Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bu Çağdaş Barbarlığı, ’Nazi’ler Bile Akledememişti, Herhalde..

Gazze’de sergilenen korkunç barbarlık üzerine söylenecek söz bulamıyorum.

Ve, Gazze’nin mazlum müslüman halkına değil; sionist yahudilere acıyorum.

Çünkü, düşmanın bile insanlıktan nasibi olanını, şerefli, haysiyetli, izzetli olanını ister insan olan..

Ve bunlar ise sûreten insan, ama, sîreten, rûhen birer canavar.. Ve gerçekten onların bu hallerine bakıp acımak gerekiyor..

Gazze halkı ise.. İnsanlık şeref ve haysiyetini yere düşürmemek için, zulme, zorbalığa teslim olmamak için, kula kul olmayı kabul etmemek için ve ’gerçek hürriyetin sadece Allah’a kulluk idrakinden uzak düşmemek olduğunu’ anlatmak için, son nefesini verinceye kadar direneceğini dünyaya göstermeye  çalışıyor; elinde doğru dürüst hiç bir gücü maddî olmadığı halde..

Ve en büyük güç ve silahı, insanlığı terketmemek idrakinde bilerek..

Böyle bir halkın üzerine, modern teknolojinin bütün imkanlarıyla yapılan saldırının barbarlığını anlatmak için nasıl bir kelime bulmalı?

Sionistlerin sûreten insan görünümünde oldukları halde, insanlıktan zerre kadar nasibi olmayışları dolayısiyle onlara gerçekten de acıyalım.

Gazze’deki savaştan söz ediliyor.

Biraz mâkul olmak isteyenler ise, en azından ’tek taraflı bir savaş’tan söz ediyor.

Hayır, bu savaş değil.. Düpedüz haydutluk.. Ama, uluslararası hukuk adına, işlenen bir haydutluk.. Ve uluslararası hukuk havarisi geçinen -başta B. Amerika olmak üzere-, bütün emperyalist güçlerin tam desteğiyle ve alkışlarıyla..

Çünkü, karşı tarafta bir ordu yok, savaşçı güç yok.. Savunmasız, ordusuz, devletsiz bir halk var.. Sadece 300 km.²  kadarcık bir alanda sıkışmış iki milyonu aşkın bir insan kitlesi, su kaynakları ve tesisatı elektrik, yol gibi bütün temel alt yapıları, sionist İsrail rejimince tahrib edilmiş, aç, bi-ilaç vaziyette, direnişini sürdürüyor.

Gerekçe de, ’İsrail’in kendini savunma hakkının olduğu’ lafı..

Bu, emperyalizmin bu konuda, 70 yıla yakın zamandır sergilediği cinayetlerine bakıldığında, şu manaya gelmektedir: ’Sadece İsrail’in savunma hakkı hakkı vardır, diğerlerinin öyle bir hakkı sözkonusu değildir.. Onlar İsrail’in varlığına fedâ edilmelidirler.’

*

Böylesine, hiç bir insanî- ahlâkî kaygu tanımayan ve taşımayan bir haydutluğa rağmen.. Sionist rejimin başbakanı, sivil halk kesimleri üzerine saldırttığı ordusunu, ’dünyanın en ahlâklı ordusu..’  olarak niteleyebiliyor.

Ve sokaktaki gençlerinin sırtındaki gömleklerin üzerinde ise, tesettürlü bir hamile hanım resmedilmiş..

Hedef tahtasında..

Altında ibranice bir yazı: ’Bir atış, iki ölüm..’

Yani, kadınları bile öldürmek için yapılan bir soyal çağrı..

Ne kadar da ahlâkî, değil mi?

*

Knesset’de, İsrail rejimi parlamentosunda m.vekili olan bir kadın, Ayelet Shaked ise, ’sadece erkeklerin değil, Filistinli kadınların da öldürülmesi gerektiğini’ açıkça dünyaya haykırıyor. Çünkü, onlar hayatta olduğu müddetçe, daha yeni düşmanlar çıkacak karşılarına.. Ve üstelik, sıradan insanlar değil, insanlık şeref ve haysiyetini korumak için nasıl direnilmesi gerektiğini öğreten bu analar eliyle yetiştirilmiş yeni nesiller..

Bu sionist kadın siyasetçi, "Hepsi bizim düşmanımız ve onların kanı bizim elimizde olmalı. Bu sözüm, öldürülen teröristlerin anneleri için de geçerli. Annelerin oğullarının peşinden gitmeleri yerinde olur. Ölmeliler ve evleri yıkılmalı ki bir daha terörist yetiştiremesinler.." diyor.

Evet, bir kadın mı, bir şeytan mı, ne derseniz deyiniz..

*

Hele bilim adamı olarak nitelenen bir canavar ruhlu insan var ki, nasıl bir alçak olduğunu ortaya koydu.

Sionist Haaretz gazetesinin yazdığına göre, 1 Temmuz ’da yapıldığı anlaşılan ve dünya medyasına 21Temmuz günü yansıyan bu habere göre, sionist İsrail rejiminin emrindeki bir radyo programına katılan Bar-Ilan Üni. akademisyenlerinden Dr. Mordechai Kedar, 'terörist’ dediği Filistinli savaşçıları ’caydıracak, savaştan alıkoyacak  tek şeyin onların “anneleri veya kızlarının tecavüze uğrayacaklarını bilmeleri olduğunu” söylemiş.. Program sunucusu, bu sözleri kabullenmekte zorlanmış olmalı ki, ’Biz elbette böyle şeyler yapamayız..’ demiş. Bunun üzerine, o alçak akademisyen, tezini savunmakta direnmiş ve ’Ben gerçekler hakkında konuşuyorum. Bir intihar bombacısını caydıracak tek şey, eğer bu eylemi gerçekleştirirse kız kardeşine tecavüz edileceğini bilmesi olacaktır.  O ’terörist’ yalnızca annesinin veya kızkardeşinin kız kardeşinin onurunu korumak derdine düşerek evine döner. Bu bir tedbirdir..’ diyecek kadar şeytanca fikirler üreterek sürdürmüş sözlerini..

Bu alçaklık karşısında, ’Tahsil cehaleti giderir, eşşeklik bâqi kalır..’  sözü bile  yetersiz kalıyor..

*

Dünya medyasına 23 Temmuz günü yansıyan bir diğer haberde ise, Batı Şeria'da 'Kiryat Arba' isimli Yahudi yerleşkesinde yaşayan Haham Dov Lior, İsrail ordusuna gönderdiği mesajında, 'Keşke bütün Filistinlileri öldürseler. Gazze'yi tamamıyla yok etseler.' ifadelerini kullanmış ve İsrail ordusunun yaptığı katliamların, Tevrat'taki 'savaş' kavramına uygun cereyan ettiğine dikkati çekerek, 'Tevrat bize, savaşlarda nasıl muamele edeceğimizi öğretiyor' demiş..

Lior, sionist haber portallarına verdiği röportajda da, (İzzeddin) Qassam Tugayları'nın Gazze halkı içinden çıktığını hatırlatarak, 'Bu askerler Gazze halkının içinden çıkmışsa, bütün Gazze bizim için düşmandır. Her birisini öldürmeliyiz, HAMAS ile savaş halinde olduğumuz için Gazze halkının elektriğini kesmek, onlara her türlü zulüm ve baskı uygulamak mübahtır, onlar bunu hakediyor' şeklinde konuşmuş..

Haham Lior, sözlerini, 'İsrail Savunma Bakanı, orduya emretmeli. Gazze'nin yerle bir edilmesi şart. Çünkü eğer bu halk yok edilmezse ordumuzun Qassam Tugayları konusundaki şikayetleri bitmeyecek.'  diye sürdürmüş.

*

Evet, Gazze ve Filistin halkını böylesine alçak ve öylesine insanlıktan hiç bir nasibi olmayan, paranoiac’laşmış bir  bir yöneticiler taifesi yönetiyor ve yönlendiriyor.

Gazze’nin tek dünyaya açılabildiği tek çıkış kapısı durumunda olan Mısır’ın Refah sınır kapısını ise, darbeci general A. Fettah es’Sisî’nin başında olduğu Mısır rejimi sımsıkı kapatıyor ve Mısır medyası ise, HAMAS’ı ve direnen Gazze halkını ağır şekilde suçlayan yayınlar yapıyor.

Birleşmiş Millet Teşkilatı Güvenlik Konseyi  ise, konuyu görüşmek üzere yaptığı toplantıdan sonraki açıklamasını‚ ’İsrail’in savunma hakkının olduğu’  vurgulamasını yaparak başlatıyor. Amerikan emperyalizmi ise, o toplantı henüz başlamadan, ’İsrail’i suçlayan herhangi bir karar tasarısının oylamaya konulması halinde bunu veto edeceklerini’ daha baştan kesin bir dille açıklıyor.. Bunun üzerine, Cenevre’deki BM. İnsan Hakları Konseyi -her ne kadar kararlarının yaptırım gücü olmasa da-,  konuyu ele almaya teşebbüs ediyor, İsrail rejiminin Filistin’de insan halklarını ihlal ettiğini  araştırmak üzere, bir komisyon kurulması konusunda alınan karar Amerikan emperyalizmini daha bir hışımlandırıyordu.  Sözkonusu karar üzerine, 17 Avrupa ülkesi çekimser kalıyor, B, Amerika,  tek başına karşı çıkıyordu.. O zaman da  USA Dışbakanlığı Sözcüsü  Marie Harf, 23 Temmuz günü, bu duruma tepkisini gösteriyor ve, İnsan Hakları Konseyi’nin  özel oturumuna güçlü şekilde karşı çıkıyoruz ve çıkan kararı, Konsey'de önyargılı İsrail karşıtı eylemler serisinin son örneği olarak görüyoruz. Bu tür bir mekanizmanın oluşturulmasının karşısında yer alıyoruz, çünkü bu tek taraflı. Burada kimse Hamas’ın roketlerine bakmıyor. Hiçkimse, İsrail’in dışında burada başka bir şeye bakmayı önermedi, tekrarlıyorum; tek taraflı olduğu için karara karşı çıkıyoruz. Daha önce de defalarca tekrarladığımız gibi, şunu açık açık söylüyoruz; uluslararası camiada yalnız kalsak da İsrail’i savunacağız. Bunu bugün de gördünüz’  diyor;  böylece Amerikan emperyalizminin sionist İsrail konusunda hiç de ’tek taraflı’ davranmadığını (!?) ortaya koyuyordu.

’Böyle gecenin hayr umulur mu, sabahından?’

*

Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde doktorluk yapan, 67 yaşındaki Norveçli cerrah Dr. Mads Frederick Gilbert’in  B. Amerika Başkanı Barack Obama’ya hitaben yayınladığı açık mektubu, bu arada insanî vicdanî olanların tesbitleri ve  Gazze Trajedisi’ni bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Bu mektubunda Dr. Gilbert şöyle diyordu -özetle-:.  ’…Geçen gece inanılmaz şeyler oldu. Gazze’ye yapılan kara harekatı her yaştan çok sayıda masum, sivil Filistinlinin sakatlanması, parçalara ayrılması, kanlar içinde titreyerek ölmesi gibi her türlü zarara sebep oldu. Ambulanslardaki kahramanlar ve Gazze’nin hastanelerindeki bütün çalışanlar 12 ila 24 saat arasında çalışıyorlar. Yorgunluktan ve insanî olmayan çalışma şartlarından dolayı tükenmiş durumdalar (Dört aydır maaşları ödenmiyor). İnsanları önemsiyorlar, âcil durumda olanlara öncelik vermeye ve akıl almaz beden karmaşasını, boyutları, uzuvları, insanların yürüyebilip yürüyemediklerini, kanamaları olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. İNSANLARIN!

“Dünyanın en ahlâklı ordusu” tarafından bir kere daha hayvan gibi muamele görüyorlar. (Aynen öyle!)

Acı, ızdırap ve şok anındaki azimlerinden dolayı yaralılara duyduğum saygı sonsuz. Çalışanlar ve gönüllüleri çok takdir ediyorum. Bir anlık gördüğümde bile çığlık atmak, birini sıkıca tutmak, ağlamak, kanlar içindeki bir çocuğun saçlarını ve tenini koklamak, kendimizi sonu gelmeyen bir kucaklamadan uzak tutmaya çalışmak istesem de Filistinlilerin “metaneti” bana güç veriyor.  Bu sarılmadan uzak durmaya ne bizim ne de onların gücü yeter. Solgun yüzler, hayır! (…) Şifa’ya 24 saat içinde 100’den fazla vaka geldi. Bunun üstesinden ancak her şeyi olan bir hastane gelebilir; ama burada neredeyse hiçbir şeyimiz yok; elektrik, su, tek kullanımlık şeyler, ilaç, hattâ masa, âlet, monitör (hepsi sanki daha dün müzeden çıkarılmış gibi toz-pas içinde) hiçbir şey yok. Ama bu kahramanlar şikayet etmiyorlar. Savaşçılar gibi bununla başa çıkıyorlar, başları dik ve oldukça cesurlar. Bense bu mektubu size yatağımda yalnız, gözyaşları içinde yazıyorum. Ilık ama hiçbir işe yaramayan acı ve ızdırabın gözyaşları... Bu, olamaz!

Ve tam da şu anda İsrail savaş makinesinin orkestrası tüyler ürperten senfonisine yeniden başladı. (..) Çoğu Amerikan yapımı ve çoğunun paraları Amerika tarafından ödendi.

Mr.  Obama, sizin bir kalbiniz var mı?

Sizi bir gece, sadece bir geceliğine buraya Şifaâ Hastanesi’ne davet ediyorum. Belki bir temizlikçi kılığına girebilirsiniz. Yüzde yüz eminim ki, bu tarihi değiştirebilir.

Kalbi ve gücü olan hiç kimse Şifa’da bir gece geçirdikten sonra Filistinli insanların katledilmesine son vermek konusunda ikna olmadan buradan ayrılmaz. Ama kalbsiz ve merhametsiz olanlar Gazze’deki saldırı üzerinden planlar yaptılar.

Kan nehri önümüzdeki gece de akmaya devam edecek. Ölüm çanlarını çaldıklarını duyabiliyorum. Lütfen, ne yapabiliyorsanız yapın. Bu, böyle devam edemez.’

Norveç’li Dr. Gilbert, Associated Press'le yaptığı söyleşide de, ’İsrail'in kimyasal silahlar kullandığını da söylüyor ve  "Ameliyatın ortasındayken elektrikler giderse, ne yapıyorsunuz?’ sorusuna ise, ’Cep telefonlarının ekran ışığıyla ameliyat yaptıklarını’ ifade ediyordu.

Evet, düşündürücü, bir sessiz çığlık.. Çünkü, emperyalizmin medya ordusu bu feryadı duymadı, duyurmamak için elinden geleni yaptı..

Ancak belirtilmeli ki, bu korkunç barbarlık karşısında utanç duyan bazı yahudiler yine de yok değil.. Bazı yahudi seçkinleri var ki, bu yapılanların sionizmin bir çılgınlığı olduğunu, yahudilikle ilgisi olmadığını belirtebiliyorlar.

Yani, mes’ele yahudilikten kaynaklanmıyor. Kaldı ki, yahudiler iki bin yıl boyunca, devletsiz olarak yaşadılar ve varlıklarını özellikle hristiyan toplumlarının kültüründe varolan anti-semit (yahudi düşmanı) ağır baskılara rağmen, inanç gücüyle sürdürdüler. Ve o asırlar içinde, müslümanlar ise, yahudilere, -kendilerine saldırmadıkları ve anlaşmalara sâdık kaldıkları müddetçe-, ’Allah’ın kulları’ olarak kol-kanat gerdiler. Ama, bugün, sionist yahudiler eliyle sergilenen ve yanlış olarak bütün yahudilere mal edilen bu barbarlıktan yansıyan bir çarpıklık var. Çünkü, sionist yahudiler, asırlar boyunca, özellikle Avrupa hristiyan toplumlarının içinde‚ ’getto’larda yaşarken; mâruz kaldıkları ve ’pogrom / holocaust, jenosid’ vs. diye anılan soykırımlardan  genlerine intikal eden intikam alma duygusunu, şimdi, o pogram’larla, holocaust’larla, jenosid’lerle ilgisi olmayan müslüman bir toplumdan, Filistin müslümanlarından çıkarmaya çalışıyorlar.

Denilebilir ki, Nazi Almanyası’nın, Adolf Hitler döneminin yaptıklarından sionist yahudilerin hâfızâlarında kalanları onlar şimdi Filistin’de müslümanlara uyguluyorlar. Ve yine denilebilir ki, herhalde, insan kaybının istatistik rakamları açısından olmasa bile, ’insan’a karşı yapılan böylesine alçakça zulümlerin sergilenmesi açısından, herhalde  Hitler Almanyası ile, İsrail rejiminin Filistin’deki uygulamaları arasında bir fark olmasa gerek..

(Bu vesileyle belirtelim ki.. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Hitler Almanyası konusunda yapılan bütün filmler hep alman olmayanların idi ve onu övmenin yasak, yerme ve lanetlemenin de alabildiğince serbest ve hattâ zarurî olması hasebiyle ister istemez tek yönlü idi. Bunun tek istisnası, birkaç yıl önce çevrilen ’Untergang’ (Çöküş) isimli bir film idi ve almanlar tarafından çevrilmişti. Onda da, tabiatiyle Hitler ve arkadaşları yine suçlanıyor, kötüleniyor, lanetleniyordu.  Ama, yine de, onlarda bile bir insanî taraf olabildiğini de yansıtılmıştı. Bu filmi, sionist İsrail rejiminini yetkilileri, kendi gasb ve işgal yoluyla tahakküm ettikleri Filistin topraklarında, ’İzleyici üzerinde, Hitler’in de bir insanî tarafı varmış gibi bir izlenim uyandırabileceği’ gerekçesiyle vizyona koymadılar.)

*

Ne Gazze, ne Filistin!.’  Aymazlığı  ve ’Ekmekçi’ İhsanoğlu?

Gazze ve Filistin’le ilgili bir diğer konu..

5 yıl önce bugünlerde, Tahran’da, Mahmûd Ahmedînejad ikinci dönem c. başkanlığı için seçimlere hazırlanırken, bazıları da İran sokaklarında, ’Ne Gazze, Ne Filistin.. Canım fedâ İran!’ çığlıklarını atıyorlardı. Bu Ahmedînejad yanlıları bu sloğanları Mîr Huseyn Mûsevî tarafdarlarının attığını söylüyorlar; Mîr Huseyn ise, bunu kesinlikle yalanlıyordu. Ama, bu sloganı dillendirenler vardı, ve epeyce tarafdar da bulmuştu, herhalde.. Ve Mûsevî, daha sonra 5 yıldır özel hapis hayatında ve kendisine yapılan suçlamalardan birisi de hâlâ da bu sloganlar..

Şimdi.de Türkiye’de, Cumhurbaşkanı, ilk kez halk tarafından yapılacak seçimle sahnelenmek üzereyken.. Benzer bir görüş dillendirilmesi ilginç..

C. Başkanlığı seçiminin adaylarından Ekmeleddin İhsanoğlu, 21 Temmuz günü, CNN Türk’de yayınlanan mülakatında, daha önce ’Biz Ortadoğu’da taraf olmamalıyız.’  demişken, o sözlerini unutarak, bir noktada taraf olmak gerektiğini belirtiyor ve  ’Hükümet IŞİD'e bir şey söyleyemiyor. Çünkü ellerinde rehineler var. Hilafeti ilan ettiler. Ne diyorsunuz? şeklindeki soruya,  ’IŞİD konusunu anlıyorum. (…) Gazze'yi düşünürken, türkmenleri de düşünmemiz lazım. Türkmen kardeşlerimiz için de aynı şeyleri yapmamız lâzım. Gerekirse onlara kamplar açmamız lazım. Onlara sahib çıkacak bizden başka kimse yok.’  diyor ve bu sözleri, bazı türkçü çevrelerce ’Ne Gazze, Ne Filistin..’  şeklinde bayrak haline getiriliyordu.. Sanki, türkmenler, sırf etnik kökleri yüzünden  sahiblenilmiyorlarmışcasına..

Bir defa, öyle bir yangın yerinde yardıma muhtaç insanlara sırf  etnik kökenlerinden dolayı ayırım yapmak başlı başına bir zulümdür.. Bu, ister türk/ türkmen, ister kürd veya arab etnisitesinden veya müslim veya gayrismuslimlerden olsun..  Zulme uğrayan insana itiqadî veya etnik kimliği ve görüşleri sorulamaz..

Bu ayıptır, gayriinsanî bir tutumdur.

Erdoğan Hükûmeti  tarafından böyle bir ayırım yapılıp yapılmadığı da ayrı bir konu..

Ama, bu konudan habersizmişçesine, kendisini aday gösteren türkçü partininin, MHP’nin seçmen kitlesinin reyini kazanabilmek ümidiyle, İhsanoğlu’nun böyle bir taktiğe başvurması, daha bir ayıptır. Çünkü, kendisi, İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri idi, yıllardır.. (Ki, o bunu kendi maharetine veriyor, halbuki, Erdoğan Hükûmeti’nin kendisini aday göstermesiyle o makama getirilmişti.. Ve, o değil de, bir başkası da gösterilecek olsa, yine seçilecekti, herhalde..)

Bir insanî yardım yapılması sözkonusu olduğunda, siyaset gereği, filan kavmin, etnik unsurun öne çıkarılması veya bazılarının etnik kökenlerinin zikredilmekten kaçınılması bile bir ayrı ayıptır.

’Ey türkmenler, ey kürdler, ey arablar, ey filan ırktan, mezhebden veya dinden olanlar.. vs.’ diye bir ayırım yapılması şeklindeki çağrıların insanî ve İslamî bir tarafı yoktur. 

Öte yandan, Gazze ile bu kadar ilgilenilirken, ’Irak ve Suriye’deki iç-savaşlarda yüzlerce-binlerce insan öldürülmekte ve Türkiye niye sesini çıkarmıyor?’ diyenler de var.. Halbuki, bir iç-savaş hali yaşıyan bir ülkenin iç mes’elelerine karışılması ile, uluslararası hukuk açısından –ne yazık ki,- bağımsız bir devlet kabul edilen bir sionist İsrail rejiminin, savunmasız- silahsız, devletsiz, ordusuz bir Filistin halkına karşı 70 küsur yıldır uyguladığı zulümler,  daha bir ayrı..

Dahası, müslüman coğrafyalarındaki nice ihtilaf ve iç-savaşları tezgahlıyan veya tahrik edenlerin  arkasında, şeytanî-emperyalist güçlerin ve bu arada sionist odakların da olduğu unutulmamalı..

*

NATO’da olup da, İsrail’e bekçilik yapmamak, nasıl olacak?

Bir diğer konu..

Tayyîb Erdoğan’ın özellikle HAMAS ve Mısır’da, halkın ilk kez yapılan bir hür seçimle iktidara gelen Muhammed Mursî iktidarına verdiği destek yüzünden, Amerikan emperyalizmi tarafından üzerinden çizildiği diplomatik mahfillerde söylenip duruluyor. Tayyib Erdoğan’ın, son Gazze Saldırısı yüzünden, İsrail rejimine karşı dile getirdiği görüşler ise, Amerikan makamlarınca, ’kırıcı  ifadeler’ olarak dile getiriliyor.

Penssylvania Şeyhi’nin gazetesinin Amerika’daki temsilcisi ise, ’Erdoğan’ın artık Obama ile eskisi gibi görüşemediği, dostluğunun kalmadığı, itibarının kaybolduğu, değersiz bir yalnızlığa düştüğü’  gibi iddialarla sevinç çığlıkları atıyordu, 21 Temmuz tarihli yazısında..

Daha da ilginç olan ise, Tayyib Erdoğan’ın da artık bir çok çevrelerle köprüleri daha bir kesin tavır ve ifadelerle atıyor duruma gelmiş olması..

Ve Türkiye’nin ’İsrail’e bekçilik yapmıyacağını’ net olarak dile getirmesi..

Bu söz son derece ilginç..

Çünkü onun bu sözü içinde, bu sütunlarda sık sık değinildiği üzere, ‘NATO demenin, gerçekte Amerika demek olduğu; Amerika demenin İsrail demek olduğu, bu yüzden, İsrail’in de -üyesi olmasa bile-, NATO’nun en yüksek seviyede koruması altında olduğu-olacağı’ görüşlerinin zımnen teyidi vardı.

Çünkü, Türkiye de NATO üyesi..

İmdi..

Tayyîb Erdoğan’ın bu sözü söylemesi kolay da, nasıl uygulanır? 

Çünkü, Erdoğan’ın bu sözü iyice ölçüp biçerek söylemiş olması  ve ‘Yapamıyacağı bir şeyi söylememiş olması’ temenni olunur.

Ancak, bu nasıl olur? NATO İsrail’in korunması için karar alacak olsa, NATO üyesi olan Türkiye’nin, NATO Başkomutanlığı’nın (yani, Amerikan emperyalizminin) emrinden yan çizmesi, görünür tabloya göre neredeyse imkansızdır.

NATO’dan ayrılabilecek bir gücü var mıdır; Türkiye’nin, o da bir ayrı konudur.

Hatırlayalım, 1964’de, Amerikan Başkanı L. Johnson, Kıbrıs konusunda Türkiye’ye ültimatom gibi bir mektub gönderdiğinde, zamanın T.C  Başbakanı İsmet İnönü, ’Gerekirse dünya yeniden kurulur ve Türkiye de o yeni dünya içindeki yerini alır..’ sözünü söyledikten birkaç sonra, Türkiye Meclisi’ndeki bir güvensizlik oyu manevrası  ile iktidardan uzaklaştırılmıştı..

Elbette bu,  her zaman da öyle olmaz.. Üstelik, Türkiye’de, İnönü ve son yüzyıldaki hiç bir siyasî liderin arkasında, Tayyib Erdoğan’ın arkasındaki gibi yüksek seviyede bir halk desteği yoktu.. Olanlar bile, ekonomik veya ideolojik menfaat yüzünden destek görüyorlardı. Erdoğan’la halk arasında ise, inanç birliğine dayalı, kalbî bir yakınlık sözkonusu ve Erdoğan’ın beşer planındaki en büyük gücü de herhalde bu..

Temenni edelim ki, Erdoğan’ın, ’Türkiye’nin İsrail’e bekçilik yapmıyacağı’ şeklindeki sözleri, NATO’dan kurtulma yollarının düşünülmesi ve araştırılması yolunda da bir adım, bir başlangıç teşkil etsin..

haksöz

Bu yazı toplam 787 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar