Dilipak'dan Ayasofya Yazısı

Dilipak'dan Ayasofya Yazısı

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ABD’den gelen bir tavsiye idi. “Yunanla kardeş” olacaktık ya, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması Yunanistan’a bir jest olacaktı.

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ABD’den gelen bir tavsiye idi. “Yunanla kardeş” olacaktık ya, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması Yunanistan’a bir jest olacaktı. Bu yönde bir girişim başlatıldı ama mızrak çuvala sığmıyordu. 

Mustafa Kemal’in bilgisi olmadan böyle bir kararname taslağı hazırlanmış olamaz. Ama Mustafa Kemal son imzayı atma konusunda çekingen davrandı. O imza atılmadı. Ama fiilen Ayasofya müzeye çevrildi.

Mustafa Kemal’in imzasını taşıyan böyle bir kararname yok. Böyle bir kararname yok hükmünde olduğu için de zaten Resmi Gazetede yayınlanmamıştır. Daha sonra Mustafa Kemal’in taltif bir imzası, ne zaman ve kim tarafından o kararnamede Mustafa Kemal’in ismi altına atıldı bilmiyoruz.

Zaten o imzanın sahte olduğu ilk bakışta belli. Daha önemli bir kanıt daha var; o da, Mustafa Kemal o kararnamenin tarihinde “Atatürk” soy ismini kullanmıyordu, “Öz” soyadını kullanıyordu! Yani olmayan bir soy isimle imza atmış olamaz. Ortada açık ve kaba bir sahtecilik var. Konunun bu açıdan incelenmesi gerekir.

Ayasofya konusunda birçok kişi maalesef bilgi sahibi olmadan, kanaat sahibidir. Dini ve tarihi bir konu üzerinden polemik yapılmaktadır.

Tekrar söylüyorum; TDP bildirisinde de ifade edildiği gibi varolan kararname tekemmül etmemiştir. Mustafa Kemal imzası sahtedir ve kopyadır. Kaligrafik olarak Mustafa Kemal’in imzası taklit edilmiştir. Kültür Bakanlığı Ayasofya’da “Fuzuli şagil” konumundadır. Öte yandan, iç hukuk açısından, Bakanlar Kurulu kararı ile yapılan bir uygulama, Bakanlar Kurulu, bugün için Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ortadan kaldırılabilir. Bu basit bir usul konusudur. Zaten, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi hukuka uygunluğu bırakın, akla, mantığa uygun bir konu değildir. Zaten hiçbir şekilde olay hukuk kalıbına dökülemediği için bir oldubitti şeklinde, fiilen halledilmeye çalışılmıştır. Bu tutum, o zamanın uygulamaları açısından sürpriz değildir.

Fatih aynı zamanda Doğu Roma Bizans’ın imparatoru idi. Ayasofya metruk ve harap halde alınıp imparatorluğa bağlı bir mabed olarak 500 yıl “İmparator Fatih”in bir vakfiyesi çerçevesinde, cami olarak yeniden inşa edilmiştir. Ve süre içinde de Doğu Roma’da bir itiraz söz konusu olmamıştır.

Burada Fatih aynı zamanda Ortodoks kilisesinin başıdır ve bu konuda da Cumhuriyete kadar farklı bir uygulama olmamıştır. Bu süre içinde bu konu ne siyasi ne de dini açıdan tartışma konusu olmamıştır. Bu durum “Bizantinist“ gelenek açısından hukuka uygundur. İslam ve Osmanlı hukuku açısından da hukuk dışılık söz konusu değildir. 

Öte yandan; Ayasofya Camii, tapuda, vakıf senetlerinde, Diyanet kayıtlarında cami olarak geçmektedir ve Cumhuriyet döneminde de başından itibaren Ayasofya “cami” olarak tanındığı için Diyanet tarafından imam kadrosu muhafaza edilmiştir.

Ayasofya’nın 4 minaresi istinatgâh olarak inşa edilmiştir. Herhalde birileri Ayasofya’nın minarelerinin arasına çan asılmasını düşünmüyordur. Minareleri yıkmak isterseniz kubbe çöker, çünkü bu minareler aynı zamanda istinatgâh görevi yapmaktadır.

500 Yıllık Vakfiyenin vakıf senedinin hilafına başka bir şeye çevrilmesi temel hukuka ve mülkiyet haklarına aykırıdır. Ayasofya’yı, yapılışı itibarı ile Doğu Roma Bizans hukuku, Ortodoks hukuku, İslam hukuku, uluslararası hukuk ve Türkiye Cumhuriyeti hukuku açısından hangi yönden değerlendirirseniz değerlendirin sonuç aynı kapıya çıkacaktır.

Bu konuyu tartışanların çoğunun Hz. Ömer’in Süryani Patrikliğinin kurucusu, ‘ Ermeni Patrikhanesinin kurucu, Rum Ortodoks kilisenin başı olduğunu bildiğini sanmıyorum.. Mesela bunlar Mustafa Kemal’in Türk Ortodoks kilisenin kurucusu olduğunu da bilmiyorlardır. Papa Eftim (Erenerol)’i de tanımıyorlardır.

“Fetih Hakkı”, “Kılıç hakkı” üzerinden tartışmayı doğru bulmuyorum. Cami Allah’a adanmış evdir. Siyasi anlamda mülkiyet konusu olarak tartışılması da bizi doğru yere götürmez.

Ayasofya’nın istinatlarını Mimar Sinan yapmıştır. Bir sanat eserinin yok edilmesinden söz ediyorsanız, caminin bu şekli almasında Mimar Sinan’ın da emeği ve zekâsı vardır.

Ayasofya “kutsal bilgelik” anlamına geliyor ve ilk yapıyı Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen tarafından M.S. 532-537 yılları arasında imparatorluk katedrali olarak inşa edildi. Ayasofya Artemis tapınağının temelleri üzerine inşa edildi ve 1500 yıl kesintisiz mabet olarak kullanıldı. Cumhuriyetle birlikte müze oldu. Ayasofya ilk imparatorla patrik arasındaki çatışma sebebi ile 44 yıl sonra isyanda yıkıldı. 11 yıl sonra 2.’si yapılsa da o da 17 yıl sonra Nika ayaklanmasında yıkıldı. 5 yıl sonra tekrar yapılsa da, o da 19 yıl sonra depremde yıkıldı. Restorasyonu 4 yıl sürdü. 307 yıl sonra tekrar yangın ve ardından depremle tekrar yıkıldı. 6 yıl süren tamirattan sonra 994’de ibadete açıldı. 1204–1261 arası 57 yıl Latin İstilası sırasında Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürüldü.

Ayasofya 1261’de harabe halde patrikhaneye geçti.  1317’de imparator mabed yıkılmasın diye 2. Andronikos 4 adet istinat duvarı yaptırsa da, 1344 depreminde kubbede hasar oluştu ve 19 Mayıs 1346’da binanın birçok yeri çöktü ve 10 yıl harabe halde kaldı. İstanbul’un fethinde metruk haldeydi. Uzun süren restorasyon sırasında bazı bölümler kullanılsa da, Latin işgalinden sonra Ayasofya fethe kadar ibadethane olarak kamil bir hizmet vermedi.

Fatih, İstanbul’u Ortodoks gönüllüleri ile birlikte, aslında Latin işgalinden kurtardı ve patrikhane özgürleşti. Fatih, artık, aynı zamanda “Doğu Roma, Bizans’ın imparatoru” idi. 1567 yıllık mabed olarak hizmet veren bir mekân 90 yıl sonra, müze olmaktan kurtarılıp bugün yeniden cami oluyor. 

Selam ve dua ile.