Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bu bir 'Suriye- Türkiye Savaşı' mizanseni de olamaz mı?

Önce, 22 Haziran günü öğle sonrasında, Genelkurmay Başkanlığı'nca yapılan bir açıklamada, Malatya'dan 10.30'da kalkan bir savaş uçağı Hatay'ın güney batı sahilleri üzerindeyken, 11.50'den itibaren, uçakla telsiz ve radar irtibatının kesildiği, gerekli araştırmalara başlandığı bildiriliyordu.

Ve sonra..

Suriye sahillerinde, pilotların atlama koltuklarının ve diğer bazı parçalarının bulunduğu..

Emperyalist dünyanın haber ajanslarından, Türkiye'nin savaş uçağının Suriye tarafından düşürüldüğü iddiası gelmeye başladı..

Acaba öyle miydi, gerçek miydi derken..

Arkasından, Başbakan Erdoğan'ın Meksika ve Brezilya gezisinden dönüşünde İstanbul'a ineceği açıklanmışken; buraya inmeyip, Ankara'ya yöneldiği ve Güvenlik Zirvesi'ni toplantıya çağırdığı 'flash' haber olarak bildirilince, bir şeylerin olduğunun kokusu da alınmaya başlanmıştı.. Anlaşılıyordu ki, durum çok önceden tahminen öğrenilmiş veya öngörülmüş ve Başbakan'a bilgi verilip, gerekli açıklamanın da onun tarafından yapılmasına bırakılmıştı..

*

Ve sonra da, uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü kesinlik kazanıyordu..

Ama, o saatlerde, İran'ın (İnqılab Muhafızları Ordusu'nun İran-Irak Savaşı sırasındaki 7 yıllık başkomutanı ve hâlen de İslam Cumhuriyeti'nin Maslahatını Gözetleme Kurulu'nun Genel Sekreteliği'ni yürüten Muhsin Rızaî'nin kontrolünde olması hasebiyle) önemli internet sitelerinden Tabnak'da, bu haber, 'Suriye, Türkiye savaş uçağını yok etti' başlığı altında ve haber dilinden çok, bir hınç ve husûmet ifadesiyle veriliyor ve iki pilotun da esir alındığı bildiriliyordu.. Daha hiç bir şeyin net olarak ortaya çıkmadığı o saatte, bu haberin o şekilde verilmesinden sonra, altına yazılan yüzlerce çirkin yorumu ise, buraya aktarmaktan kaçınıyorum.. Bunu, sadece, bir halkın, bir diğer halk veya ülke için, medya yoluyla, nasıl yönlendirilebildiğine dair bir küçük örnek olarak zikrediyorum..

Yazık..

Gecenin geç saatlerinde ise, (Genel Yy. Müdürü, İnqılab Rehberi tarafından tayin olunan, yani revsm3i bir yayın niteliğinde olan) Keyhan gazetesinin 23 Haziran tarihli yeni sayısı internette gözüküyor ve orada da, birinci sahifede, en önemli haber, kocaman bir manşetle, -ve yine haber dilinden çok, başka subjektif tarafları olan bir şekilde- 'Suriye, Türkiye'nin mütecaviz / saldırgan savaş uçağını düşürdü..' diye veriliyordu.. Yani, uçağın saldırgan niyetle uçtuğu iddia olunuyordu..

Ve sonra da, Suriye Savunma Bakanlığı'nın kısa açıklaması geldi: 'Kimliği belirsiz bir hava aracı alçak uçuşta ve yüksek hızla Suriye karasularına girdi. Bunun üzerine Suriye savunması uçak karadan 1 km ötedeyken uçağı vurdu. Uçak Lazkiye sahilinin 10 km ötesine düştü. Hedef bir Türk uçağı çıktı. Yasalara göre uygun olan prosedürler uygulandı. İki ülkenin deniz kuvvetleri ortaklaşa pilotları arama çalışması yürütmekte..'

Evet, 'düşürülen uçağın Türkiye'ye aidiyeti, düşürüldükten sonra anlaşıldığı' açıklanıyordu..

Bu ifadede, 'Türkiye'ye aid olduğunu bilseydik, düşürmezdik' gibi bir dolaylı özür dileme de var mıydı?

Yoksa, bir durum tesbiti mi?

Ya da her ikisi de mi?

Galiba, bu sonuncusu..

*

Şimdi, anlaşılıyor ki;

1-Sözkonusu savaş uçağı, bir keşif uçağıdır.. Keşif uçağı olması, onun savaş uçağı olmadığı mânasına gelmez..

2-Uçak, Samandağı ile Lazkiye arasındaki arasındaki dar bir mıntıka üzerinde uçuyordu.. Abdullah Gül'ün dediği gibi, o sur'atle uçan bir uçağın, bir-kaç km.lik hava sahası ihlalleri her zaman olabilen hallerdendir.. (Nitekim, Türkiye ve Yunanistan arasında, havacılıkta 'it dalaşı' denilen bu gibi hava sahası ihlalleri sık sık meydana gelmekte ve amma, çok istisnaî olarak bir uçak düşürme durumu meydana gelmektedir.. )

3-'Bu uçak orada ne arıyordu?' denilebilir.. Ama, sınır boylarının devamlı kontrolü, ülkelerin güvenlik güçlerinin rutin işlemlerindendir.. Ancaak, bu uçak, Suriye üzerinde de bir takım gözetleme ve keşif işlemleri yapıyor muydu, burası henüz bilinmiyor.. Uzaktan film çekimi yapmak için, sınırlara riayet olunarak yaklaşılmışsa, bu, her ülkenin yaptığı işlerden..

ama, Suriye karasularını 12 mil olarak ilan etmiş, Türkiye ise, bunu 6 mil olarak kabul ediyor; tıpkı Yunanistan'ın Ege'deki iddiaları gibi bir durum..

Bu uçağın, Suriye iddiasına göre, 6,5 mil'de vurulduğu ve 10 mil kadar uzakta düştüğü belirtiliyor..

Uçağın vurulduğu yerin koordinatları teknik olarak belirlenmeden, sonuç çıkarmak ayrıca son derece tutarsız da olur..

4-Bu uçağın Suriye hava sahasına girdiği kesinlikle belirlenirse, o zaman, Türkiye ile Suriye rejimleri arasında son bir yıldır yaşanan ve elçiliklerin kapatılmasına kadar varan fevkalâde gerginlik gözönüne alınırsa, bu uçağın bir gövde gösterisi yapmak üzere oralara gittiği ve onların da, aynı şekilde mukabil bir karşılık verdiği kabul edilmelidir.. Kezâ, Türkiye uçağının Suriye hava sahasına kazaen veya teknik bir takım bozukluklar veya mecburiyetler yüzünden girdiği söylenirse, zâten gerilimli olan mevcud atmosferde, Suriye tarafının da uçaksavar füzelerini, aynı şekilde kazaen veya yanlışlıkla ateşlediği iddia olunabilir..

5-Suriye'nin, başka bir ülkeye, ve meselâ, İsrail'e de benzer bir tepki verip vermediği düşünülebilir, elbette.. Suriye, Haziran-1967'deki 6 Gün Savaşı'nda kendisinin su ve buğday ambarı durumunda olan Golan Tepeleri'ni işgal eden İsrail'e karşı 45 yıldır bir karşılık veremediği ve topraklarını kurtaramadığı gibi; birkaç yıl önce, Suriye'nin bazı nükleer tesisleri sanılan bazı yerler İsrail uçaklarınca vurulmuş ve bazı füze parçaları da Türkiye topraklarına düşmüştü, ama, bu durum, hem İsrail rejimi tarafından ve hem de Suriye tarafından resmen asla doğrulanmadı, üzeri örtüldü.. (Daha 1,5 ay kadar öncelerde de, İsrail rejimi savaş uçaklarının Kuzey Kıbrıs üzerinden uçtuğu anlaşılmış ve ama, TSK tarafından ateş açılmamıştı.)

6-Sert tepkiler verilmesi isteyenler, İsrail'in, Türkiye'nin bir yolcu gemisine, (Mavi Marmara'ya) üstelik de uluslararası sularda, müdahale edip, Türkiye'nin 9 sivil vatandaşını öldürmesine ses çıkarmadığını da unutmaması gerekir..

Aynı şekilde, 2 Ekim 1992'de yani 20 yıl öncelerde, Türkiye'nin Muavenet isimli bir muhribinin, zırhlı savaş gemisinin, Ege'deki yapılan NATO Kararlılık Tatbikatı sırasında, B. Amerika'nın Saratoga isimli savaş gemisinden atılan iki füze vurulup batırıldığını ve 6 askerin öldüğünü de hatırlayalım.. O da, önceleri bir kaza olarak geçiştirilmişti.. Sonra, ise, o füzelerin, sarhoş Amerikan subaylarınca ateşlendiği anlaşılmıştı.. Ama, Amerika tarafından ne özür, ne tazminat..

Sadece, Türkiye bir süre, NATO tatbikatlarına katılmadı, o kadar..

Demek oluyor ki, bu gibi hadiselerden dolayı, fevrî, kan tepeye fırlayarak verilecek karşılıklardan kaçınılmalıdır.. 'Ne gerekiyorsa, yapılacaktır..' derken, umulur ki, birilerini gaza getirmek gibi bir sorumluluğu yüklenmezler..

7- Ergenekon ve Balyoz Yargılamaları'ndaki iddianamelerde ortaya çıkan belgelerde olduğu üzere, I. Ordu'da yapılan bir Plan Semineri'nde, İstanbul'un büyük camilerinin bombalanması da dahil, Fatih gibi dindar semtlerin 48 saati geçmiyecek şekilde kısa zamanda ezilip geçilmesi ve sonra da, bir Türkiye'ye aid savaş uçağının düşürülmesi ve bunun sorumluluğunun Yunanistan üzerine atılarak, kamuoyunun dikkat ve tepkisinin başka alanlara kaydırılması taktiklerinden faydalanılabileceği dile getirilmiş; dönemin I. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan ise, savunmasında, bunların plan gereği, hayalî bir savaş oyunu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti..

Bu bakımdan, bu konuda da, Türkiye'nin dışsiyasetini etkilemek, yönlendirmek gibi planlar peşinde olabilecek iç veya dış etkenlerle harekete geçmiş, sorumsuz sorumlu kişilerin olabileceği de düşünülmelidir..

8-Hatırlayalım ki, İttihad – Terakkî'nin gizli servisinin, MİT'inin başında bulunan Husameddin Ertürk'ün hatıratında ilginç bir bölüm vardır..Buna göre, Balkan Harbi'ndan sonra, Bulgaristan tam bağımsız hale gelince.. Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmuştur. Ama, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Ferdinand ve eşinin sırb nasyonalisti bir genç tarafından Saraybosna'da öldürülmesi üzerine, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan'a savaş açar ve her bir ülke de bu savaşın şu veya bu tarafında yer alır.. Rusya, Sırbistan'ın yanında yer alır.. Bu arada bağımsızlığını yeni kazanmış olan Bulgaristan'ı da yanına çekmek ister.. Ve bunu sağlamak için de, Bulgaristan'a, İstanbul'a kadar bütün Trakya'yı vaad ettiği haber alınır..

Bunun üzerine, Osmanlı Gizli İstihbarat Servisi, Sırbistan'la Bulgaristan arasındaki önemli biri kara yolu köprüsünü havaya uçurur ve bunun Bulgaristan tarafından yapıldığı gibi bir görüntü verilir ve böylece, savaşta, Sırbistan'la Bulgaristan da karşı karşıya gelir ve birbirlerine savaş açarlar ve böylece, Osmanlı, Bulgaristan'ın Sırbistan safında yer alan Rusya ile birlikte hareket etmesini engellemiş olur..

Herhalde, Ferdinand ve eşini katleden Sırb nasyonalisti, eyleminin böylesine bir sonuç vereceğini rüyasında görse inanmazdı..

9-Türkiye'nin askerî bir karşılık vermesi halinde, bu konuda Suriye'nin yalnız olmayacağı, Rusya ve İran ve Çin'in, hele de son 1 yıldır olduğu gibi, Suriye rejimi yanında daha bir yer alacağı açıktır.

Ancaak, bunun karşılığında, Türkiye'nin yalnız bırakılmayacağına da hiç bir garanti yoktur.. NATO ittifakı gibi güç merkezlerinden meded umulmayacağı temenni olunur..

Şu andaki sosyo-politik durum itibariyle, Suriye'nin özür dilemesi beklenmemelidir.. Bu onun zaafı sayılır, içerde.. Ama, dikleşirse, halkının desteğini de yanında bulabilir.. Çünkü, bir dış tehlike karşısında, halkların birleşmesi bir araya gelmesi daha bir kolaylaşır..

Ama, Türkiye'nin de, bu hadiseyi, nasıl atlatacağı, gerçekten de merak konusu.. Bu gerilimin, bir asvaşa dönüşmesi için tırnaklarını birbirine sürten savaş çığırtkanlarının sûret-i haktan gözüken izahlarına, desteklerine de aldanılmamalıdır..

10-Unutmayalım ki, Osmanlı, 98 yıl önce, bu günlerde, Goben ve Breslau isimli iki alman savaş gemisinin, Osmanlı bayrağıyla Boğazlar'dan Karadeniz'e geçip, Odesa ve Sivastopol liman şehirlerini bombardıman etmesiyle ve sonra da İttihad- Terakkî liderlerinin, bu gemilerin Osmanlı tarafından satın alındığını açıklamaları ve Rusya'nın özür dilenmesi için yaptığı teklifleri reddetmesiyle Birinci Dünya Savaşı'na sürüklenmişti..

Neticesinin ne olduğu, ortada..

*

O halde, tansiyonun daha bir yükseldiği bu zaman diliminde, hattâ, Suriye rejimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu adı altında savaşan güçlerin daha geçen hafta, Esed rejiminin düşürülmesi için PKK ile de irtibatta olduklarını açıklamaları gözönüne alınmalı, bundan sonra, daha da karmaşık çok yönlü entrikaların, tuzakların devreye gireceği, unutulmamalı..

Yine hatırlanmalı ki, Suriye rejimi, 15-20 sene öncelerde olduğu gibi, PKK'yı yeniden olabildiğince destekleyebilir..

Şu anda,Türkiye Suriye'ye bu yönde net bir suçlamada bulunmuyor..

Suriye de, Suûdî, Qatar ve Ürdün gibi rejimleri, rejim muhaliflerini desteklemekle suçlarken, Türkiye'yi suçlamaktan dikkatle kaçınıyor..

Türkiye de, sadece, Suriye'den Türkiye'ye sığının 35 bin kadar sığınmacıya kucak açmakla yetindiğini belirtiyor ve elbette Suriye rejiminin kendi halkına karşı cinayetlerine son vermesini, baştan beri hatırlatıyor..

Görülüyor ki, sadece Türkiye'yi değil, bütün dünyayı da yeni bir Dünya Savaşı'na sürükleyebilecek kadar son derece karmaşık bir durum..

İki tarafı da 400 yıl birlikte yaşayan müslüman halklardan oluşan bu iki rejimin bir savaşa tutuş(turul)ması, emperyalist-şeytanî güçleri muhakkak ki ancak mest eder..

Ve, ölülerden beslenen leş kargaları, akbabalar, elbette ki, pusuda bekliyorlar..

Dileyelim ki, 8 yıl süren İran- Irak Savaşı'nda olduğu gibi, müslüman halkların birbirini boğazladığı yeni bir felakete düşülmez..

 

haksöz

Bu yazı toplam 1508 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar