Cemaat Bu Soruları Görmezden Gelebilir mi ?

Cemaat Bu Soruları Görmezden Gelebilir mi ?

Star Gazetesi Yazarı Ahmet Taşgetiren Bugünkü yazısında cemaate yönelik bir yazı kaleme aldı..

Ahmet Taşgetiren / Star Gazetesi

Cemaatin cemaat haline gelebilmesi

Ben diyorum ki:

Cemaat 10 yıl, yirmi yıl evvelki cemaat değil. Bir format değişimi var. Cemaat adına oturulmalı ve şu soruların cevabı aranmalı?

- Bu 20 yıl içinde ne değişti ki biz kamuoyunda “paralel yapı” gibi algılanmaya başladık?

- Eski yapımız mı doğruydu, bugünkü durum mu?

- Bugünkü durum, giriştiğimiz savaşla bu iktidarı devirsek bile sürdürülebilir mi?

- Biz mi iktidar olacağız, yoksa başka siyasi yapılanın iktidarının yolunu mu açacağız?

- Biz iktidar olabilir miyiz, bunu istiyor muyuz, bunun siyasi kadrolaşmasına sahip miyiz, önümüzde bir “Türkiye projesi” var mı, halkta karşılığımız var mı?

- Başka bir siyasi iktidar formülünün yolunu açacak isek, onların yolunu açmış olmanın getirdiği mes’uliyet taşınabilir bir mes’uliyet midir?

Bu sorular mevcut değil mi bugün? Cemaat bu soruları görmezden gelebilir mi?

Bakın, dün, Bugün gazetesinde Gülay Göktürk imzalı bir yazı çıktı. Gülay Hanım’la Bugün TV’de birçok programda birlikte olduk. Farklı dünya görüşlerimizin bulunduğu belli. Ama ben, Gülay Hanım’ın olaylara bakarken sağlam bir muhakeme ile hareket ettiğini, bu yüzden de birçok olayın tahlilinde paralel durduğumuzu düşünmüşümdür.  

Dünkü yazıdan geniş bir alıntı yapmak istiyorum. Toplumdaki “paralel yapı” algısının Camianın bugünü ve yarınları için nasıl bir risk oluşturduğunu bundan daha iyi anlatmak mümkün olmaz. Gelin önce o yazıyı okuyalım:

“Mademki ortada bir paralel devlet iddiası var; mademki bir yapı devletin bütün organları içinde kendi iç hiyerarşisi, iç disiplini olan “özerk alanlar” oluşturmuş; bu yapı içinde yer alan insanların ait oldukları gruba karşı duydukları sadakat-itaat duygusu her şeyin üstünde yer alıyor; o zaman bu özerk alanların tasfiyesi, bu paralel yapının ortadan kaldırılması sadece AK Parti’nin değil, hatta ondan daha çok, toplumun meselesidir.

Dolayısıyla, yarın öbür gün -hani olacak gibi görünmüyor da- barışma kararı alsalar, “Biz aramızda yaşananları unuttuk. Siz de unutun” deseler, buna bütün toplumun itiraz etmesi ve şunu sorması gerekir: Siz barıştınız da paralel yapıya ne oldu?

Öyle ya; AK Parti bugün var, yarın yok. AK Parti bir gün seçim kaybedip gittiğinde devlet içindeki o yapı yine bizim başımızda kalmayacak mı? O yapı iktidara gelen yeni hükümetin de başına musallat olmayacak mı?

O yapı tasfiye edilmedikçe...

Şunu bilelim ki, o yapı tasfiye edilmeden kaldıkça, “hakem devlet” mümkün olamaz. İnsanlar devlet içindeki o yapının her konuda “kendi bağlılarını” kayıracağını düşünmekten kendilerini alamazlar.

Yarın öbür gün mahkemeye işleri düştüğünde adaletin yerini bulacağından emin olamaz, İzmir Casusluk Davası sanıklarının başına gelen komploların benzerlerinin kendi başlarına da geleceği korkusunu içlerinden atamazlar.

Polisle her karşı karşıya gelişlerinde “Acaba hangi taraftan” sorusunu kafalarından atamazlar.

Mesela; eğer Sabah Gazetesi’nin haberi doğruysa ve komiser yardımcılığı sınavında cevaplar bazılarına önceden verilmişse bunu öğrenen vatandaşlar, aynı kayırmanın üniversite giriş sınavlarında ya da KPSS’de, doktora jürilerinde, işe alımın mülakatla yapıldığı her yerde tekrarlandığı kuşkusu içinde yaşarlar.

O görünmez yapının ne zaman hangi kurumda önlerine barikat ördüğünü, o yapı yüzünden hangi fırsatları kaçırdıklarını, hangi konularda mağdur edildiklerini bilemez ve hep haksızlığa uğrama tedirginliği içinde yaşarlar.

Demokratik bir devlet içinde böyle yapılara, kotalara, parselasyona izin verilmesinin bir sonucu, seçilmişlerin yönetme yetkisi üzerinde vesayet kurulması ise, bir diğer sonucu da vatandaşın devlet kapısında eşit muamele görmemesidir.

Sonuçta her ikisi de demokratik rejimin çanına ot tıkayacak kadar vahimdir ve mutlaka engellenmelidir.”

Alın işte manzara bu.

Toplumda “Acaba ben poliste, yargıda, şu veya bu devlet biriminde bir odakla bağlantılı insanla karşı karşıya mıyım?” kuşkusu oluşmuş ve bu kuşku doğrudan “Camia”ya yönelik.

Camianın kamuoyuna yansıyan boyutları adına, böyle algılanma sonucunu doğurmak için ne mümkünse yapılıyor bugün.

Yani diyorum ki, hiç olmazsa Camianın samimi insanlarının üzerine bu kuşkunun yapışmaması hassasiyetiyle hareket edilemez mi?  

Camianın görünen yüzleri, bu kadar mı duyarlılık kaybı içine düştü?