Cin; Mâhiyeti ve Hakkındaki İstismarlar, Yanlış Kabuller

Cin Kelimesinin Lügat ve Terim Anlamı: “Cin” ismi, Arapça “cenne” kelimesinden gelir. Cenne: Örttü, gizledi, gölgeledi demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi duyulardan gizlemek anlamındadır. Nitekim, toprağı örtülmüş bağ ve bahçeye, aynı kökten gelen cennet adı verilir. Cenin, ana rahminde saklı kalan çocuk, cenan, göğüs içinde gizlenen kalp, cinnet ve cünun, nefis ile akıl arasında perde olan delilik anlamına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme anlamı vardır. Gizlenmek, gizli kalmak, gözle görülmeyen gizli kuvvetler anlamına gelen cin, bu esasa göre, izli yaratıklar cinsine delâlet eden bir cins isimdir.
Cinlere gizlendiklerinden dolayı cin adı verilmiştir. Çünkü “ictinas” gizlenmek anlamındadır. Cennet de ehlini ağaçlarıyla gizlediğinden bu adı almıştır.
Cinin varlığı Kur'an ve sünnet ile sabittir. Hatta cinler hakkında başlı başına bir sûre mevcuttur. Hayat sahibi yaratıklar yalnız şu madde dünyasındaki insanlarla, çeşitlerini bilemediğimiz hayvanlardan ibaret değildir. Kur’an-ı Kerim’de cinn, cânn ve cinnet adlarıyla anılmışlardır. Erkeklerine cinnî, dişilerine ise cinniyye adı verilir. Cinlerin bir tek ferdine "cinnî" denir. "cânn" kelimesi cin ile eşanlamdır. Ğûl ve ifrit cinlerin değişik türleridir.
“Cin”, gözle görülmeyen canlı varlık; ins (insan)in mukabili demektir. Kur’an’da bildirildiğine göre, cinler de insanlar gibi ibâdet için yaratılmıştır (51/Zâriyât, 56). Bu yüzden cinler de insanlar gibi mükelleftir, sorumludur. Müslüman olanları ve kâfirleri vardır. Erkeği, dişisi, evlenmeleri ve çoğalmaları sözkonusudur. Her fânî gibi ölümlüdürler, dumansız ateşten (ışın) yaratılmışlardır. Bu yüzden vücut yapıları insanlardan farklıdır. İnsanlarla evlenmeleri, cinsleri ayrı olduğu için mümkün değildir. İnsanların cinlerle evlenmeleriyle ilgili olarak kaydedilenler, eski din ve kültürlerden geçen birtakım hurâfelerdir. İslâm hukuku böyle bir durumu kabul etmez. Onlarla cinsel temas yapıp çocuk sahibi olmak mümkün değildir. Zinâ yaparak hâmile kalıp doğum yapan bir kadına: “bu çocuğun babası kimdir?” diye sorulduğunda bu kadının, “cindir” şeklinde cevap vermesi kabul edilecek bir husus değildir.
Bunun gibi, “şurayı cinler soydu, şu eşyamı aldılar, kızımı onlar kaçırdı” gibi iddiaların geçersizliği ortadadır. Toplumumuzda, cinlerle evli olduğunu söyleyenler ya şarlatandır, ya da ruhsal açıdan rahatsız kimselerdir, tedaviye ihtiyaçları vardır. Cinlerin kâfir olanlarına “şeytan” denilmektedir. İblis (Şeytan) da cinlerdendir (18/Kehf, 50). Onların gaybı bilmeleri sözkonusu değildir. Cinlerin ve onlarla irtibat halinde bulunduğunu iddia eden kâhin, falcı, cinci diye anılan kimselerin gaybı bilme iddiaları yalandan ibarettir. Bunların verdikleri haberlere dayanılarak birtakım insanlar suçlanamaz, böyle kişilerin sözleri mahkemelerde delil olamaz; bunlar iftiradan ibarettir.
Bu tür şahıslara gelecekle veya kayıp eşya ile ilgili sorular yöneltmek ve cevaplarına inanmak haramdır. İslâm’a göre, mahkemede cinlerin verdiği bilgiler değil; insan cinsinden âdil tanıkların şâhitliği geçerlidir. Cinlerle irtibat kurmak, peygamberlerle ilgili olmak şartıyla ve mûcize şeklinde mümkündür. Diğer insanların onlarla irtibat kurdukları, emirleri altına aldıkları hususu, kendi iddialarından ibarettir ve bize göre yalandır. Kur’an ve hadislerden bu işin Hz. Süleyman’a mahsus bir mûcize olduğu anlaşılmaktadır.
Cinlerin eşyanın yerini değiştirmeye güçleri yetse bile, Cenâb-ı Hakk’ın buna izni yoktur ve bu iş “sünnetullah”a aykırıdır. Böyle bir şeye müsaade edilseydi, insanoğlunun tâbi olduğu hukuk sistemi altüst olurdu. Onların canları istediği zaman şekil değiştirmeleri de mümkün değildir. Peygamberlerin, âlimlerin veya diğer insanların kılığına girmeleri de, Allah’ın koymuş olduğu öteden beri devam edip gelen kanunlara aykırıdır. Böyle bir şey insanoğlunun dinini ve hukuk düzenini bozacağından Yüce Allah tarafından buna izin verilmemiştir (A. Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler-Büyü, s.-337-338).
Kur’ân-ı Kerîm'de cinler hak­kında verilen bil­giler, onları bize yeteri kadar tanıtmaktadır ve bir kısmı ilginçtir. Bu bil­gileri şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Cinler, insanlardan önce ve (deri gözeneklerinden içeriye işleyebi­le­cek özellikte kavurucu ve zehirleyici özel bir) ateşten yaratılmışlardır (15/Hicr, 27). Âyette “nâri’s-semûm” olarak adlandırılan bu ateşin radyoaktif bir madde olabile­ceği akla gelmektedir. Ancak her radyoaktif maddenin cin olduğunu kabul etmek güçtür. Örneğin insan topraktan yaratılmıştır. Ancak insan vü­cudu (biyolojik özellikleri içinde) toprak olmadığı gibi, toprak da insan be­denini oluşturan et, kan ve kemik gibi unsurların hiçbiri cinsinden değil­dir. Binâenaleyh denebilir ki İlâhî bir sistemle mey­dana gelmiş olan bu dö­nü­şümün geriye doğru uzayan halkalarından ilki topraktır. Bir karşılaş­tırma ile cinler için de aynı şeyi söyleyebili­riz. Yani cinler de büyük olasılıkla mev­cut özellikleri içinde radyoaktif madde de­ğildirler. Ancak yaratılmış ol­duk­ları temel madde “Nâri’s-Semûm”dur. Çünkü cinlerle haşır-neşir olan in­sanlar vardır ki arala­rında süren sıkı ilişkilere rağmen bu kimseler ne kav­rulmakta, ne de zehirlenmektedir­ler. Ayrıca kötülük yapmış ve suç iş­lemiş cinlerin de cehenneme girecek­leri, yani ateşle cezalandırılacakları Kur’ân-ı Kerîm'de ifade edilmiştir 11/Hûd, 119; 7/A’râf, 38, 179). Bu da onların mevcut bedenleriyle ateş olma­dıklarını kanıtlamaktadır.
2- Allah (c.c.)'ın gönderdiği elçilere karşı düşmanlık eden insan ve cin­ler­den şeytanların bulunduğu, Kur’ân-ı Kerîm'de haber verilmek­tedir (6/En’âm, 112). Unutulmamalıdır ki “Şeytan” adı, din terminolojisinde: Vesvese veren, yoldan çıkaran, ayak kaydırmaya çalışan ve daima suç işlemeye özendiren bir kişiliği sembolize eder. Bütün bu nitelikler an­cak akıl ve bilinçle bir­likte söz konusu olabilir. Âyetten çıkarılan bu so­nuç ise cinlerin de aynen insan­lar gibi akıllı ve bilinçli olduklarını ka­nıtlamaktadır. Ayrıca, “Ben, cinleri ve insanları ancak Bana kulluk et­sinler diye yarattım.” (51/Zâriyât, 56) mealin­deki âyet-i kerime de bu gerçeği teyid etmektedir. Çünkü akıl ve bilince sahip olmayan varlıkların kullukla mükellef tutulması düşünülemez. Kur’ân-ı Kerîm'de cinlerin akıl ve bilinç sahibi olduklarına ilişkin daha başka kanıt­lar da var­dır.
3- Cinlerden bir grubun Kur'ân dinledikleri, hatta o sırada birbirle­rine: “Susun, dinleyin!” diye uyarıda bulundukları, okuma sona erince de kendi topluluklarına dönerek bu olayı anlatıp onları Hz. Peygamber (s.a.s.)'in dâvetine uymaya çağırdıkları yine Kur’ân-ı Kerîm'de anlatılmaktadır (46/Ahkaf, 29-31). Bundan anlaşılıyor ki cinlerin de mü’min­leri ve kâfirleri vardır. Elbette ki buna bağlı olarak iyileri ve kötüleri de vardır. Nitekim Cin Sûresi'nin 11-15. âyetlerinde bu konu gâyet açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu bilgiler sâye­sinde cinlerin de aynen insanlar gibi mükellef olduklarını, Allah (c.c.)'ın emir ve yasaklarına uyanlarının ödüllendirileceğini, suçlu­larının ise cezaya çarptırılacağını anlıyoruz.
4- Cinler insanları görür, Fakat insanlar cinleri göremezler. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Sizin onları görmediğiniz yerlerden o (şeytan) ve yandaşları sizi görürler.” (7/A’râf, 27). Yapıları bakımından sahip bulundukları ayrıcalıklar sâyesinde insanla­rın yapa­maya­cağı olağanüstü işleri başarırlar. Örneğin, çok uzak mesa­felere ânında ulaşır­lar (27/Neml, 39.
Cinlerin gaybı/gizliyi bildiklerine ilişkin kanaat doğru değildir. Gaybı/gizliyi, Allah'tan ve O'nun haberdar ettiği kimselerden başkası bilemez (3/Âl-i İmrân, 179; 6/En’âm, 50, 59; 7/A’râf, 188; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 123; 16/Nahl, 77; 18/Kehf, 26; 27/Neml, 65; 34/Sebe’, 14; 52/Tûr, 41; 53/Necm, 35; 68/Kalem, 47; 72/Cinn, 26). Bazı kimselerin, ilişki kurdukları cinler aracılığıyla gizli şeyleri öğren­diklerine ilişkin kanaatin iç yüzü şöyledir:
Gizlilik, göreceli bir meseledir. Örneğin, birinin zihnindeki dü­şünce ve inançlar, Allah'tan başka ne insan, ne de cin tarafından asla biline­mez. Herhangi bir yerde gizli ya da saklı bir şeyi keşfetmeye ge­lince bu, imkânlara ve şartlara bağlıdır. Araştırmak ve araç kullan­makla gizli bir maddeyi, bir rezervi, ya da bir bilgiyi elde etmek, yerine göre mümkün olabilir. Örneğin bir defineyi ortaya çıkarmak için insan hangi yollara başvuruyor ise cin de aşağı yukarı aynı yolları izlemek durumundadır. Şu var ki cin, yapısı itiba­riyle daha seri ve daha esnek­tir. Bu sayede insanın giremediği dehlizlere, karanlık, dar, sarp ve çetin mevkilere cin rahatlıkla girebilir; Yüksek, kuytu, derin, uzak ve elve­rişsiz arazilere ulaşabilir. Fakat insanın, cinleri öyle her istediği konuda kullanabileceğine, diledi­ğini onlara yaptırabileceğine ya da cinlerin, her istedikleri şeyi yapabile­ceklerine ihtimal vermemek gerekir. Aksi halde onlarla ilişki kuranlar, başta stratejik merkezler, devlet arşivleri, hazi­neler, borsalar ve bankalar olmak üzere dünyadaki zenginlik ve sır kaynakları üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilecek ve insanlı­ğın nizam ve düzenini altüst ede­cek, dünyayı oyuncak haline getirecek­lerdi. Cinler gerçekten aramızda do­laşıyor olsalar bile onların da mut­lak surette uymak zorunda oldukları kesin kayıtlar ve kurallar, ya da asla aşamayacak­ları doğal engeller vardır.
5- Cinlerde üreme vardır, onlar da çoğalırlar (18/Kehf, 50). Ancak nasıl yaşadık­la­rını ve nasıl çoğaldıklarını bilemiyoruz. Cinlerle evlilik kurduklarını ileri sürenlere inanmak güçtür. Fakat insanlarla sıkı ilişki içinde olduk­ları bir gerçektir. Özellikle Allah'ın emir ve yasaklarına uymayan in­san­ların he­men hepsi de şeytanların etkisi altındadırlar ki şeytanlar cinlerin, ahlâksız, suçlu ve günahkârlarıdır. Bunu Kur’ân-ı Kerîm de doğrulamak­tadır. Özetle, En’âm Sûresi'nin 128'inci Âyet-i Kerimesi'nde: Allah Teâlâ'nın, bütün cinleri ve insanları bir araya top­layacağı kıyamet gü­nünde cinlere, birçok insanları elde ettiklerini açık­layacağı ifade edilmek­tedir. Yine aynı âyette onlarla dostluk kuran in­sanların da “Ey Rabb'imiz! -Gerçekten- karşı­lıklı olarak birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin de sonuna ulaşmış bulunuyoruz’ diye itirafta bulunacakları, o sırada Allah Teâlâ'nın da: ‘(öyle ise) Durağınız ateştir!” diyeceği anlatılmaktadır.
Bu âyetin ışığında diyebiliriz ki birçok kimsenin insanlık kaydından sıy­rılmasında, çeşitli suç ve günahların işlenmesinde, vahşetlerin, te­ca­vüz ve katliamların arka planında cinlerin rol oynadıkları ihtimali var­dır.
Şeytanlara gelince bunlar, cinlerin anarşistleri ve bozguncularıdır. İnsanları yoldan çıkaranlar işte bunlardır. En büyükleri olan İblis, vak­tiyle Allah Teâlâ'ya karşı küstahlık etmiş, O'nun meleklere: “Âdeme secde edin!” diye verdiği emre karşı gelmiş (2/Bakara, 34, 7/A’râf, 11; 15/Hicr, 31; 17/İsrâ, 61; 18/Kehf, 50; 20/Tâhâ, 116; 38/Sâd, 74, 75), bu sûretle de kâfir (nankör) (17/İsrâ, 27) ve âsî (19/Meryem, 44) olmuştur.
Cin ve Şaytan da Kur’ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği diğer varlıklar gibi birer gerçektirler. Orijinleri ve özellikleri nedeniyle insanlar tarafından görülememeleri bazı kimselerde kuşku doğurmuş, birçok kimselerde de bu yaratıklar daima merak ko­nusu olmuştur. Esasen bu merak normaldir. Çünkü insan, bizzat göre­mediği herhangi bir şey hakkında haber aldığı zaman kesin olarak inansa bile ge­nelde onu doğrudan duyularıyla algılamak ister. Onun gerçek olup olmadı­ğını ancak bu şekilde anlayabileceğini sanır. Hâlbuki bir şeyin ger­çekte mev­cut bulunması, onun mutlaka gözle görülmesine ya da diğer duyularla algı­lanabilir olmasına bağlı de­ğildir. Nitekim normal insan gözü, 400 ila 700 mi­limikron arasındaki ışık dalgalarını ancak fark edebil­mekte, bu limitlerin dı­şında kalan dal­gaları ise değerlendirememektedir. Keza normal insan ku­lağı 16 ilâ 20000 titreşimi duyabilmekte, bu limitle­rin dışındaki frekansları ise du­yamamaktadır. Bununla birlikte sözko­nusu ölçülerin dışında kalan gerçeklerin birçoğuna inanabilmektedir.
İnanabilmek, akla bağlı olarak bir yeti olsa gerektir. Fıtratlarında bu ye­tiye sahip bulunmayan insanlar ne kadar zeki ve okumuş olurlarsa ol­sun­lar vahyin haber verdiği gerçeklere inanmakta sıkıntı çekerler. Bu neden­ledir ki bazı kimseler melek, cin ve şeytan gibi sırlı varlıklara bir türlü inanmak istemezler. Ancak hemen kaydetmek gerekir ki bunlar, Yüce Kur'ân'ın ha­ber verdiği gerçek varlıklardır. Dolayısıyla imanın bir koşulu olan melek­lere inanmak ne kadar önemli ise cinlerin ve şeytan­ların var­lığına da inanmak o kadar önemlidir. Cin ve şeytana inanmak, “Kitaplara İnanmak” şartının ayrıntılarındandır. Onun için cinlerin ve şeytanların varlığını inkâr eden kimse İslâm Dini'nden çıkmak gibi imânî bir tehli­kenin içinde bu­lunduğunu bilmelidir! (Ferit Aydın, İslâm’da İnanç Sistemi, Kahraman Y., s. 321-327)
Cinlerin insana doğrudan musallat olabileceğine inanmak
Cinlerin insana tasallutları, yani insanın içine girip istediklerini ona yaptırması, musallat olmaları diye bir şey yoktur. Allah'a inanan insanın cinlerin hiçbir kötülü­ğünden korkmaması gerekir (72/Cinn, 13). Cin tasallutu diye andığımız şey, esasında, bu tasallutu ba­hane ederek insanları cin hayalleriyle perişan­lığa iten insan şerirlerinin işidir. Bu hayallere kapılarak cinlerden kurtulmak için birtakım insanlara sığınanlar, başlarına sarılmış belayı artırmaktan başka bir şey yapmazlar (bk. 72/Cinn, 6). Yani, cin tasallutu yoktur ama cinleri bahane ederek insanları sömürenlerin tasallutu var­dır. Kur'an işte bu ikinci tasalluttan korunmamızı istiyor.
Peygamberlerin bile her devirde hem insan şeytan­larından hem de cin şeytanlarından düşmanları olmuş­tur (bk. 6/En'âm, 112). Bunlar, o elçiler aleyhine birbirle­rine yaldızlı sözlerle destek verirler. Ama bunu kendi aralarında yaparlar, insana musallat olamazlar. Cinler her türden insana vesvese verirler, (bk. 114/Nâs, 6)Yani insanın içine kötü fikirler sokabilirler. Peygam­berler bu vesveselerden, Allah'ın gönderdiği vahiyle kur­tulurlar. Diğer insanların bu vesveselerden kurtuluşu ise peygamberlerin insanlığa ulaştırdığı vahiy ürünleri sa­yesinde olacaktır. Yani cin hezeyanlarıyla rahatsız olup denge­yi bozmaktan kurtulmanın en güvenli yolu, sağlam bilgi ve sağlam inançtan geçer. Bu yo­lun yerine üfürük, muska ve tılsım yolunu seçenlerse belâdan kurtulamazlar.
Cin Konusunda Şirke Düşmek
Cinleri inkâr şirke düşürdüğü gibi, cinleri Allah’a şirk/ortak koşmak da şirktir. Ayrıca, cinlerle uğraşan ya da cin konusunu istismar eden bazı kimselerin de şirk içine düştükleri görülmektedir. Şirk suçunun gerçekleşmesine neden olan sözler, eylem ve tavırlardan konumuzla dolaylı da olsa ilgili olanları şöyle değerlendirebiliriz:
a) Her türlü büyü:
Bütün tılsımlar; tütsüler; kurşun dökmek ve ipliklere üfleyip dü­ğüm­lemek gibi şarlatanlıklar; (çeşitli baharat, mum, kıl, kemik, tırnak ve dışkı gibi) atık ve necis maddelerle yapılan maksatlı ve gizli işler; Havâs denilen okuma, şekil, şema, yazı ve heykelcikler bu bölüme gi­rerler. Bu uğraşlar, sa­yılamayacak kadar çeşitlidir. Kenzu’l-Havas (Gizli İlimler Hazinesi), Şemsu’l-Maarif ve El-Lu'lu' ve'l-Mercan gibi büyü kitapla­rında bunların uygulama şekilleri ve sözde sırları(!) anlatılmak­tadır. Câhil insanların sır­tından kolayca geçinmek için cinci üfürükçü birtakım açıkgözler tarafından yapılan bu büyülerin, geçici bir psikolo­jik yönlen­dirmeden başka gerçek an­lamda hiçbir etkileri yoktur.
b) Fal ve her türlü kehanet:
Gerek günümüzde sosyete falı olarak bilinen tarot ve eskiden mü­nec­cimlik denilen astroloji (burçlar ya da yıldız falı), gerek daha çok çingene­ler tarafından yarıdilencilik amaçlarıyla bakılan su, el ve ayna falı, gerekse şehir halkı arasında yaygın olan kahve falı bu kısma gir­mek­tedir.
Bazı kimselerin “Fala inanma, falsız da kalma” sözü açık bir çeliş­ki­dir. Şirk riskini ortadan kaldırmaz. İmânî açıdan son derece tehlikeli olan tüm eylem, söz ve tavırlar mizah konusu yapılamazlar. Nitekim ciddî anlamda olmasa bile bu tür sözleri sarfedenlerin yeniden Kelime-i Şahadet getirme­leri gerekir. (F. Aydın, a.g.e., s. 146-147)

Bu yazı toplam 3690 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar