Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Doğu Türkistan’dan Kahire’ye; Sivas’dan Başbağlar’a..

Evet, Doğu Türkistan’dan Kahire’ye’ Sivas’dan Başbağlar’a, derin bir cûş-u hurûşdan bir-kaç kesit..
1- Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da, onmilyonlarca müslümanın Ramazan ibadetlerine karşı çıkan ve oruç tutanları cezalandıran komünist Çin yönetiminin zulüm ve cinayetlerine karşı, Özgürder öncülüğünde birkaç yüz müslümanın 3 Temmuz öğleden sonra İstanbul- Fatih / Saraçhane Parkı’nda yaptığı protestonun ses ve etkileri, Çin’e kadar ulaşmış mıdır, dersiniz?
Bu konudaki itirazların medyada sözkonusu edilmesi üzerine, Çin‘in İstanbul Başkonsolosluğu, medyada yer alan haberlerin asılsız olduğunu iddia eden bir açıklama yapmak zorunda kalmış ve “ Müslümanların Ramazan ayı boyunca oruç tutmalarının, namaz kılmalarının ve benzeri dini ibadetlerini yerine getirmelerinin yasaklandığı yönündeki söylemleri gerçeklerle kesinlikle uyuşmamaktadır ve asılsızdır. Xinjiang’da Müslümanlar Ramazan ayı boyunca ve her zaman huzur içinde yaşam sürmektedir.’ demiş..
(Xinjiang / Sinkiang, Doğu Türkistan’a, çincede verilen isim olup, Çin tarafından fethedilen ülke mânâsına geliyormuş..)

Çin’in İstanbul Başkonsolusluğu’nun açıklamasında‚ ’(…) Çin Halk Cumhuriyeti anayasası, vatandaşların din ve inanç özgürlüğüne sahib olduğunu taahhüd eder. Çin Halk Cumhuriyeti’nde hiçbir devlet makamı, sosyal kuruluş veya şahıs, vatandaşları bir dine inanmaya veya inanmamaya zorlayamaz. İnanan ve inanmayan vatandaşlar arasında ayrımcılık yapamaz. Çin Halk Cumhuriyeti Xinjiang’da bulunan Müslümanların din ve inanç özgürlüklerine son derece değer vermiştir, saygı göstermiştir ve de bu özgürlükleri garanti altına almıştır.’ gibi ifadelere de yer verilmiş.
Biz, Doğu Türkistan’lı mazlum müslümanların yükselen feryadlarına kulaklarımızı tıkayıp, bu resmî iddialara mı inanalım? Hem, sözkonusu Başkonsolosluk tarafından meselâ bir-kaç ’müslüman’ gözlemci Çin’e davet edilebilir mi ve onların, -kendilerinin İstanbul’da ve bütün ülkede rahatça her kesimin içine girip gözlem yaptığı gibi-, hiçbir takibâta mâruz kalmaksızın gözlem yapmalarına izin verileceğine dair bir garanti verebilir mi?

1 milyar 400 milyonu bulan dev nüfuslu Çin coğrafyasında, 50-60 (hattâ, Prof. İhsan Süreyya Sırma hocanın gözlemlerine göre,140) milyona yakın -yani genel nüfus içinde onda bir nisbetinde- müslümanın yaşadığı Doğu Türkistan’dan, özellikle Urumçi, Yarkent ve Kaşgar gibi şehirlerden Hacc mekanlarına gelen müslümanların o kutlu mekanlarda bile takib edildikleri endişesiyle, meramlarını gizlice veya işaretlerle, mimiklerle ve gözyaşı dökerek anlattıklarını bizzat yaşamış ve onlar arasında günlerce kalmış birisi olarak, Çin’in İstanbul Başkonsolosluğu’nun beyanlarına, -tıpkı Çin’deki bu zulümlerin asla olmadığını iddia eden ’… Solu’ ve benzeri yayın organlarında Çin’i temize çıkarmak için yapılan yaldızlama çabalarına olduğu gibi- asla itibar etmiyorum.

Bu vesileyle eklemeliyim, Kaşgar’lı Abdulhamid isimli bir şair müslümanın, Mao dönemi ve sonrasında yapılan zulümlerini ve evinin bodrumunda çocuklara gizlice Kur’an öğrettiğini anlatırken, Türkiye’li bazı müslümanların duygulanmaları karşısında, ’Evet, Mao’nun ve takibçilerinin zulmü, sizde M. K. A.’ün yaptıklarından farksızdı..’ demesiyle, (El’küfr-i mille-t-un vâhideh..’ (küfür tek millettir..) şeklindeki mânâ bir kez daha doğrulanıyordu. Ama, bizim hacı efendiler bu sözden ürperiyor ve konuyu kapatmaya çalışıyorlardı.
2- Değinilmesi gereken ikinci bir konu..
Mısır’da emperyalist güçlerin kuklası General A. Fettah Sisî’nin 3 Temmuz 2013 günü yaptığı darbenin 2. yıldönümü dolayısiyle, yine 3 Temmuz akşamı, Saraçhane Parkı’nda, yapılan bir protesto mitingine Mısır’lı ve diğer arab ülkelerinden ve de Anadolu’lu, kadınlı-erkekli yüzlerce, hattâ 2 bini aşkın bir topluluk katılmış idi.. Bu protesto gösterisi de IHH ve Özgürder gibi STK.’larının öncülüğünde düzenlenmişti ve proğramın sonunda oradaki kalabalığa iftar da verilmişti. (İftarlıklar meydana getirilirken benim ayrılmam gerekiyordu, ondan sonrasını izleyemedim..)
Bu protesto mitinginde yapılan konuşmalarda, Mısır’ın serbest seçimle gelen ilk ve tek cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’nin, iktidarının henüz 11. ayında ve sudan bahanelerle bir askerî darbe ile devrilişine duyulan hınç dile getiriliyor ve emperyalist güç odaklarının ve diktatör rejimlerin, bu darbeyi ’demokrasinin kurulmasının acıları’ diye alkışladıklarına değiniliyor ve yapılan arabça konuşmaların türkçeleri de veriliyordu.
Mısır’lı konuşmacıların hemen tamamının, hedeflerinin İslam şeriatine uygun bir nizam oluşturmak olduğu yönündeki kararlı beyanları dikkate değerdi. Ayrıca, İstanbul’u Hilafet merkezi olarak ve kutlu mekan olarak zikretmeleri ve kendilerine evsahibliği yapan Türkiye’nin asil halk kesimlerinden gördükleri misafirperverliğe ve dünyada bu askerî darbe ve diktatörlüğe karşı mazlumların yanında dünya çapında yer alan tek devlet adamının Tayyîb Erdoğan’a işaret ve teşekkür edilmesi de ilginçti..
Darbeci General Sisî’nin düzmece mahkemesinde idâm cezasına çarptırılan Muhammed Mursî’nin mahkemedeki dik duruşu da takdir duygularından nasibini alıyordu.. Bu arada, darbenin hemen ardından, Rabia-t-ul’Adeviye Meydanı’nda, o askerî darbeye karşı çıkan onbinler arasından, Sisî tarafından öldürtülen 2500 kadar müslüman da hayırla yâd edildi ve ruhları için dualar okundu..
Bir dâva ki, hakktır; o uğurda hayatını fedâ edenler ecirlerini elbette Allah’u Tealâ’dan alacaklardır ve şehadeti saadet bilen bir müslüman için, yeis ve yenilgi diye bir durum sözkonusu değildir.
*
3-Aynı akşam, aynı mekanda Başbağlar Katliâmı’nın 22. yıldönümü de anıldı; o alçakça katliâmın kurbanları da dualarla anıldı, o cinayet tel’in edildi..
Başbağlar Katliâmı neydi, niçin yapılmıştı, hafızalarımızı biraz tazeleyelim..
Hatırlanacağı üzere, 3 Temmuz 1993 günü, Tansu Çiller- Erdal İnönü liderliğinde kurulan Doğruyol- CHP (o zamanki ismiyle, SHP) karma hükûmetinin yeni vazifeye başladığı sırada, Sivas’da bir korkunç hadise meydana gelmişti..
Şöyle ki, Sivas’da çoğu alevî kuruluşlarca yıllardır tertiblenen Pîr Sultan Abdal Şenlikleri yapılacaktı. Bu şenliklere, yıllarca önceden ateist olduğunu ilan eden mizah yazarı Aziz Nesin de katılacaktı.. Ama, Aziz Nesin, Hindistanlı ve müslüman bir aileden gelen Selman Ruşdî isimli ateist bir yazarın Şeytan Âyetleri isimli ve İslam’a ve İslam Peygamberine hakaretler içeren küfürnâme mahiyetindeki eserini türkçeye tercüme ettirip fasikuller halinde yayınlamaya başlıyacağını açıkladığı için o günlerde müslümana kitlelerin hışmını daha bir üzerine çekmişti.. Bu cümleden olmak üzere, Sivas’da da onun aleyhine, büyük ve saatlerce süren protestolar yapılmıştı; binlerce polis ve askerin gözetiminde.. ancak, hiçi bir taşkınlık olmamıştı. Ancak, akşam karanlığı basarken, protestocular da epeyce azalmışken..
Aziz Nesin ve arkadaşlarının kaldığı Madımak Oteli etrafında gösteriler, yine binlerce asker ve polis gözetiminde sürmekteydi.. Ve sözkonusu otel güvenlik güçlerinin kuşatması altındaydı. Öyle bidr durum sözkonusu iken, Akşam karanlığı basmış ve binlerce polis ve askerle sağlanan güvenlik tedbirleri sürerken, Madımak Oteli’nde yangın çıkmış veya çıkarılmış ve 37 kişi çoğu, dumandan zehirlenmek sûretiyle hayatını kaybetmiş ve başta Aziz Nesin olmak üzere, birçokları da boğulmaktan ve yanmaktan kurtarılmıştı. Ve ama, hadise hemen müslümanların üzerine atılmıştı.. Halbuki, müslümanların kültüründe de, İslam’ında da böyle bir cezalandırma yoktu ve üstelik bu protestocular sabahtan beri sadece bir takım sloganlarnla sadece Aziz Nesin’i protesto etmekteydiler.
Ve Aziz Nesin kurtulmuştu..
Ama, daha da korkunç olan, ülke Sivas şokunu yaşarken, 1-2 gün sonra, bir grup silahlı kişilerin, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı ve İslamî kimliğiyle o yörede temayüz etmiş Başbağlar Köyü’ne bir akşam karanlığında baskın yapmaları ve köyün erkeklerinden 33 kişiyi bir meydanda toplayarak kurşuna dizmeleri ve, evleri ateşe vermişler ve cinayetkâr faillerin, sonra da izlerini kaybetmeleriydi.. Ki, durum hâlâ da açığa çıkarılabilmiş değil.. Bu katliâmla ilgili genel kanaat ise, böylece, Sivas’daki katliâma bir rövanş olarak tezgahlanmış ve yani Sivas’ın intikamı alınmıştı.
Ancaak, gerçek neydi? Henüz de aydınlatılabilmiş ve failler yakalanabilmiş değil..
*
Şimdi Başbağlar Katliâmı da Fatih- Saraçhane Parkı’nda bir daha hatırlanıyor ve kurbanlar dualarla anılıyordu.
Ancaak, burada bir yanlışa da dikkati çekmek gerektiğini düşünüyorum..
Alevîler, solcular Sivas’da ölenleri anarken, Başbağlar’ı tek kelimeyle bile anmıyorlar diyerek, müslümanlar da sadece Başbağlar’ı anıp, Sivas Katliâmı’nın kenarından teğet geçebilirler mi? Velev ki, laik çevreler, bu cinayeti müslüman kitleler üzerine atsalar bile.. Alevî-solcu kesimler, bizim acımıza ilgi göstermiyorlar diye biz de mukabil bir yanlış mı yapmalıyız? Sui misal, misal olmaz anlayışınca, kötü örnek, örnek alınamaz, alınmamalıydı.
O halde, Başbağlar Katliâmı’nın yanında, Sivas Katliâmı’nın kurbanlarını da anmalıyız, anmalıydık ve o cinayete karşı çıkmalıydıık, bugün de karşı çıkmalıyız.. Ve hiç bir müslüman o cinayetlerin içinde, inancının gereği adına yer alamaz. Bir kısım İslam düşmanı çevreler, o Sivas Katliâmı’nı müslüman kitlelerin üzerine yıkmaya çalıştılar diye, ’Ohh olsun, onlar buna müstehak idiler..’ mânâsına gelecek bir yaklaşım sergilenemez ve sessiz kalınamaz..

Sivas Katliâmı’nda kimbilir hangi şerr odaklarının bir takım manipulasyonları vardı.. Bu, henüz de ortaya çıkarılabilmiş değil..
Kaldı ki, o hadisenin içinde yer alan Ârif Sağ isimli (ve o zaman CHP m.vekili olan saz çalıcısı) kişi ’Aykırı Bağlama’ adıyla yayınladığı kitabında, kareli gömlekli bir sivil kişinin akşam karanlığında oraya gelip, komutana bir takım emirler verdiğini bizzat gördüğünü ve bir kaç dakika sonra da yangın çıktığını yazmıştır, ama, bu iddianın üzerinde bile durulmamış ve o konuda sağlıklı bir tahkikat henüz de yapılamamıştır..
Aynı şekilde, Tansu Çiller, Başbakan olarak, hadiseden iki saat kadar sonra ilk yaptığı açıklamada, sözkonusu otel’de, borçlu olan sahibince ve sigorta primi almak ümidiyle kasden yangın çıkarıldığını ve sonra tahminleri aşan bir yangına dönüştüğünü söylemişti, ekranlardan.. Ama, o bilgi bir daha tekrar edilmedi, yanlış bilgi verilmiş denilerek geçiştirildi.. Böyle bir yanlış bilgi başbakan seviyesindeki bir kimseye nasıl verilir ve sonra üzeri nasıl örtülür?
Sivas Katliâmı, halen de müslüman kitlelerin üzerine yıkılmak istenmekte..
Hrant Dink Cinayeti’nde aradan bunca yıl geçtikten sonra bile, bazı resmî vazifeli kimselerin, emniyet müdürlerinin bile nasıl suçlandıklarını ve tutuklandıklarını görmekteyiz. Aynı şekilde Sivas ve Başbağlar katliâmları da Meclis Araştırmaları’yla derinlemesine ele alınmalıydı ve henüz de vakit tamamen geçmiş değil, alınmalı..
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 811 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar