerinden, ırklarından, cinslerinden dolayı ayırıma tâbi tutulmayacağı bir özgürlüğe kavuşmak ideali idi. Onlardan 45 sene sonralarda  bir siyahî’nin hattâ Amerikan Başkanı olduğu merhaleye gelindiyse, bu sonuçta o mücadelelerin, o acıların ve o mazlum kanlarının rolünü unutmamak gerek.. Ama, işte o Obama, Malcolm’un katledilişnin 50. yıldönümü toplantılarına katılmayı bile akledemedi ya da bilhassa kaçındı.

Çağımızın en etkili, en karizmatik ve en yılmaz mücadelecilerinden, seçkin ve yiğit diriliş eri merhûm Mâlik eş’Şâbazı rahmetle anarak..

yeniakit

Bu yazı toplam 813 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar