Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Deliler köyünden bir menzil aşkın" bir yerde..

Deliler köyünden bir menzil aşkın" bir yerde.. "Eğlence-i Yeniçeriyye

Kendi anlattığına göre- yoksul bir ailenin oğlu olarak Çorum-Kargı"da dünyaya gelen ve Kur"an Kursu"nda bile okuduğunu söyleyen ve sonra da İstanbul"da 1990"lı yılların başında günlük maişetini temin etmek için bir takım işlere girip çıktığı anlaşılan ve bugün henüz 37 yaşında olan ve 6-7 yıldır da Kanada"da yaşadığı ve bir sinagogda haham yardımcısı gibi çalışan "Tuncay Güney"  isimli kişinin TRT"de 3-4 saat kadar süren bir canlı yayında, Türkiye"nin son 15 yılındaki bir çok karanlık noktalar üzerinde epeyce bilgi sahibi olduğu kabul edilen Mehmet Elkatmış, Fikri Sağlar ve Şâmil Tayyar"ın suallerine hiç duraklamadan verdiği cevablarla, "Ergenekon Soruşturması" daha bir çapraşık ve derin hale geldi.

Bu kişinin iddiasına göre, o, meğer toplumu derinden etkileyen bir "karanlık ilişkiler ağı" arasında Veli Küçük isimli ilginç em. general ile; partisi seçimlerde binde bir oy"u pek aşamıyan, ama, Türkiye"nin karanlık ve derin çarkları arasında 30 yılı aşkın bir zamandır, hemen her taşın altından çıkan Doğu Perinçek"in faaliyetleri arasında ve de bu kişilere en aykırı noktada gözüken bazı yayın kuruluşlarında MİT elemanı olarak "çalışmış" da, kimsenin haberi olmamış..

Bu karanlık kişi için, hemen herkes bir şey söyledi, söylüyor..  Emekli orgeneraller, (Karadayılar, Kıvrıkoğlu"lar, Tuncer Kılınç"lar) ve diğerleri onu bir psikiatri uzmanı edasıyla, uçuk-kaçık, hokkabaz kişi olarak nitelemekte sözbirliği etmişlerdi, adetâ.. Kimilerine göre de, o, ciddîye alınamıyacak, bir yerlerce "kurulmuş, doldurulmuş ve konuşturulan"  bir kişi idi.. Baykal"a göre de, öyle birisinin saçma sapan iddialarının ciddîye alınması, devlet yönetimi ciddiyetiyle bağdaşamıyacağını dile getiriyordu.. Yani, bu kişi kime dokunsa, hem ateşe dokunmuş gibi kaçıyor, hem de onu önemsememeye çalışıyor gözüküyordu.. Ve dahası, bu kişi, o proğramda, Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök"e de dokununca, E.Özkök, "devlet eliyle tehdid edildiğini" ileri sürdü.. Halbuki, bu mantıkla bakılırsa, kendilerinin yayın çizgileri, yıllar boyu, nice "mâsum" kişileri kamuoyu önünde yıpratacak ağır iddiaları yayınlamak üzerine kurulmuştu..

Bu ilginç ve her tarafı toz-duman içinde bırakan tartışmalar içinde, Devlet Bahçeli ise,  geçen hafta, Antalya"da konuşuyor ve bu yılın 2009 yılı olduğunu hatırlatıyor, "bu rakamdaki iki sıfır atılırsa, geride 29 kalır" diyor ve bu müthiş keşif ile, sadece (mahallî seçimlerin yapılacağı) 29 Mart"la "mantık ötesi" ilişkiler kurmakla kalmıyor; "2 +9= 11 olur, onu da 29"la toplarsanız, 40 eder;  bu da MHP"nin kuruluşunun 40. yılında iktidar olacağının işareti olabilir.. Bunlar öyle sıradan dizilmiş rakamlar değildir.." vs. diyordu..  Bahçeli, ayrıca, konuştuğu o mekanda, herhalde M. Kemal heykeli yoktu ki, "Atatürk Heykeli gelecek, Tayyib Erdoğan gidecek.." diye de haykırıyordu..

"Allahım, Sen aklımızı koru!" demekten başka bir söz bulamıyor insan..

Evet, "deliler köyünden bir menzil aşkın"  bir noktada, ayaklarımızı yere pek basarak ayakta durmaya çalışırken.. "Ergenekon Soruşturması" çerçevesinde yapılan dalga dalga gözaltı ve tutuklamalar hemen bütün toplumun dikkatini çekmekte; hattâ dünya kamu oyunun bile...

 

*Türkiye ve silahlı güçleri, barsaklarını mı temizliyor, yoksa birilerinin ayak sesleri mi?

 

Evet, "Ergenekon Soruşturması", bir "Eğlence-i Yeniçeriyye Kumpanyası"na dönüşüyor..

Daha 7-8 yıl öncelerde, Millet Meclisi Komisyonları"nın korkarak yaptıkları "Geliniz de bizi bilgilendiriniz.." şeklindeki nâzik ve de saygılı dâvetlerine lûtfetmeyi bile şanlarına yediremiyen generaller ve diğer subaylar tutuklanıyor; tabiatiyle Gen. Kurmay"ın bilgisi ve okeyi ile.. Ve kezâ, Emniyet"ten nice "emniyet âmirleri" de..

Kimi muvazzaf veya emekli subaylar kaçıyor, sonra yakalanıyorlar, kimilerinin üzerinde ilginç krokiler çıkıyor ve bunlara göre yapılan kazılarda insanın kanını donduracak silahlar çıkıyor ortaya.. Hükûmet konunun müdahil tarafı olarak gözükmüyor, belki sadece psikolojik destek veriyor ve bütün bunlar "tarafsız yargı" organları eliyle yapılıyor.. (Bu arada unutulmamalı, bir "9 Subay Hadisesi" vardı, 1957"lerde.. Ve, 27 Mayıs"ın habercisi olduğu, 27 Mayıs"tan sonra anlaşıldı.. Bu subaylardan birisi de, 27 Mayıs sonrasının en zorba generallerinden Gen. Faruk Güventürk idi..)

Bu gelişmeler içinde.. Geçtiğimiz haftayı derinden sarsan gelişmelerin en en ilginci ise, bir em. albay"ın intiharı idi.. Bu kişinin, evinde, şakağına bir kurşun sıkarak intihar ettiği bildiriliyordu.. (Ama, bu konuda adlî soruşturma için, polise izin verilmediği, resmî tutanakların jandarma tarafından hazırlandığı haberleri de bir ayrı ilginç nokta idi..)

"İttihad-Terakkî" döneminin ele-avuca sığmaz ünlü suikasdçi subayı  "Yakub Cemil"in izdüşümü gibi görülen Binb. Cem Ersever"in öldürülmesinden sonra, onun yerine (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi) JİTEM"in sorumluluğuna getirildiği bildirilen ve girdiği bir çatışma sonrada sakat kalıp, hayatını tekerlekli sandalye üzerinde sürdüren ve de, eski C. Başkanı Ahmet Necdet Sezer  tarafından "üstün hizmet madalyası" ile taltif olunan Abdulkerim Kırca isimli bu em. albayın intihar ettiğinin açıklanması üzerine, bu acı sonuçta hakkında medyada çıkan ağır iddiaların onun intiharında etkili olduğu görüşünü de yansıtan Gen. Kurmay açıklamasında, "yargısız infaz yapıldığı, mahkeme hükmü olmadıkça, hiç kimsenin suçlu olarak gösterilemiyeceğine dair hukuk kuralının ihlal edildiği ve bunun temel insan haklarına aykırı olduğu gibi, hiçbir hukukî ve ahlâkî olmadığını"nın da açıklanması, TSK"nın da geçmişte bizzat baş aktörü olduğu nice büyük sosyal faciaların acı örnekleri hatırlandığında, insana "ironi" gibi geliyor, ama, Türkiye açısından hayırlı bir gelişme olarak da değerlendirilebilir..

 

*Susurluk"ta yiğit bir savcı arayan kesimler, nasıl da birer "postal yalayıcısı" oluvermiştiler?

 

Sözkonusu "müntehir" em. albay"ın hakkındaki iddialar oldukça ağırdı ve sanki delilli gibiydi.. Gibiydi diyorum, çünkü, suçlanması için gerekli soruşturmanın yapılması gerçekleştirilemiyordu.. Nasıl gerçekleşsin ki, cenazesinde, Gen. Kur. Başk. ve bütün üst dereceli komutanların hepsi de hazır bulundu ve nutuklar atıldı, "kahramanlar suçlanıyor.." denildi.. Ayrıca geçen hafta "Ergenekon Dosyası" gereğince gözaltına alınıp serbest bırakılan em. Org. Tuncer Kılınç da bu cenaze töreninde bulununca, Başbuğ ve bütün öteki komutanlar onu selâmlamışlardı.. Evet, hüküm olmadıkça, kimse suçlanmamalıydı, ama, "şüpheli" durumda olanlar da aklanmaya çalışılmamalı değil miydi? Halbuki, bu selamlamayla, yargıya  ve diğer bazı yerlere gerekli mesajlar verilmiş oluyordu..

Esasen, intihar eden bu "resmî ideoloji gazisi"nin cenaze töreninin, duygu yönünün daha bir etkileyici olması için, özel olarak düzenlendiği görülüyordu.. Tabiatiyle, bu görüntü, hele de Doğan Medya Grubu"nun yayın organlarınca kamuya en çarpıcı şekilde yansıtılmaya çalışıldı..  Temmuz-2007 seçimlerinin sonucu karşısında şaşkına dönen ve halkı "bidon kafalılar, göbeğini kaşıyanlar.." gibi nitelemelerle aşağılamaya çalışan kalemlerin, "askercilikler"i ise, görülmeye değerdi ve "göz yaşartıcı" idi..

Ama, aynı yayını yapanların, bu  "müntehir" em. alb. konusunda üç sene öncelerden beri neler yazdıklarını merak edenler "google" efendiye sorabilirler.. Ve o yayınlar, ortada bir kahramanlıktan çok, korkunç bir gaddarlık ve hattâ hainlikten haber veriyordu.. Ve bu konular soruşturulamıyordu.. Bir takım ellerin, bir şeyleri koruduğu anlaşılıyordu..

Çünkü, 16 yıllık JITEM davasına bakacak "yetkili mahkeme" bulunamıyor, dosyanın adliye adliye dolaştığı öğreniliyordu.. 12 yıllık soruşturmanın ardından 2005"te Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı"nca hazırlanan iddianameyle açılan dava, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi ve 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi" arasında "görevsizlik" kararlarıyla gidip gelince, 2008"de Ankara Uyuşmazlık Mahkemesi, Diyarbakır 2. Ağır Ceza"yı görevlendiriyordu.. Ancak, 2. Ağır Ceza Mahkemesi tekrar görevsizlik kararı verince, dosya tekrar Uyuşmazlık Mahkemesi"ne dönüyordu..

Sözkonusu em. albay"ın oğlu ise, 21 Ocak tarihli Vakit"te yayınlanan açıklamasında, "babasının intiharında, onu ortadan kaldırmak istemiş olan birilerinin parmağının olabileceğini" iddia ediyordu, kısaca..

Yakınlarından birisinin, aynı gün, Sabah gazetesine yaptığı açıklamada ise,  bu kişinin son zamanlarda, sık sık, "Bir çok değerli generali gözaltına aldılar. Bu haberler üzerine beni de götürürler. Bu felçli halimle cezaevlerinde kalamam. Hapse düşmektense ölümü tercih ederim.." sözünü tekrar ettiğini söylemesi ilginçti.. İşbu eski JİTEM Kom. Kırca, avukatıyla yaptığı son görüşmede de, -Av. Yurdakan Yıldız"ın dediğine göre-, son derece gergin imiş.. "Yargılamanın bundan sonraki sürecini anlattım. Üzüldüğünü söyledi. Henüz herşeyin bitmediğini söyleyince de rahatladı" diyor, avukat...

Av. Yıldız, ,  Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi"ndeki JİTEM davasının Ergenekon soruşturmasıyla birleştirileceği yönündeki haberlerin Kırca"yı derinden etkilediğini, son zamanlarda özellikle bu gelişmelerden dolayı strese girdiğini söylüyor, "Beni bu tekerlekli sandalyeyle alıp götürürler mi?" gerginliği içinde olduğunu belirtiyordu, 21 Ocak akşamı katıldğı Star TV haber bülteninde..

PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan ise, yer ve isim belirterek, Güneydoğu'da yargısız infazlar yapmakla suçlananlardan o zamanlar "Binbaşı" olan (Em. Alb.) Abdulkerim Kırca'yı intihara götüren yapılanmalardan haberler veriyor, DTP"liler de, bir Meclis Komisyonu kurulup, Güneydoğu"daki "asit kuyuları"nın açılmasını istiyorlardı..

Yani, gözler her yerde,  (JİTEM)"e yeniden çevriliyordu..

Varlığı hep reddedilse de 1990'lı yıllarda PKK ile mücadele için Jandarma bünyesinde kurulmuştu, bu birim.. Ve, içinde sadece askerler değil, korucular, siviller değil, hattâ PKK itirafçıları da çalışıyordu.

Ve, yönetici isimleri esrarengiz şekilde ortadan kaldırıldı, hesablarını veremeden..

Üst düzey 5 komutanı da bugün hayatta değil.. Hiçbiri tabiî yollarla çekilmemiş hayattan..

Em. Binb. Cem Ersever: Binbaşı rütbesindeyken 1993'te istifa etti. Bir yıl sonra kadın arkadaşı N. B. ve yakın arkadaşı itirafçı Mustafa Deniz ile birlikte Ankara- Elmadağ civarında öldürüldü. Cesetleri üç ayrı yerde bulundu.

Tuğg. İsmet Yediyıldız: Trafik kazasında öldü.

Em. Korg. İsmail Selen: Öldürüldü..

Em. Korg. Hulusî Sayın: Öldürüldü.. (Bu iki em. korgeneralden Sayın'ın JİTEM faaliyetlerine göz yumduğu, Selen'in ise karşı çıktığı için öldürüldüğü öne sürülmüştü.)

Ve Em. Alb. Kırca"nın intiharıyla yeni bir esrar perdesi eklendi, tabloya..

Ama, bu konu, hâlâ da konuşulamıyor Türkiye"de.. Çünkü, bir konu, kahramanlık veya hainlik zeminlerine oturtuldu mu, söylenecek söz kalmaz..

Nitekim, temel insana haklarına, hukuk ve ahlâka sığmayan nice cinayetler işlendiği iddiaları kahramanlık adına açıklığa kavuşamadı..

 

*Kahramanlık ve hıyanet açısından bakılan bir konuya, akl-ı selîmle yaklaşmak nasıl mümkün olur?

 

"Hain"  oldukları iddia olunan kişilerin kafalarına bir kurşun sıkılarak ve cesedlerinin dağbaşlarına, dere yataklarına gömdürülerek ya da asit  kuyularına atılarak tamamen eritildikleri iddiaları ile yüzlerce-binlerce insanın âkıbetinden hâlâ da haber alınamıyor..

Bu gibi iddialara karşı, siz "kahramanlık"  kamuflajına sığınırsanız, o zaman "mahkeme hükmü olmaksızın, birilerinin kahramanlık adına hain olarak temizlendiği"  iddiasını ve de "temizlenebileceği ve bunun bir hak olduğu, bir kahramanlık raconu olduğu" görüşünü de kabul eden yığınla gruplar çıkıverir ortaya..

Ve herkes kendi "kahraman"ıyla öğünür.. Ama, o zaman da bir hukuk devletinden değil, aşiret mantığıyla yönetilen totaliter bir sosyal yapılanmadan sözedilebilir.. Ki, 80 küsur yıllık "kemalist rejim"iyle, ülkemiz bugün bu manzarayı hâlâ da sergilemektedir..

Aklı başında insanlar bu durumdan rahatsız olmaz mı?  Çünkü, ülkemiz hâlâ da, mahiyeti ortaya net olarak konulamamış kanundışı yapılanmaların sarmalında..   

Daha da ilginç olan; "Devlet, Aşiret ve Mafia"  üçlüsü arasındaki korkunç ve iğrenç ilişkileri ortaya çıkaran "Susurluk Kazası"  sonrasındaki yargılamalar sırasında, "Ahh, bizde de, -tıpkı İtalya"daki "Gladio" isimli derin devlet yapılanmasını, cinayet örgütlenmesini ortaya çıkaran ve bu uğurda öldürülmeyi göze almış yiğit savcılar çıkmayacak mı?" diyenlerin, şimdi, karşılarına çıkan "Ergenekon"  tablosundan feryad"u figan etmeleri ve ortaya dökülen yığınla gizlenmiş silahlar ve emekli veya muvazzaf emniyet ve ordu mensublarının ve onların etrafındaki oluşumlar içinde yer alan kimselerin üzerinde, veya gizledikleri yerlerdeki  silahlar ve planlar, krokiler arka arkaya sökün ediyor.. Ve, "Susurluk" sonrasında adâlet isteyenlerin, işin ucu, kendi cenahlarına dokununuca, feryad etmeleri ilginçtir.. Çünkü, 80 küsur yıldır "dokunulamıyan"ların, "resmî ideoloji ikon"unun gölgesine sığınarak her türlü mel"aneti işleyenlerin, şimdi  bu soruşturmayı sulandırmaya çalışmaları veya devletin üst makamlarında yıllarca hizmet etmiş kişilerin suçlanmasının kabul edilemezliğini dillendirmeleri, evet, çok düşündürücüdür..

Halbuki, bu ülke, ömrünü siyasî alandaki "hizmet"lere verip, 10 yıl da başabakanlık yapmış ve üstelik genelde halkın sempatisini kazanmış bir Başbakan"ın, Adnan Menderes"in askerler eliyle idâm edildiği, hukuk adına öldürüldüğü; diğer nicelerinin ne ağır işkence ve zulümlere, baskılara, hakaretlere maruz kaldığı dönemleri geçirmiştir ve bu gibi yeniçeri zorbalıklarının her an tekrarlaması ihtimal dışı değildir..

Bugün, "Ergenekon"un sonunun nereye varacağı da mechul..

Yine de, bu yargılamanın yapılabilmiş olması bile, çok büyük bir gelişme..

 

*"Devlet" aynı zamanda "saadet" de demektir; sadece "yönetim otoritesi" değil!.

Ama, "oligarşik yapı"nın hele de "silahlı bürokratik -ve de- medyatik dikta" heveslisi kesimlerinin şimdi hak ve adâlet diye istemleriyle, 80 yıllık usûllerini, geleneklerini "devlet"i kurtarmak adına giriştikleri çalışmalar daha bir ilginçtir..

Bu gelişmeler içinde, ortaya, mevcud rejimin bütün "kalburüstü"  takımının, emekli olduktan sonra bile, saltanatlarını sürdürmek için, "Encümen-i Dâniş" adında bir "düşünce kuruluşu" (?!) oluşturdukları haberi ortalığı daha bir karıştırdı.. Dâniş, bilgiden de öte, bilge"yi, bilgeliği ifade ediyor.. "Dânişmend" denilince, "bilge kişi" demektir..

Evet, "kemalist/laik" rejimin, bilgeliklerini eski rütbelerinden, makamlarından, güçlerinden devşiren emekli takımları, Osmanlı"nın sosyo-politik bünyesinde 1850"lerden beri varolan "Bilgeler Hey"eti"/ "Encümen-i Dâniş"in kötü bir taklidi olarak yeni bir "Encümen"i Dâniş" kurmuşlar.. Ama, kendi kendine "gelin- güvey"  olmak mes"elesi gibi bir şey bu.. "Biz eski tecrübeli yüce devlet adamları ve de aslında sahibleri konumunda olan uzak görüşlü kimseler olarak" havasında, raporlar hazırlamışlar, biri yerleri etkilemeye çalışmışlar.. Ama, bu ekip bu yüksek,  irşad edici raporlarını, belki de iflah olmayacağını veya bu konuları anlamıyacağını ya da kendilerine itibar etmiyeceğini düşünerek Tayyîb Bey"e göndermemişler. Yani, 6 yıldır, havanda su döğmüşler, kendi kendilerine.. Gerçekte ise, kendi "devlet"lerini, elde ettikleri dünya nimet  ve iktidarlarını korumak çabasıydı, bütün bunlar..

Nitekim, "Encümen-i Dâniş" başkanı olduğu bildirilen, -Özal dönemi Meclis Başkanlarından ve eski valilerden- Necmeddin Karaduman 21 Ocak günü CNN Türk'ün canlı yayınında kendilerini pek dinleyen olmadığından da yakınıyordu..

N. Karaduman, Ergenekon konusuyla irtibatlandırılmak istenmelerini toplumun belli kesimlerine "gözdağı" vermek için kullanıldığını ileri sürüyor ve "Ergenekon Operasyonu" gündeme gelmeden önce böyle bir örgütten haberdar mıydınız?" sorusuna, "Hayır operasyon başladıktan sonra haberimiz oldu."  cevabını veriyor ve "Gördüğünüz gibi silahlar var. Bir takım faaliyetlere girişileceği açık.. Ama hangi faaliyetler.. Bunu ortaya çıkaracak olan yargıdır. Yargıyı kendi haline bırakalım." diye ihtiyatlı bir dil kullanıyor.. "Derin Devlet"in ise "dün olduğu gibi bugün de var olduğundan ve yarın ve de daima varolacağı"ndan sözediyordu..

Ama, bu "bilge" likleri kendilerinden menkul, yüce danişmend kişiler, kendi etraflarında olup bitenleri hiç mi hiç görememişler, hattâ, sorumluluk dönemlerinde bile.. "Gökte yıldız arıyayım der de, nice turfa muneccim/ Gaflet ile görmez, kuyuyu, rehguzerinde.." Yani, böylesine "bilge" kişiler..

Nitekim, 28 Şubat döneminin Gen. Kur. Başkanı İ. Hakkı Karadayı, 16 Ocak günü Milliyet"te,  F. Bila"nın, "Sizin de dahil olduğunuz söylenen Encümen-i Dâniş nedir?" sorusuna, "Encümen-i Dâniş"  bir düşünce kuruluşudur.." cevabını veriyordu..  "Ergenekon soruşturmasıyla ilgili olarak tutuklanan, gözaltına alınan, iddialarda bulunanları tanıyor musunuz?" sorusuna ise, "- Ben Ergenekon diye resimleri, isimleri sıralanan insanların hiçbirini tanımam. Ne tanışıklığım vardır, ne görüşmüşlüğüm ne de konuşmuşluğum vardır. Ülkesine, milletine şerefle hizmet etmiş emekli komutan arkadaşlarımızın bu insanlarla bir ilgisi yoktur. Onları bulaştırmaya çalışıyorlar. TSK"yı yıpratmaya çalışıyorlar. Buna da üzülüyorum." diyordu.. Karadayı, Veli Küçük"ü de tanımadığını söylüyor ve "Ben Veli Küçük denen adamı hiç görmedim biliyor musunuz, tanımam..." diyor; Gen. Kur. Başkanlığı sırasında Ergenekon diye bir örgütü duymadığını belirterek, "Duysam, böyle bir örgüt olduğunu bilsem, zaten müdahale ederdim. Böyle bir şey duymadım." iddiasında bulunabiliyordu; o dönemin "BÇG"sini kapattığı gibi" (?!!)

F. Bila"nın,  "Ergenekon"u 28 Şubat"la da ilişkilendiriyorlar. Bir darbe için altyapı hazırlanması amacıyla kurulduğunu ve eylemler yaptığını öne sürüyorlar?" şeklindeki görüşüne ise, Karadayı, "Hayır! 28 Şubat bir ihtilal değildi. Meşru" zeminlerde yaşanan bir olaydı. Millî Güvenlik Kurulu zemininde alınan kararlarla ilgiliydi. (") Ama, biz görevimizi yaptık. Yaptıklarımın hiçbirinden pişman değilim." diye karşılık veriyordu..

Karadayı"dan sonraki  Gen. Kur. Başkanı em. Org. H. Kıvrıkoğlu"nun sözleri de aynıydı.  Kıvrıkoğlu,  22 Ocak günü CNN TÜRK'te, "Derin Devlet" diye bir şeyi ben kabul etmiyorum. Herkes Derin Devlet"e başka bir anlam veriyor.  Encümen-i Dâniş ismi doğrudan doğruya bir düşünce kuruluşudur. Hiçbir şekilde adının başka yerlerde geçmemesi lâzım. Her biri devletin en üst düzeyinde görev yapmıştır, ben 47 yıl görev yaptım mesela..."  diyordu..

Em. Org.  Karadayı"nın "Veli Küçük"ü, tanımadığı" iddiası üzerine,  23 Ocak günü, Veli Küçük, avukatı da olan kızı Zeynep Küçük aracılığıyla, Karadayı"ya ulaştırılmak üzere gönderdiği ve "Sayın komutanım" diye başlayan mektubunda, "Ben 1996 yılında Jandarma Genel Komutanlığı kadrosundan sınıf subayı olarak terfi ettim ve tuğgeneral oldum. 2000 yılında emekli oldum. Siz emekli oluncaya kadar emrinizde çalıştım" diye onu tekzib ediyor ve tanımadığına dair sözlerini bir sürç-ü lisan olarak kabul ettiğini belirtiyordu.. Veli Küçük"ün benzer bir mektubu, benzer açıklamalarda bulunan Gen. Kur. eski başkanlarından em. Org. Kıvrıkoğlu"na da gönderdiği ve "TSK'nın en yüksek makamında yer almış bir eski Genelkurmay Başkanı tarafından ...hakkımda bu şekilde bir beyanda bulunulması son derece üzüntü vericidir." dediği açıklanıyordu.. Bir "Paşalar Savaşı" cereyan ediyor gibiydi, âdetâ..

*Böylesine yanılgı ve gaflet içinde olanlar mı koruyor ülkeyi?

Karadayı tersini söylese de, Ergenekon Soruşturması çerçevesinde gözaltına alınıp sonra serbest bırakılan Millî Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri em. Org. Tuncer Kılınç  ise, Star tv."de, 28 Şubat"ın bir askerî müdahale olduğunu söylüyordu.. (Şimdiki Gen. Kur. Başk. Org. İlker Başbuğ"un, Em. Org. Kılınç"ın yardımcılığını yürüttüğünü de bu arada hatırlayalım..) Star Tv"de, Uğur Dündar'ın sorularını cevablayan Kılınç, Ergenekon konusunu, "....Benim sorgulanmamdaki başlıca neden içinden emekli olduğum müessesedir. Bugün Türkiye'de Türk Silahlı Kuvvetleri"nin bir şekilde halkın önünde onuruyla oynanıyor, halkın önünde onun güvenilirliği sarsılıyor.." diye yorumluyor ve U. Dündar"ın, 'Şöyle algılayabilir miyiz? Bu siyasî bir dava noktasına gelmiştir!" görüşüne karşı ise, em. Org. Kılınç şöyle diyordu:  "Türk Silahlı Kuvvetler Cumhuriyet'in kurulduğu günden buyana, zaman zaman isteyerek veya istemeyerek, mecbur olarak belki siyasete etkili olmuştur. 1960'ta bir ihtilal yaşamışız ondan sonra 12 Mart (1971) şeysi vardır, süreci vardır. Daha sonra 12 Eylül (1980) sürecini yaşadık, daha sonra 28 Şubat (1997) süreçleri..

Bu süreçlerde kendini mağdur hisseden kesimler medyada da temsilcileri olduğu için Türk Silahlı Kuvvetler'den bir öc alma, rövanş alma peşine düşmüşlerdir. Yani, siyaseten Silahlı Kuvvetler'den rövanş alınıyor sanki.. (...) Türkiye'de son zamanlarda özellikle dış dünyanın yegane istediği Atatürkçü düşünce sistemini ortadan kaldırmak, onu hırpalamak.. Ona en fazla sahıp çıkan Türk Silahlı Kuvvetler olduğuna göre önce onu yıpratmak." 

U. Dündar"ın "(...) Türk Silahlı Kuvvetler içerisinde bazı kişiler, durumdan vazife çıkararak. Dışarıdaki bazı kişilerle birlikte hareket ederek, kazılarla bulunan el bombalarını kullanarak toplumsal infal yaratacak olaylara sebebiyet vererek kaotik bir ortamı oluşturmak istiyor iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna, em. Org. Kılınç"ın verdiği cevab harikaydı: 

"(...) Bu bir vehimden ileriye gidebilecek bir durum değildir. Eğer ortam zaten Silahlı Kuvveter'in müdahale etmesini gerektirecek bir şey almışsa bu kendiliğinden, dışarıdan bir yapılanmayla halkı galeyana getirecek veya ne bileyim kamusal düzeni bozacak bir takım eylemler ortaya koyup, bir şeyler yapmak gibi... (şeylere gerek duymaz..)" (Halbuki, em. Org. Bedreddin Demirel, "12 Eylûl 1980 Darbesi"ni aslında Temmuz-1979"da yapmayı planlamıştık, ama, darbe zemininin iyice oluşması için, anarşinin daha bir derinlemesini beklemek zorunda kalmıştık.." diye yazmıştı, hatırâtında..)  Kılınç ise,   "(...) Ben, askerlik hayatımın son iki yılında MGK Gen. Sekreterliği yaptım.. "İstihbarat elde etme imkanı olan yasal kuruluşların, yasal kuruluşların Anayasal kuruluşların üretmiş olduğu her istihbarat her ay benim uhdemde koordine edilir ve buradan Milli Güvenlik Kurulu'na sunulması gereken önemde daha doğrusu önlem alınması gereken konumda olanlar Milli Güvenlik Kurulu'na sunulurdu."  (...) "Demekki bizim haberimiz yokmuş! (....) Ben 2001-2003 yılları arasında görev yaptım. Böyle birşey varsa birbirlerini koordine etmeleri gerekir. Böyle bir illegal örgüt varsa. Böyle bir örgüt varsa onların koordineli çalışması gerekir. Maalesef zaman içerisinde şunlar yaşanmıştır. Bir istihbarat unsuru bir diğer istihbarat unsurundan bilgi kaçırmıştır. Efendim daha çok göze gözükmek, daha ön plana çıkmak için. Böyle bir durum var mıdır, bilemem!"

Ama, bu "yüce orgeneral"lerin bütün bu olup bitenlerden haberdar olmamalarının temelinde, bütün bunların, "resmî ideolojinin ikonu" adına yapılması yatmaktadır.. "Hâkim, kalben rüşvet almaya karar verdiyse, feryad eden mazlûmla, zâlimi nasıl ayırd edebilir?" diyen bilge kişinin sözünü bu "danişmend kişiler" duymamışlardı, belki de..

Evet, bir "Encümen-i Dâniş"le değil, çağdaş bir "Eğlence-i Yeniçeriyye Kumpanyası"yla karşı karşıyayız ki, milletimiz bu kumpanyanın fitneleriyle, daima daha bir bedbaht oldu.

Milletin parasıyla, milletin çocuklarının ana gövdesini oluşturduğu bir sahnede, milletin istemediği bir kanlı eğlence.. Bugün olan, budur.. Ülkemiz bu traji-komik oyunun entrikalar yumağından kurtarılmalıdır.

haksöz

Bu yazı toplam 1166 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar