Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Bursa’da Zaman...’ Nasıl da Akıp Gidiverdi..

Bursada Zaman..’ deyince nicelerinin aklına hemen Ahmed Hamdi Tanpınar’ın şiiri geliverir.. Şiir özetlemesi doğru olmasa da, özetleyelim..

BURSA’DA ZAMAN..

Bursa'da bir eski cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdıyan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

(...) Ovanın yeşili göğün mavisi

Ve mimarîlerin en ilâhisi. (…)

Su sesi ve kanat şakırtılarından

Billûr bir âvize Bursa'da zaman. (…)’

Evet, Bursa, biraz da böyle bir mekândır. Ve kökleri mâzide olan âtimizin, geleceğimizin en çarpıcı unsurlarını koynunda taşıyan bir şehir.. 

*

Ama, bir yürek burkulmasını da bu vesileyle dile getirmeliyim..Böylesine ince, iç-musıkîsi zâhirinden daha bir derin olan bir şiiri ve daha bir çok eserleri ve onlardan bize güzel ruh tahillerini bırakmış olan Tanpınar gibi bir ismin, ömrünün son döneminde, siyasî konuda çok anlaşılmaz bir kin girdabına kendisini kaptırması ve Adnan Menderes ve arkadaşlarının idâm kararı karşısında, ‘Onları bir kez değil, yüzlerce kez asmak gerekir..’ gibi çılgın bir düşmanlık sergilemesi  anlaşılır değildi. (Tıpkı şimdilerde bir şeyh bozuntusunun, resmî ideolojinin iddia ve yalanlarını esas alarak, İskilibli Âtıf Efendi’nin bir kez idâmına bile râzı olmayıp; ‘Ben olsaydım, onu yüzlerce kez idâm ederdim..’ deyişi gibi bir seviyesizlik..)

Bunu, böylesi siyasî hırsların, bazan mâkul ve hassas sayılan kimseleri bile nasıl olumsuz şekilde kuşattığına bir ibret levhası olarak zikretmekle yetinelim.

*

1 Nisan günü Ankara’dan otobüsle Bursa’ya geçtim.. Çünkü, o akşam, Bursa B. Şehir Belediyesi’nin Kültür Md.lüğü’nün proğramları çerçevesinde bir sohbete katılmam gerekiyordu, İbrahim Paşa Kültür Merkezi’nde..

Sözkonusu kültür merkezinin yeri tarif edilirken, ‘Heykel’e yakın.. Kız Lisesi’nin yakınında..’ gibi tarifler verilmişti..

Bu mekana gittiğimde buranın bir hamam olduğunu görüyorum.. Evet, bildiğimiz klasik hamam hendesesine aid çizgileri taşıyan bir geometrik yapı..

Ama, restore edilmiş, eski bir mekan..

37-38 senelik bir ayrılıktan sonra, tekrar karşılaştığım kadîm dost ve bir çok eserler vererek etrafına bir şeyler ikram eden Metin Önal Menguşoğlu’yla ve ülkeden çok uzun süre çok uzak kalmam yüzünden san’atına, kalb çarpıntılarına âşina olmaktan mahrum kaldığım şair-öğretmen Cevad Akkanat ve tarihçi Selamî Saygın ve diğer arkadaşlarla karşılaşmanın hazzını yaşarken; Metin, bu eski hamanın, kültür merkezi haline dönüştürülüş hikayesini anlatıyor. Sevindirici bir süreç.. Üstelik, sadece Bursa’da değil, ülke çapında..

Böyle birçok tarihî mekan ki, çoğu mezbelelik haline dönüşmüş; oralarda uyuşturu mübtelâlarının ve diğer karanlık- kirli işlerin odağı haline gelmiş olanların herbirisi de temizlenmiş, gaayet güzel restore edilip, kültür merkezleri  haline getirilmiş ve çeşitli vakıf veya sosyal hizmet sunan derneklerin hizmetine tahsis edilmiş..

Bursa B. Şehir Belediyesi’nin başkanı Receb Altepe’nin başarılı çalışmalar yaptığı genelde hemen her yerde dillendiriliyor. Bu vesileyle, sadece bu tarihî mekanları kurtardığı için bile, teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

*

Ama, Bursa’nın tabiî dokusunun tarihî dokusu kadar özenle korunduğunu söylemek herhalde mümkün olmasa gerek..

Uludağ’ın yamaçlarına doğru tırmanan ve boğucu bir şekilde içiçe geçmiş beton yığınları arasında hemen hiç bir yeşil alan bırakılmayışı, iskana gelişi güzel açılmış yerler, bütün şehirlerde olduğu gibi, Bursa’da da temel mes’ele..

Bir de şehrin müthiş artan nüfusu ve sanayiinin mıntıkalarının şehrin içinde kalmış olmasının getirdiği olumsuzluklar..

*

Sözkonusu mekanda 1 saatlik bir konuşma süresi proğramlanmıştı. Yarım saat kadar da dinleyici sorularına ayrılmıştı.

Ama o kadar pür-dikkat dinleyen bir dinleyici kitlesi ile karşılaştım ki, saati filan unutmuş ve iki saatin de aşıldığını sonra farketmiştim.. 1 saat kadar da sorulara ve çay faslına ayrılan zaman dilimindeki sohbetler..

*

Konu, ‘Güncelden Geleceğe,  zaman tünelinde bir gezinti’  olarak duyurulmuştu..

Ama, güncel neydi?

Zamanı, ‘mâzi (geçmiş), şimdiki zaman ve gelecek’ şeklindeki üç boyutuyla anlamadan ‘güncel’i nasıl yakalayabilir ve geçmişle bağlantılar kurulmadan geleceğe nasıl bakılabilirdi.

Bu bakımdan, ‘bir kimsenin yaşadığı çağı anlayabilmesi için an az, son 300 yılı bilmesi lâzım..’ şeklindeki değerlendirmelerden de hareketle, zaman tünelindeki gezintiye, 1699’da imzalanan Karlofça Andlaşması’yla başlamak gerekli görülmüştü. Çünkü, Karlofça, bir sulh andlaşması sadece, toprak kaybedilen değil, düşmanın üstünlüğü resmen de kabul edilen bir acı nokta idi.

Ve sonrası, dünyayı, yaşanılan çağı okuyamayan uzun tarih dönemlerimiz..

İngilizlerin ünlü tarihçi-filozofu Arnold Toynbee’nin, Karlofça Andlaşması’nı, Osmanlı’nın boynuna kemend geçirilmesi olarak niteleyişi ve bu bedenin onca  zaaflarına rağmen, o kemendin tam olarak sıkılması için 200 yıldan fazla bir zamana ihtiyaç duyulduğunu hatırlatması.. Yanlış mı söylüyor?  Ve bugün, müslüman coğrafyaları, hâlâ da, o kemendin hükmünü icra etmesinin acılarını yaşıyor ve emperyalist güçler, onbinlerce km. uzaklardan gelip diledikleri yeri bombardıman ediyorlar.

Hep şanlı tarih hikayeleriyle kendimizi avutmaya gerek yok.. Şanlı olduğu kadar kanlı ve de gaflet içinde geçen uzuuuun zaman dilimleri..

Düşünelim ki, İngiltere buhar gücünü 1750’lerde keşfedip, lokomotifi yaparken.. Bizim buhar gücünü ve termo-dinamik kanunlarını kavrayışımız ancak 1890’larda, 2. Abdulhamîd’in özel dikkat ve çabalarıyla olabiliyor.

Ki, M. Âkif’, o dönemdeki durumu Safahât’ında en çarpıcı şekilde anlatır..

Ve 1908’de  Meşrutiyet ve Kaanûn-i Esâsî’nin 30 küsur yıl sonra (tekrar) ilanı..

Eski ing. elçisi Lord Nicholson’un, Rıza Tevfik’e, ‘Biz size, Kaanûn-i Esasi’yi ilan edesiniz diye değil, Hılafet’i kaldırasınız diye yardım etmiştik..’ deyişi..

Ünlü ‘feylesof’ Rıza Tevfik, hayret eder, bu ilgiye.. Lord’un cevabı ilginçtir:

Rıza Tevfik, biz Malaya (Malezya)’dan, Hindistan ve Afrika içlerine kadar yüzmilyonlarca insanı itaat altına almak için her yıl yüzmilyarlarca ingiliz lirası harcayarak başaramadığımızı, sizin ‘Halife’niz, oluşturduğu bir hey’etle o coğrafyalara bir Selâm-ı şahâne, bir de Hâfız Osman hattıyla yazılmış bir Kur’an göndermekle sağlıyor ve o yüzmilonları itaat altına alıyor.. Biz işte bu gücün kırılmasını istiyoruz..’

Daha sonra gelen Birinci Dünya Savaşı, 100 yıl önce bu günlerde, çok ağır bedeller ödenerek kapanırken, nice devletler yenildi, zararlara uğradılar. Hattâ, zafer kazananlar bile.. Ama, Osmanlı, bütünüyle buharlaştı ve müslümanların birliğini sağlayan önemli bir kurum olan Hılafet dinamitlendi; ortaya onlarca devlet çıkarıldı, herbirisinin başına da, kalbini ve beynini emperyalizmin ölçülerine ayarlamış kişi veya kadrolar getirildi. Ama, bu onlarca devletçik ve  rejimin herbirisi, kendisini en bağımsız ve diğerlerini kukla diye aşağılayarak, ve de, en doğrunun sadece kendi iradesi ya da kendisine dayatılan irade olduğu ve kendi bayrağının, ordusunun, sınırlarının kutsallığı iddialarıyla, diğerleriyle gizli veya açık savaş halinde..

Daha ne anlatayım..

Zaman Tüneli’nde güncelden geleceğe’ derken, tarihin dünde kalmış bir hikayeler deposu olmadığını, belki, yarınlarda da olduğunu anlatmak isterken, böyle bir yürek sancısıyla, Bursa’da Zaman da üç saate yakın bir dertleşmeyle erimiş-gitmiş.. Sorumlusu sadece ben değilim, dikkatle dinleyenler de sorumlu..

diriliş postası

Bu yazı toplam 876 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar