Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bosna’daki o korkunç barbarlığı unutacak mıyız?

Savaş deyince,  günümüzde, psikolojik, ekonomik, kültürel vs. alanlardaki savaşlar da anlaşılsa bile,   ‘askerî savaş’lar yine de ilk akla gelendir. Çünkü, sonucu en ağır olan savaş şekli budur ve taraflar birbirini yok etmeyi hedef alır.  

Ama, bir de, halk kitlelerinin askerî düzen içinde olmayan çete veyamilis güçleriyle ve terör yöntemiyle birbirlerini yok etmeye çalıştığı ve savaş olarak nitelenemeyecek saldırılar var ki, bu, savaştan da beterdir ve hiçbir ahlâkî sınır tanımaz. Ki, bunu Bosna’da en alçakça şekliyle yaşadık; 1992-98 arasında.. 

Yugoslavya’nın 1989 yılından itibaren dağılma sürecine girmesi ve ortaya Hırvatistan, Sırbistan, Monte Negro (Karadağ),Bosna, Slovenya, Makedonya, Kosova gibi 6 devletin ve Voyvodina ve Sancak gibi özerk bölgelerin çıkmasıyla sonuçlanan korkunç boğuşmanın en büyük bedelini şüphe yok ki, en çok da Bosna’nın ve Kosova’nın Müslüman halkı en ağır şekilde ödedi; biraz da Hırvatistan.. 

***

Ama, 5 yıl boyunca, silahsız- savunmasız Bosna Müslümanlarına karşı uygulanan korkunç katliâm ve ahlâksızlıklara, çağdaş dünya, kendi stratejik maslahatlarına göre yıllarca seyirci kaldı.. 

O kadar ki, yıllar süren o korkunç katliâm ve soykırıma niçin seyirci kalındığı şeklindeki sorulara dönemin Amerikan Sav. Bakanı Warren Christhopfer açıkça, ‘Bizim açımızdan, Bosna’da, Amerikan ulusal menfaatlerini ilgilendiren bir durum yoktur..’ karşılık veriyor,  Fransa Devlet Başkanı Mitterand da, ‘Ben Elysѐe Sarayı’nda olduğum müddetçe, Sırbistan üzerine tek bir fransız mermisi sıkılmayacaktır..’ diyordu. 

***

O savaş yıllarında en elverişsiz şartlarda kendilerini savunmaya çalışan Müslümanlar da bir ‘Bilge Müslüman’ olan  Ali İzzet Begoviç liderliğinde teşkilatlanmaya çalışıyorlar ve bu arada, bazı Müslüman savaşçılar, düşmana, onların yöntemleriyle karşılık verilmesi için izin istiyorlardı. Ama, merhûm Aliya’nın verdiği cevap, her bir müslümanın benimsemesi gereken bir adâlet ölçüsünü yansıtıyordu. Çünkü Aliya,  ‘Onlar bizim düşmanımız; öğretmenimiz değil!  Ve zulüm yoluyla zafer kazanmaktansa, yenilmeyi tercih ederiz..’ diyordu. 

***

USA emperyalizmi Bosna Trajedisi’ne müdahaleye karar verdiği zaman ise, Bosna’yı bir peynir kalıbı gibi delik-deşik etti ve sırblarla Müslümanlar arasında bölüştürdü, dayattığı Dayton Andlaşması’nda.. MerhûmAliya, o andlaşmayı imzalarken, ‘Ben Bosna’yı bu kadar kurtarabildim, gelecek nesiller daha fazlasını kurtarsın..’ demişti. 

***

Evet, sırf Müslüman oldukları için öldürülen 200 binden fazla insan’dan ve her türlü zulüm ve ahlâksızlığa maruz kalmış milyonlarca Müslümanın feryadlarından sonra kan nihayet durmuştu. Ama,  oluşturulan ve hâlâ da Bosna yönetiminde nihaî karar veren makam olan BM Yüksek Komiserliği, Bosna Bayrağı’nda bir ‘hilâl’ bulunmasına bile izin vermeyip, kendi çizdiği bir acaip şekli resmî bayrak olarak dayatmıştı. 

***

Müslüman halka uygulanan o barbarca katliâm ve zulümler, ‘barış’ın kurulması adına bir kin ve nefret halinde yarınlara aktarılmasın denilerek, Bosna’daki bütün okullarda ve resmî yayınlarda yok sayılıyor.  Ama, aynı emperial çevreler, Yahudilerin Hitler Almanyası’nda mâruz kaldığı jenosid uygulamalarını;  ya da Osmanlı çökerken hayatını kaybeden 7-8  milyondan fazla Osmanlı vatandaşından sadece Hristiyan ermeni halkının acılarını canlı tutmaya çalışıyorlar. 

Srebrenitsa‘da 10 bine yakın Müslüman’ın BM gözetimindeki Hollanda askerlerinin seyirci kalmasıyla katledilmesinin 24. Yıldönümünde, o büyük trajediyi anmaya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat katılması, dünya Müslümanlarına bir ihtar mahiyetindedir de.. Çünkü, emperial-şeytanî güçler, yarınlarda müslümanlar olarak hepimize de aynı zulümleri tekrarlamak isteyeceklerdir. 

Bosna Trajedisi’ni bunun için de asla unutmamalıyız! 

Bu yazı toplam 860 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar