Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

’Devlet sırrı’ bir varsayımdır sadece.. Hele de bu çağda..

Bir tarihte, 37-38 öncelerde, gazete kağıdının kilosunun gazetelere 9 liradan verilirken, karaborsada ancak 55-56’liradan alabildiğimiz günlerdeki, ’Resmî fiyatla alınan o kağıtların dışarıda kaça satıldığını biliyor musunuz? Kimler, ne büyük vurgunlar vuruyorlar.’ Şeklindeki feryadlarımızı üzerine, bilgime başvurulması için Adliye’ye davet edilmiştim..

Savcı, bir kağıda bir numara yazdı.. Oradaki müstahdeme verdi; ’Bunu getir..’ diye..

O sırada, savcının yanına birisi daha geldi. Ben ’dosya gelinceye kadar..’ koridora çıktım. 

Adliye binaları, hemen her yerde hastahane koridorları gibidir.. Koridorlar insan kaynıyor.

Dosyayı getiren müstahdem, 10-15 dakika kadar sonra, kucağında, dört tarafından çepeçevre iple bağlanıp, bağların düğümlendiği nokta da kırmızı mumla mühürlenmiş olan kalın dosya;  o insan kalabalığı içinden geliyor, yavaş yavaş.. Bir taraftan da, dosyanın kıyısından köşesinden içindekileri anlamaya çalışıyor..

Habuki, dosyanın üzerindeki ’çift hilal’  mührüne bakarsanız, o dosya ’çok gizli..’

O beni tanımıyor, ama, ben onu biliyor ve çok gizli bilgileri nasıl bir öğrenme iştiyakı içinde olduğunu gözetliyorum.

Adam, oradaki aynı işleri hizmetleri yapan arkadaşlarına da, o dosyadan bir şeyleri gösteriyor,  ’Aaa, görüyor musun?..’ der gibi ve son derece hayret uyandıracak ve hınçlı tavırlarla..

O gibi dosyalara, o şekilde  kimbilir kaç kişi daha bakmıştır.

En hassas ve gizli bilgilerin odacının bilgisine kadar nasıl düştüğünü görmüştüm.

O durumu görünce..

Siz de ister istemez, bu gibi karanlık işlerin içinde şahid olarak bile bulunmanın başınıza nice sıkıntılar getirebileceğini düşünüyor ve, bilgilerinizin, ’duyum’seviyesinde olduğunu, belgelere dayalı bir bilginin sözkonusu olmadığını söylüyorsunuz ve savcı da, ’Delilli bilgiye ulaştığım zaman size bildiriceğim’e kabilinden bir cümlenin yazılı olduğu bir kağıdı size imzalatıp, sorumluluğu atıyor üzerinden..

*

Bazan, şaşırıyoruz..

’Yahu, o kadar önemli bir konulardan başkaları nasıl haberdar olur?’  diye..

Halbuki, gaayet basit.. İşte böyle..

Çünkü, nihayet, devlet işleri görüyorsunuz, devlet işleri de bir şahsın iki dudağı arasından sâdır olan emirlere göre şekilleniyor gibi sanıldığında bile, bir takım resmî yazışmalara dökülüyor ve oradan da üzerinde çok gizli mührü taşıyan dosyalarda konulup muhkem şekilde korunmaya ve gereklerinin yerine getirilmesine çalışılıyor.

Ama, acaba? Ve gerçekten de öyle mi?

*

Üç yıl kadar önce, bir arkadaş, (o zamanki) Başbakan Erdoğan’la görüşmüş ve o görüşmeyi anlatırken, ’Ağabey, Tayyib Abi çok yalnız.. Çevresindeki kimseye de güvenmiyor gibi geldi bana.. Çünkü, Başbakanlıkdaki makamında, benden başka kimse yoktu, yanında.. Yine de benimle, dudak okuması yapılamasın dercercesine, dudaklarını eliyle kapatıyor ve fısıltıyla konuşuyordu..’ şeklinde ilginç bir gözlemini de aktarmıştı.. Demek ki, o, çok önceden bazı şeylerden şüpheleniyordu, ama, belki isbatlayamıyordu.

Herkesten şüpheye düşmek, çevresinde güveneceği kişilerin kalmadığından endişe etmek, elbette ki tahammül edilmesi son derece zor bir halet-i ruhiye bırakır insanda.. Nitekim, daha sonra ortaya çıkan öyle acaib durumlar oldu ki, Erdoğan’ın en güvendiği özel koruma ekibinin başındaki müdür’ün, onun makamına, arabasına ve evine ’böcek’ denilen teknolojik gelişme cihazlarını yerleştirdiği anlaşılmıştı.

Ki, o zaman henüz ’Paralel Yapı’,  ya da Pennsylvania Şeyhi’nin ’keramet’leri filan da net olarak ortaya çıkmamıştı, her ne kadar birçok gelişmelerle hissediliyor idiyse de…

*

Şimdi, bir takım operasyonlar yapılıyor.. Ama, o operasyonlarda asıl beyin durumunda olanlar bir de bakıyorsunuz ki, iki-üç gün öncesinden,’buharlaşıvermişler’!!..

Tam da yakalanmaları veya bilgilerine başvurulmaları veya bir takım önemli belgelere ulaşılması mümkün iken..

Ve sonra, mahkemelere götürülen hiç ilgisiz kimseler veya ikinci-üçüncü dereceli sorumlu oldukları sanılanlar, ya da fazla bir şey bilmediklerinden, mahkemenin elinde de objektif diye nitelebilecek belge ve bilgiler olmadığından, ya da, yargıdaki gönüldaşlarının gönülleri de esasen onları temize çıkarmak istediğinden,  gözaltına alınanlar serbest kalırlar..

*

Nitekim, bir zamanların ’ali kıran -başkesen’ rolündeki ünlü savsısı ZÖz ve benzer arkadaşlarının, ’Paralel Yapı’ denilen karanlık oluşumla ilgisi iyice ortaya çıkmaya başladığı ve bu yolda mahkeme kararlarının sâdır olmaya başladığına dair bilgi kırıntılarının medyaya yansımaya başladığı günlerden birinde, elini-kolunu sallıya sallıya ülke dışına kaçıvermiştir!.

*

Tabiî, o zaman da bizler başlarız, söylenmeye.. ’Yahu , bu ne biçim devlet böyle..’ diye..

Halbuki, şaşılacak fazla bir şey yok..

Çünkü… O karar mekanizmalarının hem en üst yerlerinde, hem de en alt birimlerinde, yığınla insanlar o bilgileri günlerce önceden memuriyetleri gereği öğreniyorlar.

Hakkında verilecek kararları önceden öğrenmek için bir takım haber kaynaklarına ulaşmak üzere, her yolu deneyenler de daima olmaz mı?

Kaldı ki, elektronik yazışmaların ânında, taa Amerika’daki süzgeçlerden geçtiği gizli bir şey değilken.. Yani, ‚devlet sırrı’nın korunması hele de bugün, bir hikayedir.

*

Şimdi bu bilgilerin dışarıya nasıl ve kim tarafından sızdırıldığı düşünüldüğünde, MHP Gen. Başk. Yard.larından Oktay Vural’ın bu bilgileri dışarıya sızdıran olarak bizzatTayyib Bey’i işaretlemesi, komikliğin de ötesinde bir saçmalıktır. O, bu tip kahvehane dedikoducularını ciddî imiş gibi, ’Neyin, ne zaman, nasıl olacağı’ gibi bilgileri önceden bildirdiğine göre, ’fuadavni’ denilen kişinin Erdoğan olabileceğini düşünüyorum..’ demekle, ne kadar sorumsuz ve basit siyasî polemiklerden meded umacak bir noktaya düşürmüştür kendisini..

 

Ama, daha ilginç bir lafı, Zaman’dan Leyla Kemal isimli yazar dile getiriyor, 2 Ağustos tarihli ve ’Fuatavni ’dur’ diyebilir..’ başlıklı yazısında dile getiriyor ve Twitter fenomeni, her şeyi bilen Fuat Avni hesabından, haftalardır muhalif medyaya yönelik olası operasyonların duyurusu yeniden yapılmaya başlanmıştı.’ dedikten sonra gözden kaçırılan bir noktaya da değinerek şöyle diyordu: ’Yalnız bir husus var gözden kaçırılan. Fuat Avni’nin, Amerikan casusluk örgütü CIA kaynaklı olduğuna dair artan biçimde dış kaynaklı bilgiler… (…) Bu bilgiler, vatandaşlar komplo teorilerine yatkın hale getirilerek (…)çıkardığı bir zırva değil.

Fuat Avni, uzunca süredir AB ve ABD tarafından da verdiği bilgilerin doğruluğuna inanılmış, kaynak gösterilen bir hesap.

Bu yakından takip edilen hesabın, CIA içinde gizli bir hesap olduğu, Türkiye’de artan otoriterleşmeyi deşifre etmeyi amaçladığı intibaı çok güçlü.

Fuat Avni hesabı, güç sahiplerinin özel görüşmelerini hem dinleyebiliyor hem de yazışmalarını okuma kapasitesine sahip.

Daha sonra bu hesap, bu faaliyetleri sonucu ele geçirdiği bilgilerin çoğunu yayımlıyor. Bazen de yanlış olan bilgileri kasıtlı sızdırarak, hedefindekilerin kafalarının karışmasını böylece bilgilerin nasıl sızdırıldığını tespit etmelerini engelliyor.

Demem o ki,  Türkiye’deki tehlikeli gidişata artık dışarıdan müdahale ile “dur”denilebilir. Bu “dur”  deme hali ise bizim kara gözümüz kara kaşımız için değil,Türkiye’nin, Allah vergisi coğrafi konumu ve NATO üyesi olması sebebiyle, “otoriterleşmesine,” izin verilmeyecek olmasından kaynaklanabilir.’

*

Bu yazının, o gazetenin Gen. Yy. Md. E. Dumanlı’nın izni olmadan yayınlandığı sanılmıyordur herhalde..

Hatırlayalım ki, E. Dumanlı, bu yazının yayına verildiği saatlerde, 1 Eylul akşamı, kendilerine bağlı bir tv. ekranından ağır yaralı bir canlı yaratık olarak, hışımla, en akıl almaz hırçınlıklarla saldırıyor ve Tayyib Erdoğan’a, ’Gideceksin.. Gitmezsen, götürürler.. Burası Türkiye..’ diye felaket tellallığı yapmaktan da meded umuyordu..

Böylece geçmişteki askerî darbeleri işaret ediyor. Geçmişteki askerî darbelerdin her birinin ardında, daima NATO ve Amerika’nın ’Okey’inin olduğu ise, gizli bir şey değil..

Böylece, ’Pennsylvania Şeyhi’nin adamlarının, arkalarındaki gücün ne kadar büyük ve etkili olduğunu sûret-i haktan gözükerek, ne de güzel açıkladıkları’ sözkonusu olsa, fazla mı komplocu bir yaklaşım olur?

Son olarak, KOZA-İPEK  isimli bir holding’in kurumlarına, belgelerine, ve sahibinin bilgisine başvurulmak üzere, 1 Ağustos sabahı erken saatlerde büyük bir operasyon başlatıldığı açıklandı ve birkaç saat sonra da, bu şirketin başındaki kişinin o operasyondan birgün önce,  yurt dışına çıkmış olduğunun bilgisine ulaşıldı..

Şimdi, Pennsylvania Şeyhi’nin insanların yüreklerindeki merhamet veya inanç duygularıyla oynayarak ’hizmet’ adı altında topladığı servetlerin, bu ve benzeri şirketler aracılığıyla, başka kanallara aktarıldığı anlaşılıyor.

Ve Pennsylvania Şeyhi’nin içerdeki medyanın tepesinde bulunan temsilcisi E. Dumanlı, bu ülkeni halkının yüzde 52’sinin net oyunu alarak geçen sene Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Tayyib Erdoğan’a, psikolojik savaş taktikleriuygulamaktan meded umuyor ve ’Burası Türkiye.. Binmişsin milletin sırtına, inmem diyorsan, götürürler ..’ kabilinden küstah tehdidler savurabiliyordu, 1 Eylûl akşamı..

Bu bir çaresizlikten ve ağır yara almış olmaktan mıdır, yoksa, gerçekten de, ısırmak isterken, önceden dişlerini göstermek mi?

*

Pennsylvania Şeyhi ve adamları, arkalarında gerçekte kimlerin olduğunun işaretlerini veriyorlar.. Onlar böylelikle, bütün şerr odaklarıyla el ele- kolkola olduklarını ve olabileceklerini gösteriyorlar. Bu bir ’güç zehirlenmesi’ olabileceği gibi, bir çöküş ve çaresizlik içindeki son salvolar mahiyetinde de görülebilir..

Ama, onların bu tehdid ve şantajlarına baş eğecek bir muhatabları yok, hamdolsun..

*   

Seelahaddin E. Çakırgil  (secakirgil@yahoo.com)

dirilişpostası

Bu yazı toplam 912 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar