Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bu Önemli Tartışma, ‘Özgül Ağırlık’ İddiasıyla Atlatılamaz

Önce, AK Parti’nin Kızılcahamam’da yıllardır yaptığı istişare toplantılarından bir sonuncusu yapıldı, geçtiğimiz hafta, 2-3 Kasım günlerinde..

Bu toplantının basına-medyaya açık bölümü var, kapalı bölümü var..

Kapalı bölümünde her şey konuşulmuş olabilir, tabiatiyle.. Bir takım tasavvurlar, temenniler, eleştiriler, istekler, vs. ama, bunların dışarıya sızdırılması, problem oluşturur.

Nitekim oluşturdu da..

Çünkü, Zaman gazetesi bir satır aralarında küçük bir haber olarak, Tayyîb Erdoğan’ın, Kızılcahamam Toplantısı’nda yaptığını ileri sürdüğü bir kısım görüşleri kamuoyuna duyurdu.

Bu iddiaya göre, toplantıda, kızlı-erkekli öğrenci yurtlarına veya öğrenci evlerine müsaade edilemiyeceği sözkonusu olmuştu.

AK Parti’nin önde gelen bazı isimleri böyle bir konuşma geçmediğini söylediler ve sözkonusu gazetenin haberini yalanladılar.

Medyada da, Zaman’ı asparagas haber yazmakla suçlayanlar oldu.. Zaman’ın, Tayyîb Erdoğan’a yönelik tavrının ‘gel-git’ler halinde sık sık değiştiğini bilenler, bu açıklama da da bir tuzağa düşürme kokusu aradılar, belki..

Bu açıklamalar üzerine, Hükûmet Sözcüsü Bülend Arınç da, o toplantıda, iddia edildiği gibi görüşlerin konuşulmadığı açıklamasını yaptı. Arınç’ın o gazeteyi himaye eden kişi veya cemaatle olan ilişkisini hatırlayanlar, konuya daha bir farklı yaklaştılar.

Yine de, konu kapanacak gibiydi ki..

5 Kasım Salı günü, Tayyîb Erdoğan, partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı haftalık konuşmasında, ‘Ben karakteri itibarı ile farklı bir siyasetçiyim. Bir yerde konuştuğumu inkar etmem..’ deyip, medyada tartışılan konuların gerçeğini ifade açıklayıverdi ve siyasî sahne bir anda alabora oldu.

Erdoğan, -özetle- şunları söylüyordu:

'Biz kızların erkeklerin devletin yurtlarında karışık olarak kalmasına müsaade etmedik, etmiyoruz.

Biz buna kesin olarak müdahil olduk. Kız yurtları ile erkek yurtlarının ayrıştırması noktasında çalışmalarımız sürüyor. Bunda da yüzde 70 oranında da gerçekleştirdik.

Bazı yerlerde yurtlar noktasında eksiklik olduğu için öğrencilerimiz evlerde kalıyor.

Buralardan güvenlik güçlerimize gelen istihbarî bilgiler var. Bu istihbarî bilgilerden hareketle de valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar. Neden bundan rahatsız oluyorsunuz?

Bazı köşe yazarları yazıp çizecekler diye bu ihbarları bir kenara atamayız.

Valiliklerimiz de Emniyet teşkilatımız da bu tür ihbarları değerlendirir ve üzerine gider.

Peki, bu şikayetler nerelerden geliyor. Aynı apartmandaki komşulardan.. Çünkü bu karmakarışık ortamlarda her türlü şey olabiliyor. Ondan sonra anneler babalar feryat ediyor 'devlet nerede?' diye. Devletin burada olduğunu anlatmak için bu adımlar atılmaktadır ve atılacaktır.

Bunlara da kusura bakmasınlar, muhafazakar-demokrat bir iktidar olarak müdahil olmak durumundayız. Kimse bunu özel hayata müdahale olarak yorumlanmasın.

Ha, yorumlayanlar varsa buyursunlar yorumlasınlar. Ama biz mânen böyle bir sorumluluğun altına giremeyiz.

Bulunduğum makam ve değerler buna asla müsade etmez. Çünkü ben bir Başbakan olarak Anadolu topraklarını bilen bu ülkede yaşayan anne-babaların kahir ekseriyetinin bu tür işlere asla müsaade etmeyeceğini bilen bir insanım.’

*

Erdoğan’ın sözleri bu kadar netti.. Daha önce yazılanlarda bazı farklılıklar olabilirdi, ama, sözün asıl sahibi bunları söylediğine göre, artık inkar edilecek ber taraf yoktu..

Tabiatiyle, bu durumdan en büyük yarayı da Bülend Arınç alıyordu. Çünkü, o, toplantıda, böyle bir konunun görüşülmediğini söylemişti.

Ya, o konuşmanın geçtiği sırada Bülend Bey orada değildi; (ki, öyle idiyse, o zaman da, bu açıklamayı yaparken, bu noktayı açıklığa kavuşturmalıydı), ya da, bu sözlerin sıkıntı meydana getireceğini düşünerek öyle bir te’vil yolunu seçmişti.. Ki, Bülend Bey’in açıklamasında bu niyetle hareket ettiğini anlatan ifadeler mevcud..

Hele de siyasetçiler, her söz ve davranışlarının, muhalif ve muarızlarınca didik- didik edileceğini gözönünde daha bir bulundurmaları gerekir. Tayyîb Erdoğan, dışarıya sızan konuşmaların gerçeğini açıklamakla siyaseten de doğru yapmıştır..

Bülend Bey ise, açığa düşmüştü ve bu durum, tabiatiyle, başta muhaliflerince ve de mâlûm medya tarafından tahrik edilecek şekilde kullanılmıştı.

Bunun üzerine, Bülend Bey, üstelik de yurt dışında bulunduğu sırada, Belgrad’da patladı ve TRT’nin yetkili bir elemanı olan Nasuhî Güngör’e yaptığı açıklamada, kırgınlığını ortaya koydu.

Arınç’ın, bu kırgınlığını yansıtan ve iç boşalması ânında kullandığı, özellikle, ‘Ben, sadece bakan değilim, özgül ağırlığım var.. Çok şeyi temsil ediyorum, benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lâzım..’ şeklindeki ifadeler onun hakkında başkalarınca ifade edilse bile, kendisi tarafından, kendisi hakkında dile getirilmemesi gereken ve kendisini hafif düşüren beyanlardır, önce bu nokta görülmelidir.

Kişi, kendi kendisinin ‘özgül ağırlığı’ndan nasıl söz edebilir? Bir kalb adamı için böyle bir ifadenin ne kadar ağır olacağını bizzat Bülend Bey de bilir, ama, demek ki siyaset söyletiyor. Hatırlanmalı ki, AK Parti’nin 4 aslî kurucusundan birisi sayılan A. Latif Şener de, D. Baykal ve emsali kişi ve laik çevrelerin kendisini alkışlayan sözleri ve hattâ cumhurbaşkanlığına aday gösterilse destekleyecekleri gibi sözlerle, kendisinde bir ayrı ‘özgül ağırlık’ hissetmişti, ‘27 Nisan 2007 Muhtırası’ öncesindeki gelişmeler içinde.. (Bu hususlar, onun kendi kaleminden çıkan hatıra kitabından da okunabilir..) ifadeleri Ama, bütün o ağırlık iddialarının yerinde şimdi yeller eser. Bülend Bey de, kendisiyle ilgili o sözleriyle elindeki billûr vazoyu kendisi parçalamıştır.

Misk’in kalitesini, attârın reklamı değil, kendi kokusu söyler..

Arınç, Belgrad’da TRT Türk’e yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

‘(...)Benim saçlarımı beyazlatan, belimi büken ne biliyor musunuz? Başbakan'ı 24 saat takip ederim ben. Onun da böyle bir görevi olmalı, Hükûmet Sözcüsü’nü açmaza düşürmemektir. Buradaki konuşmasıyla biz eleştirilerin odağında olduk. Ben itibarımın, kişiliğimin yıpratılmasını istemem. Birilerinin kum torbası haline getirilmek istemem. Başbakanımıza dost, kardeş olarak seslenmek isterim, ikimizin sözleri arasındaki çelişkiyi düzeltmesi kendisinden beklenir. Birlikteliğimizin bazen zor günler geçirdiğini biliyorum, bazen münakaşa ettiğimiz oluyor. Biz dâvâ arkadaşıyız. Kader birliği yapıyoruz. Benim Hükümet’teki sorumluluğum sadece bakan olduğum anlamına gelmez. Ben sadece bakan değilim. Benim aynı zamanda özgül ağırlığım var. Bu özgül ağırlığım başkalarından farklıdır. Ben bir yerde bulunuyorsam sadece bir makam işgal eden bakan değilim. Ben partinin görüşlerini düşüncelerini, geçmişini, bugününü ve geleceğini temsil eden bir insanım. Herkes beni böyle değerlendiriyor. Meclis Başkanlığı yapmışım, demokrasi ve özgürlükler konusunda kendimi, ailemi siper etmişim. Gençliğimi, aşkımı, hayatımı bu yolda vermişim. Ben sadece bir bakan değilim. Kırmızı plaka meraklısı, koltuğa oturduğunda her şey bitti diyen bir insan değilim. Ben çok şeyi temsil ediyorum. Herkesin buna böyle baktığı bir noktada benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lâzım.

Sayın Başbakan buna dikkat eder. Bu en azından kul hakkıdır. Kul hakkı noktasında onun ne kadar dirayetli olduğuna ben inanırım. Onun özel hayatında bunu ne kadar önemsediğini ben hatırlarım. Ama, hepimiz hata yapabiliyoruz. Ne duymuşsam onu dışarıda söyledim. Duymadıklarımdan sorumlu değilim. Duyduklarım ve bildiklerim, dışarıda ne söylediysem odur. Bundan dolayı üzülmüyorum, eksiklik hissetmiyorum, yanlış yaptığımı da düşünmüyorum. Ben açıklama yaparken Hükûmet Sözcüsü olarak, birincisi, hükümetimi düşünmek zorundayım, söylediklerim hükümetimi zor durumda bırakmamalı, işin sivil boyutu, güvenlik, siyaset boyutu var. Onları ambalaj haline getirmeliyim ki, hükümetim bundan bir yara almamalı. İkincisi, Başbakanımı korumak zorundayım.
Ben itibarımın, kişiliğimin yıpranmasını; böyle basit bir olaydan dolayı beni kum torbasına çevirecek insanlara malzeme vermek istemem. Sayın Başbakanımıza buradan bir dost, bir arkadaş, onun bir kardeşi olarak seslenmek isterim ki Hükûmet Sözcüsü olarak açıklamamla kendisinin Başbakan olarak konuşması arasında apaçık bir çelişki vardır. Bu çelişkinin sorumlusu ben değilim. Bu çelişkiyi en güzel şekliyle izah etmesi, dün, bugün ve yarın kendisinden beklenir. Duyduğumu gördüğümü bildiğimi ambalaj haline getirerek açıkladım.

(…) Biz de evlat babasıyız, bir yaşantımız var. Toplumun da bir değerleri var. Bu değerlere uygun ne yaparsak ne konuşursak toplum bunu destekler; ama, bir de hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde bu söylediklerimizi ne kadar yapabiliriz? (…) Her şeyin kabahat ve suç olmayabileceğini, ama toplumun değer yargıları, gelenekleri, örf ve adetleri içerisinde yanlış görünen unsurlar da olabilir. Başbakanımızın, çocuklarımızın üzerine titrerken söylemek istedikleri bence bu. Ama bunlar için yasal düzenleme yaparız, gerekirse yaparız demesi arkasından bir valimizin (Adana Valisi’nin) de hemen üzerine atlayıvermesi, durumdan vazife çıkarması bence çok doğru şeyler değil..’

*

Evet, Bülend Bey bunları söylüyor. Bülend Bey’in içli, duygulu, bir karakterinin olduğu genelde bilinir. Ama, bu açıklamasında getirdiği gerekçeler ne kadar geçerli?

Hükûmet’i ve hattâ Başbakan’ı korumanın kendi vazifesi olduğunu açıklarken, Tayyîb Bey’in söylediği bir sözü yok göstermenin doğru olup olmayacağını da düşünmeli değil miydi?

Ya, bu açıklamaların gerçek olmadığı, Tayyîb Erdoğan’ın o sözleri söylediği ve sonra da inkâr ettiği, Bülend Bey’in o yalanlamasıyla reddedilemiyecek netlikte ve başkalarınca ortaya konulsaydı, o zaman ne olurdu; Bülend Bey bunu da düşündü mü ve düşünüyor mu acaba?

Bu tartışmaların yapıldığı sırada, Finlandiya, İsveç ve Polonya’da resmî gezilerde bulunan Erdoğan ise, Ben açıklanacak herşeyi söyledim. Bu tür konuları bir ya da iki defa konuşulur.. Açıklamalarımı farklı yerlere çekmenin de bir anlamı yok. Konuyu fuhuşa, zinaya, evlere paldır-küldür girmeye kadar getirdiler. Ailelerin şikayetleri üzerine bir açıklama yaptık, konuyu nerelere getirdiler.’ diyerek, muhalefetin konuya yaklaşımına değindikten sonra, Arınç’ın sözleriyle ilgili bir soruya ise, Varşova’da yaptığı açıklama ile karşılık veriyor ve Benim bir arkadaşım veya Hükümet Sözcüm bir şey söylemiş, bu konuyu görüşeceğim mahal burası değil, sizler değilsiniz. Kendi aramızda görüşürüz. Bir sıkıntı varsa aramızda görüşürüz. Partinin genel başkanı ve hükümetin başbakanı benim.. Varsa herhangi bir sıkıntı kendi aramızda görüşürüz. TV ile medya aracılığı ile yapmam.’ diyordu.

Kemalist-laik cenah, günlerdir bu konuda Tayyîb’e veryansın ederken..

Kılıçdaroğlu ise, 8 Kasım günü Samanyolu tv.’de bu konuda yaptığı açıklamada, ‘Sayın Arınç, belki hayatında hiç düşmediği bir açmazla karşı karşıya. Sayın Başbakan, Arınç’ı tümüyle feda etti ve haberin asparagas olmadığını açıkça ortaya koydu. Sayın Arınç’ın toplum vicdanını rahatsız eden olaylarda net tavır takındığını biliyoruz. AK Parti içinde hayatı sağlıklı sorgulayan, vicdanlı kişilerden biridir, diyebilirim.’ şeklindeki sözlerinin kendisine bir artı puan kazandırmayacağını herhalde bizzat Bülend Bey de bilir.

Bu arada, hemen belirtilmeli ki, konuyu günlerdir, en uç ve uçuk yorumlarla toplumu tahrik etmeye çalışan Kılıçdaroğlu’nun sözkonusu ’cemaat’ ekranından, muhafazakâr kitlelere ise, Tayyîb Erdoğan gibi konuşup, ’kızlı-erkekli yurtlara ve evlere karşı biz de karşıyız.. Biz bu ülkenin değerlerine, insanlarına saygılıyız, gençlerine sahib çıkıyoruz’ mesajı vermesi, ilginçtir.

"Öğrenci evi" tartışmaları hakkında konuşan Kılıçdaroğlu ‘Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmalarını destekliyor diyorlar, biz niye böyle bir şeyi destekleyelim? (Erdoğan) Burada da bir tuzak hazırladı. Sözde kendisine göre, CHP kız ve erkek öğrencilerin aynı evlerde kalmalarını destekliyor. Niye destekleyelim?. Kız öğrenciler kendi evlerinde kalıyorlar. Erkek öğrenciler bir araya geliyorlar kendi evlerinde kalıyorlar. Soru, bu çocukları niye bu evlere mahkum ediyoruz biz?" diyordu, sûret-i hakk’tan gözükmeye çalışarak.. Halbuki, Erdoğan’ın açıklamaları üzerine, yandaşı olan medyada günlerce yazılıp söylenenler bir yana, bizzat da, ’Bu yaptığın dikizciliktir.. Öğrencilerin evlerini dikizleyeceksin..’ diyor ve laik cenahta ise, ’erkek ve kız öğrencilerin bir arada yaşamasından niye korkulur ki?’ gibi tuhaf yazılar yazılıyor, pankartlar açılıyor, komik iddialar dile getiriliyordu. Halbuki, halkın (Tayyîb Erdoğan’a muhalif ve hattâ düşman olanlar da dahil) neredeyse yüzde 90’ından fazlası, oğullarının- kızlarının, üniversite ve dershane ve diğer umumî yerler dışında, hele de aynı evlerde kalmasının kabul edilemezliğini belirtiyorlar ve bu konuda Erdoğan gibi düşünüyorlardı.. Büyük şehirlerin, halkın her türlü ahlâkî ölçülerinden kopmuş, kendilerini kemalist-laik-çağdaş gibi sıfatlarla niteleyen bir avuççuk kesimleri hariç..

*

Ve bu arada, kendi içimizden bazılarına da, bir derin teessüf..

Bu vesileyle, bir hayal kırıklığımı da belirtmeliyim.. Müslüman halkın direniş mücadelelerinde yıllarca ön saflarda aktif olarak bulunmuş bazı erkek veya hanım bazı müslüman isimlerin, şu öğrenci yurtları ve evleri konusundaki tartışmalar sırasında, laik medyayı bile şaşırtan açıklamalar yapıp, müslüman halkın büyük ekseriyetinin ve inancımızın temel ölçülerinin dışında olduğuunu düşündüğüm tuhaf ’çağdaş’ görüşler dile getirmeleri, gerçekten de şaşırtıcıdır. Laik medyanın onları pohpohlaması, günlerdir ön plana çıkarmaya çalışmaları ve onların da bu durumdan mest olmuşcasına, daha bir akıl almaz laflar etmeleri karşısında söyleyecek söz bulamıyorum..

Genç kız ve erkeklerin, evlilik dışında, aynı evlerde birlikte kalmasına tarafdar olmanın mantığını anlamakta, sanırım, sokaktaki sıradan insanlar bile zorlanacaklardır. Bu gibi açıklamaları yapanlar kendilerine yazık etmişlerdir. Onların bir kısmını da Taksim Hadiseleri sırasında, mahiyetini bilmedikleri, dibini görmedikleri kuyudan su içerken görmüştük.

Bu tiplerden bir müslüman hanım, (ki, iktidar partisinin kurucuları arasında bile yer almış olup, kendisini onyıllardır da tanırım), hattâ, camilerde, cinsî sapıkların bile, cemaat içinde, o sıfatlarını ortaya koyarak namaza katılmaları ve cemaatin onlara anlayış göstermesi gerektiği gibi korkunç ve hele de bir hanımın bu konuyu sözkonusu etmesi açısından bile tuhaf açıklamalar yapmıştır. Bu gibilerin sergilediği bu tuhaf tablodan dolayı, derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmekle yetiniyorum.

haksöz

Bu yazı toplam 1141 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar