Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Çarşamba Sohbetleri , -Okuyucularla Hasbihal / 27-

-İhsan Solmazgül: ‘Başkaları birbirleriyle bu kadar paslaşırken, aynı kaynaktan beslenen insanlar, hele de nasıl bir netice alacakları belli iken, niçin kazanma ihtimali yüksek olanla dirsek teması halinde olup destek vermezler?’ mânâsında bir görüş belirtmiştin geçenlerdeki bir yazında.. Hangi partiyi kasdettiğinizi tahmin ediyorum.. Ama, o küçük partinin başkanı olan kişi, bir taraftan, ‘dâvamız için her fedakârlığı yapmaya hazırız.. Ama,  koltuk değneği olmaya asla…’ diyorsa.. Ve bu kişinin yapmak istediği fedakarlığın bedelinin m.vekilliği olduğu açık ise.. Çünkü, adam, ‘Bizi m.vekili yapsınlar, koltuk deyneği durumuna düşmeyelim..’ demek istiyor.. Ayrıca, aynı kişi partisinin İnegöl kongresinde, 13 Eylul günü yapptığı konuşmada, ‘Çözüm Süreci yanlıştı.. Biz bu sürecin ülkeyi bölünmeye götüreceğini çok önceden belirtmiştik..’ diyor..  Halbuki, bu kişi, daha bir ay öncelerde, nasıl birisi olduğu bilinen Diyarbekir Bel. Başkanı Gülten Kışanak’la konuşurken başka şeyler söylüyordu.. O ve ve benzerlerinden hâlâ bir akl-ı selîm sahibi insanın duyarlılığını mı bekliyorsun..

*SEÇ: Mes’elemiz şu veya bu parti değil, müslümanların, 90 yıllık bir baskı döneminden sonra, kazandıkları mevzileri yitirmemeleri olmalıdır. Filan küçük partinin başkanı ne demiş, veya dememiş, önemli değil.. Ama, o camianın içinde kalbini, beynini, müslümanların hayrı ve geleceği için kullanmaya kararlı ve iradelerini başka kimselere kiralamamış kimseler hiç mi yoktur?’  sualime karşılık aramaktır.. Böylelerinden bir ‘müslüman’la karşılaştım, geçen hafta..  İstanbul’da taksi şoförlüğü yapıyordu geçtiğimiz günlerde ve bağlı olduğu partinin siyasetine o kadar bağlıydı ki, ‘Tayyib düşmanlığı’ içine sinmiş adeta..  Onun, bugün ülkede bölücülük suçlamasının en güçlü şekilde yapıldığı bir partidekilerden farkının olmadığını iddia ediyordu.. Gerekçesi de, Erdoğan’ın, eski liderine vefasızlık yaptığı iddiası idi.. Yanımdaki arkadaş, ‘Yahu, adına Üniversite kurdular, adını caddelere verdiler, cenazesine muazzam bir devlet töreni uyguladılar, daha ne yapsınlardı..’dedi.. Ama, adamın bunları dinleyecek hali yoktu. Kellim kellim, lâ yenfâ.. / Konuş-konuş, faydası yok..’

*

-S.A. : ‘Cizre’de öldürülen 20 sivil ile ilgili olarak kendine “İslamî” diyen ve “hakkı ayakta tutup adil şahid olmak” derdindeki gazete, tv, haber sitesi, köşe yazarlarından hiçbirinin bu ölümleri gündeme getirmediğini, tek kelime bahsetmediğini dikkatinize sunarım.
Mahşerde; dışarıya çıkamadıkları için çocuklarının cesedi ile yaşayan anneye, cenazelerini buzdolabına koymak zorunda kalan babalara, ekmek almaya giderken alnından vurulan ihtiyara, annesi ile birlikte kurşunlanan bebe’ye nasıl hesap vereceksin eyyy Çakırgil. Mahşerde, çaldığınız paralar ile kųrduğunuz şaşaalı saraylarınız size fayda vermeyecek.. Hesap gününde, zulümleri anlatanları tehdit edemeyeceksiniz. Yanınızda “merhametimizle yaşıyorsunuz, sinek gibi ezeriz” diyen Küçük arkadaşlarınız da olmayacak.

*SEÇ: Yoksa ben miydim, o,  Ateş-kes sona erdirilmiştir, Halk, evlerin altına tüneller kazsın, silahlansın..’  diye emir veren, Kandil’deki savaş baronları değil de. Evlerde buzdolaplarına konulan bebek cesedleri gibi çarpıcı görüntüleri daha önce yayınlanmış dünya ajanslarından aynen alıp aktaran da, mâlum çevreler değil de bendim herhalde..

Aynı şekilde, 40 yıl öncelerde çekilmiş bir ‘Yalnız Kemancı’ filminde ağlayan bir yahudiyi gösteren fotoğrafı alıp, Cizre’deki çaresiz  insanlardan birisi diye topluma sunmak hokkabazlığını yapan da bendim, öyle mi?

Bir toplumu sürü haline getirip, sonu bilinmez bir kaosun içine sürüklemek isteyenlerin yalanlarına âlet olmak, dürüst ve erdemli bir hareket midir?

Hangi hükûmet olursa olsun, kendisinden izinsiz olarak eline silah almış olanların silahlarını etkisiz hale getirmek zorundadır, yapamazsa, zaten hükûmet olamıyor ve başkaları hükûmet oluyor demektir. Roketleri, uzun namlulu silahları omuzlayıp gecenin karanlığında ve hattâ güpegündüz ortaya çıkanlar karşısında etkisiz kalan bir hükûmet olduğunda, halk kitleleri, elbette kendilerine bir başka hükûmet ararlar..

Bu gerçekleri yok sayıp, hem de mahallî belediyelerdeki yardımcıları aracılığıyla hendekler kazıp, bombalar patlatıp, resmî güçlerle günlerle savaşanlar, neticesine de katlanıyorlar demektir. O çatışmalarda resmî  güç olarak yer alanlar için de bu böyle.. Silahlı insanların birbirini etkisiz hale getirmek istemesine herkes kendisini kime yakın hissediyorsa, ona göre bir değerlendirme yapabilir.

Ama, savunmasız insanları kasden kim katlederse katletsin, onlara sıcak bakmak insan olana yakışmaz. Cizre’de öldürülen 20 sivilden söz etmektesiniz.. Onların silahlı kişiler olduklarını resmî haberlerin dışında da belirten güvenilir kaynaklara sahibim.  Ve 20 değil, daha fazla  kimse.. Ama, resmî üniformalı güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya giren roketli, bombalı, uzun namlulu kişiler ‘sivil’ elbiseli olunca, ‘sivil’ler mi öldürülmüş oluyor?

Allah huzurunda vereceğim hesabı hatırlatmışsın.. Teşekkür ederim.. Bunu kendinize hatırlatırsanız, hayrınıza olabilir.

O silahlı çatışmalar ve patlamalar sırasında kazaen ölenler olabilir, onu bilmem.. Ama, sivil- savunmasız insanları kasden hedef alan kim olursa olsun, zâlimdir. Eğer Davudoğlu veya Tayyib Erdoğan, Cizre’de veya bir başka yerde, sizin iddia ettiğiniz gibi, kasıdlı olarak, bilerek, günahsız, mâsum sivil insanların üzerine ateş açtırdılarsa; ben buradan açıkça söylüyorum ki, o durumda ben onlardan berîyim..

Aynı şekilde, ülkeyi kan gölüne çevirenler, sivil giyimli da olsalar bile, ellerinde silahlar, bombalar, güvenlik güçlerine karşı bir savaya girdilerse; o zaman siz de, ‘Ben de onlardan berîyim..’ diyebilecek misiniz?

‘Çaldığınız paralarla kurduğunuz saraylar’ın mahşerde bize faydasının olmayacağından söz ediyorsun.. Bir müslüman iseniz, bunu şer’an isbatlayamadığınız müddetçe, başkasının haysiyeti üzerinde laflar etmek, ayıbın ötesinde, ahlâkî bir probleme işaret eder ve vebaldir.

*

-Şahin Mertoğul: Sizin 12 Eylul tarihli yazınızda değindiğiniz ve  ‘Dinin artık etkisi yok..’ diyen kürdçüye nazîre yaparcasına, Demirtaş’ın 11 Eylûl günü, partililerine, ‘şimdi hep beraber Cuma namazına gidelim’ demesini nasıl değerlendirmeli? Bu, bir taktik değil mi?

*SEÇ: İnsanların kalblerinde olanı okumak hakk ve yetkimiz yok.. İbadet, sadece kendisini temiz sananlarca yapılmaz; tersine, temizlenmek, arınmak için yapılır. Arınmak isteyenlerin samimî  olup olmadıklarını ölçmek durumunda değiliz.. Bir ibadeti başkalarını kandırmak için yapanlar olursa.. O zaman da, kandıranlar kadar aldananlar da sorumlu olur.. Kişilerin ibadetleri üzerine değerlendirme yapmak, başkalarına tanınan bir hak olmasa gerek..

-Şefik: 10 Eylül, “Faşist Devlet Anlayışına ’Hayır!’; Ama, Anarşiye de..”demişsiniz makalenizde, ama sadece örgüt ve uzantısı olan siyasi cenahı değerlendirmişsiniz. Örgüt ve uzantısı herkesin malumu ancak bu olup bitenlerde devlet yöneticilerinin hiç mi kabahati yok. Taa baştan, doğru bir şekilde yürütülmeyen bir sürecin ardından yöneticiler, beceriksizliğini maalesef Cizre halkından çıkartmaktadır. Yapılan haberlerde sadece örgütün verdiği zararlar dile getirilmekte ve devletin halka verdiği zarara –sanki hiç kabahati yokmuş gibi- zinhar değinilmemektedir.. Maalesef gözlemlediğim şudur ki kendisini islamcı olarak niteleyenler de artık Rumların yenmesini isteyen kişiler değil, bizzat Rum ordusunda gönüllü askerlik yapmaktadırlar. Takınılan bu tavır, yöneticilerin neden eleştirilmediğini göstermektedir.

*SEÇ: 11 Eylül.. 1- ‘Kendisini islamcı olarak niteleyenler artık Rumların yenmesini isteyenler değil, Rum ordusunda bizzat gönüllü askerlik yapmaktadırlar..‘ derken neyi ve kimi neyi kasdediyorsunuz, anlamadım. Kur’an-ı Kerîm’de Rûm sûresinde anlatılan durumla  değindiğiniz konunun ne ilgisi var? O sûrede anlatılandan hareketle, ‘Rûm ordusunda gönüllü askerlik yapanlar’ derken,  siz kendiniz nerede, hangi tarafta oluyorsunuz?

2- ‘Kendisini islamcı olarak niteleyenler’ şeklindeki sözünüzün bana da yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Benim kendimi, herkesin bir ayrı mânâ verdiği ‘islamcı’ sıfatıyla tanıttığımı nerede gördüğünüz ya da duydunuz? Başkalarının benim hakkımdaki sözü beni bağlamaz.  Ben ise, kendimi sadece ve sadece bir ‘müslüman’ olarak nitelerim, başkaca değil..

3- Cizre’de olanlar üzerine konuşmaya gelince… Başbakan Davudoğlu’nun ‘yollarda hendekler kazıldığı, yolların kapatıldığı, damlarda silahlı kişilerin mevzilendiği, halkın teslim alınmak istendiği’  gibi iddialar yalan diyorsanız, o başka.. Yalan değilse, böyle bir durum ortadaysa, o zaman filanca suçlu-suçsuz gibi tartışmanın yapılmasının ya da benzeri şeyleri konuşmanın ve orada halka zarar gelmesin diye alınan güvenlik tedbirlerini ‘halktan intikam almak’  diye  değerlendirmenin bir mantığı var mıdır?
4-Cizre Belediye Başkanı olan Leyla İmret’in bir ingiliz tv. kanalında 8 Eylul akşamı yaptığı ‘Türkiyeye karşı iç savaş verdiğimiz söylenebilir..’ sözleri yalan mıdır?
Böyle bir yerde, şehri rehine almayı deneyen silahlı çetelere karşı mücadele verilmesin denilmek isteniyorsa, o zaman, başka bir şeyleri konuşmak gerekir.. Örgüt demekle geçiştirdiğiniz silahlı grupun hiç bir insanî sınır ve ahlâkî kaygu tanımaksızın yaptıklarını, umarım, hafife almıyorsunuzdur..
İki aydır, Kandil’deki savaş baronlarının emirlerini yerine getirenlere sempatiyle bakmamak mı, ‘rumların ordusunda gönüllü askerlik yapmak’ oluyor?

Bilal Sürgeç: 11 Ekim yazınızda, bir siyasetçinin “eğer biz 1 Mart 2003 Tezkeresini kabul etseydik bugün Kandil olmazdı.” sözünü ve sizin de aksi görüş belirten görüşünüzü okudum.. O günlerde de, ‘zalimlerle birlikte olmayın’ yönünde ikaz yazılarınızı okumuştum. 1 Mart tezkeresi çıksaydı Irak’tan gelen cenazelerin hesabını kim, nasıl verecekti?

*

-Turgut: Kanal7’de 10 Eylul akşamı yayınlanan bir proğramda,  gusül abdesti almak durumundaki bir askerin ölmesi halinde, şehid olup olmayacağı gibi acaib bir tartışma yapıldı.. Allah aşkına, siz de itiraz ediniz bu gibi tuhaf yayınlara..

Ben sizin bir yazınızda okumuştum.. ‘İstanbul’un fethi sırasında Ayasofya’da keşişler toplanmışlar, kendilerini kurtarmaya bir meleğin geleceğine imanları tam da, bu meleğin erkek mi, dişi mi olacağı üzerinde tartışma yapıyorlarmış.. Onlar tartışırken, Sultan Fatih ve askerleri Ayasofya’nın avlusuna girivermişti..’ diye.. Bu gibi adamların , -sizin deyiminizle, ekran bülbülü kesilen tiplerin- yaptıkları tartışmalar da öyle bir saçmalık değil mi?

*SEÇ: Her şeyden önce.. Şehîd kelimesi, bugün herkesin kendi istediği gibi yorumlanan bir terim değil.. Şehîd, lafzî olarak ise, en mükemmel şahid mânâsına gelir.. Bir dâva, bir ideal için gerektiğinde hayatımı fedâ ederim, diyebilen insanlar, o davanın, o idealin, o ideolojinin veya inancın hayatiyetinin en üstün şahidi olurlar.

İnancımız açısından, bir  İslamî ıstılah / terim olarak ise.. Allah’ın dininin korunması ve yüceltilmesi /İlâ-y’ı kelimetullah  hedefi uğrunda, bu hedefin  yüceliğinin en canlı şahidi olarak dünya hayatından geçen insandır, şehîd... Yoksa, kanunî tariflere göreşehid olarak nitelenmeler, ayrı bir konudur.. Sırf, resmî üniforma taşıdığı için, öldürüldüğünde şehîd sayılanlara gelince… Resmî ideolojisiyle, kutsalı reddeden laik temellere dayanan rejimler de resmî güçleri öldürüldüğünde onlara şehid diyor,  karşı taraftakiler de.. Hattâ en katı inançsız ideolojilere bağlı olsalar bile..  

Bir diğer nokta ise.. Evlere şenlik.. Bilindiği üzere, kanûnî tariflere göre şehîdsayılanların geride kalan yakınlarına maaş bağlanmakta, ama, daha sonra nicelerinin, kanunî sınırlar içinde şehîd sayılamıyacağına hükmedilerek verilen maaşlar bile ailesinden geri alınabiliyor.

İslam inancında ise gerçek mânâda şehidliği, ancak Allah’u Tealâ belirler, kanunlar değil…

dirilişpostası

Bu yazı toplam 829 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar