"Cihat Duygusu İslâm’ın Temel Bir Rüknü Olmaktan Çıkıyor"

"Cihat Duygusu İslâm’ın Temel Bir Rüknü Olmaktan Çıkıyor"

illi Gazete yazarlarından Ali Haydar Haksal, bugün yayımlanan 'Eriyen zaman ve tükeniş' başlıklı yazısında son dönemde yaşanan atmosferi değerlendirdi

Tevhid Haber
Milli Gazete yazarlarından Ali Haydar Haksal, bugün yayımlanan 'Eriyen zaman ve tükeniş' başlıklı yazısında son dönemde yaşanan atmosferi değerlendirdi. Şu sırada sağlıklı düşünenlerin bir konuşma ortamı olmadığını ifade eden Haksal, susmaktan başka bir seçenek bulunmadığını, çünkü ortaya konuşan değerli düşüncelerin bir karşılığı olmadan boşa gittiğini belirtti.
 
Haksal, "Duruma göre yer tutanların zamanıdır bu. En çok onlar söz sahibidirler. Çünkü onlar yaşanmakta olanları daha da abartarak köpürtürler, kendilerini gözden ırak tutarlar. Hedef haline başkalarını getirirler ki düşünenlerin sağlıklı bir durum oluşturmasına engel olsunlar." ifadelerini kullandı.
 
İşte Ali Haydar Haksal'ın söz konusu yazısı:
 
Yaşamakta olduğumuz hayatın hızlı akışında baş döndürücü bir anafordayız. Elimizden alınmış olan şeyleri kaçışının bile farkında değiliz. Tükeniyor muyuz, bir şeyler mi birikiyor ayrımında olamıyoruz. Çünkü biz kendimizde değiliz.
 
Yılların akışındaki çabamızın bir anda heba olması bile söz konusu. Kendimizi bir tartıya koymanın sanırım zamanı. Çünkü gerilimin, duygunun, öfkenin, aşırı sevincin olduğu zamanlarda başka edimler devreye giriyor. Baskın olan durumlar hayatı bütünüyle kuşatıyor.
 
Kendimiz ile bir sınanma içindeyiz.
 
Sorumluluk konumunda olanların yükü elbette daha ağırdır. O kimseler kendilerinden hem de sorumluluğu altında onlardan sorumludurlar.
 
İnsan nefsi bencil ve çok arzulu. Doyumsuz. Gözü kara, acımasız ve sınırsız.
 
İçinde bulunduğumuz günler sisli, bulanık ve karışık. Gözü dönmüş duyguların baskısından ciddi anlamda yaşanan tedirginlikler var. Bunun farkında olmayan ve sürüklenenler de.
 
İnsan kendi duygularını baskı altına alabiliyorsa ve onu yönetebiliyorsa sağlıklı bir düzlemde olabilir. Kendi kendimizin hasmıyız bir bakıma. Denetimi kaptırdığımız andan itibaren kendimiz olamıyoruz.
 
Düşünme yeteneklerimizi yitiriyoruz. Anlayış kavrayışlarımız değişiyor. 15 Temmuz sonrasında yaşanan gerilimin, duygu patlamalarının aşırılıklarının da farkında olunamıyor. Çünkü bunlar birbirini tetikliyor ve sürüklüyor. Taraf olma konumuna zorluyor ve itiyor.
 
Elbette ki yaşananlar küçümsenemez. Yaşandı ve bitti. Şu aşamadan sonra duygu selini köpürtmek, akan hayat selini bulanıklaştırmak ve bunu ısrarla sürdürmek insanın kapılmışlığı ve yenilgisidir.
 
Tedbirler soğukkanlı ruh halleri ve durumlarıyla alınır. Duygusal bakışlar insanın düşünme alanını, ufkunu daraltıyor.
 
Tuhaf bir durum söz konusu. Şu güne kadar belli bir anaforun içinde yer alan, söz konusu örgütlenmenin parçaları olan, oradan beslenip varlıklarını sürdürenler, o tarafın güç yitirmesiyle birden yerlerini değiştiriyor ve karşı tarafa geçiyorlar. Pişkin pişkin orada yaşanan günahlar, sahtekârlıklar ve kimi ihanetler saçılıp dökülüyor. Bunu yaparlarken sanki geçmişte o oluşun bir parçası değillermiş gibi davranabiliyorlar. Bunlara kulak kesilirken öfke söz konusu anlatıcılardan çok karşı tarafa olabiliyor.
 
Bunların çok somut olan isimleri bunları yapıyor. O kesimin geçmişteki sözcüleri, gazetelerinin baş yazıcıları olduklarını bile unutuyorlar. Kendilerini kurtarmak veya bir yere konumlandırmak adına önlerine gelenlerini suçluyorlar. Hele birinin gözden düşmesi gerekliyse onun üzerine abanıyorlar.
 
İsimler üzerinde yürümeyi ve örnek vermeyi çok isteriz ama bunlar da gececi bir durumdur diye sakınma çabası içinde oluyoruz.
 
Şu sırada sağlıklı düşünenlerin konuşma ortamı bile yok. Susmaktan başka bir seçenek bulunmuyor. Çünkü ortaya konuşan değerli düşüncelerin bir karşılığı olmuyor boşa gidiyor.
 
Duruma göre yer tutanların zamanıdır bu. En çok onlar söz sahibidirler. Çünkü onlar yaşanmakta olanları daha da abartarak köpürtürler, kendilerini gözden ırak tutarlar. Hedef haline başkalarını getirirler ki düşünenlerin sağlıklı bir durum oluşturmasına engel olsunlar.
 
Görsel medya çok sesli, çok gürültülü ve çok da abartılı bir ruh hali oluşturabiliyor. Duygularına yenik düşen koca koca adamların, eli kalem tutanların bile yaptıkları şaşırtıcı olabiliyor.
 
Süreç tam bir dinî atmosfere dönüştürüldü. Laik, batıcı, Kemalist, ırkçı bir yapının korunması da dinî bir ruh haliyle kamufle oluyor. Cihat duygusu İslâm’ın temel bir rüknü olmaktan çıkıyor. Bu, seküler bir hayatın rüknü haline dönüşebiliyor. Demokrasi dininin vurgusu giderek pekişiyor. Bu sistemi yöneten Müslümanların bu sistemin bir parçası olduğu unutuluyor. Elbette vatan, elbette devlet, elbette birlik. Ama bu asla İslâm bilincinin, düşüncesinin ve ruhunun bir özü değildir. Olamaz.