"Bir Yanılsamadır Sürüp Gidiyor"

"Bir Yanılsamadır Sürüp Gidiyor"

Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 16 Ocak tarihli yazısını iktibas ediyoruz:

ugün, İslam toplumları da dahil olmak üzere bütün toplumlarda, ilgilerimiz, dikkatimiz, hassasiyet ve bağlılıklarımız ya da karşıtlıklarımız hep maalesef medya zamanına-mantığına göre şekilleniyor. Medya zamanı, bir anda olup biten, bir anda tüketilen bir zamandır.


İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat ve siyaset çevreleri, fiilen karşı karşıya bulunduğumuz, ötekileştirici, sessizleştirici, yalnızlaştırıcı, iradesizleştirici ve nesneleştirici gerçeklikle hesaplaşmayı, yüzleşmeyi düşünemedikleri, bu gerçekliği reddederek kendi bağımsız İslami gerçekliğimizi oluşturamadıkları için, hegemonik hakim sömürgeci dil-bilgi-söylem ve ideoloji dünyasına dahil olmuşlardır. Günümüzde toplumlarımız, İslami anlamda bilgi üretme bilincine/özgürlüğüne/iradesine/yeteneğine sahip olamadıkları için, sömürgeci bilgi’yi ithal ederek, bu bilgi doğrultusunda hayatlarını şekillendiriyor. Modern-seküler-liberal ideolojik bilgi’yi üretenler, bu bilgi’yi kendi hayat tarzlarını, dünya görüşlerini mutlaklaştırmak, her durumda kendi değerlerini ve çıkarlarını ödünsüz bir biçimde temsil etmek, Batı dışı hayat tarzlarını, dünya görüşlerini değersizleştirmek üzere üretiyor. Bizler, Müslümanlar olarak, bu bilgi’yi hiç bir eleştirel sorgulamaya tabi tutmaksızın tüketiyoruz. Bu bilgi’ye sahip olmak için katlandığımız olağanüstü fedakârlıklar da cabası.


Sömürgeci dünya görüşü ve bilgi, yalnızca kendisi için değer taşıyan, farklı-başka toplumlar ve kültürler için çok da değerli olmayan yerel özellikleri, yerel tarzları, yöntemleri ve yapıları, ırkçı, ideolojik barbarlık ve emperyalizm yoluyla evrenselleştirebiliyor, farklı kültürler üzerinde evrensel ölçekte bir baskı oluşturuyor. Irkçı ve ideolojik barbarlık, bir halkın, toplumun ve ülkenin, İslami hayat-siyaset tarzını, dünya görüşünü seçme ve tecrübe etme hak ve özgürlüğünü tanımıyor; Müslümanların modern anlamda özgürlüğe liyakat sahibi olmadığını düşünüyor.


GEÇMİŞİN AKLIYLA ŞİMDİYİ YAŞIYORUZ


Modern zamanlarda, seküler dogmatizm adına Müslümanlara yönelik olarak köktenci kötülükler gerçekleştirildi, halen de gerçekleştiriliyor. Müslümanlar olarak hayatın-tarihin yüzeysel yapılarına yönelik bir ilgiyi yeterli bulduğumuz için, derinlikli yapılar etrafında nitelikli, kapsamlı, kuşatıcı çözümlemeler yapma ihtiyacı duymuyoruz. Tarihsel boyutu olan bir çözümleme çabası içerisinde olmadığımız için, şimdiki zamanın derin sorunlarını anlamakta zorlanıyoruz. Geçmişin yanılsamalarını, yanlışlarını, sapmalarını biriktirerek, geçmişin aklıyla/mantığıyla/yaklaşımıyla şimdiyi yaşamaya çalışarak, varoluşu taşlaştıran, yeniliklere-yenilenmeye kapalı bir geleneği sürdürerek, bu gelenek aracılığıyla kendi kendimizi değersizleştirerek, bugün üzerinde durduğumuz noktaya geldik. Akla, bilgiye, tarihe yabancılaşarak batınî-mistik alana kapandığı için, dinamizmini, devinimini ve üretkenliğini kaybeden bir kültürle, bugün ancak hamaset-popülizm-milliyetçilik üretebiliyoruz. Hamaset ve romantizm her şeyi toz pembe görmemize neden olduğu için, ‘eleştirel düşünce’yi çok tehlikeli buluyoruz. Bu nedenle de, kendimiz hakkında, kendi gerçekliğimiz hakkında, kronik sorunlarımız etrafında eleştirel anlamda değerlendirmeler yapma ihtiyacı duymuyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların dışarıdan kaynaklandığını söyleyerek, içsel sorunlarla yüzleşmekten kurtulabileceğimizi sanıyoruz.


İslam dünyası toplumlarında statükonun kurumsallaştırılması ve kutsallaştırılmasıyla birlikte, yeni çözümlemeler yapmak, yeni şeyler söylemek, yeni bir içerik üretmek ve yeni ufuklar aramak imkansız hale gelmiştir. Bu durum, entelektüel hayatın, hareketin ve üretkenliğin sonu olmuştur. Müslüman olmak, her durumda, her yerde, her şartta, çok yoğun, çok içten çabalar ve mücadeleler içerisinde bulunmayı gerektirir. Kendisini bütün insanlığa karşı sorumlu sayan İslami dünya görüşü mensuplarının, dünya ve insanlık çapında İslami bir bilince, dikkate, inceliğe, estetiğe ve birikime sahip olabilmeleri, hayati önemde bir konudur. Kendisini insanlığa karşı sorumlu sayan İslami dünya görüşünün, etnik hassasiyetlerle, mezhepçi-kabileci bağnazlıklarla, yerellikler ve milliyetçiliklerle sınırlandırılmasının İslami hiç bir açıklaması olamaz. İnsanlığın bütünüyle ilgili sorumlulukları olan İslami dünya görüşünün, hangi nedenler ve gerekçeler söz konusu olursa olsun, içe kapanması, içe kapatılması düşünülemez.


İÇERİK ÜRETİMİNE YOĞUNLAŞILMALI


Günümüzde İslam dünyası toplumları arasında yaşanan olumsuz ve basit kimi duygusallıklar sebebiyle, kültürel birlik-bütünlük bir türlü sağlanamıyor. Kültürel birlik-bütünlük için kayda değer çalışmalar da yapılmıyor. Kültürel birlik ve bütünlüğün sağlanamaması, İslami bütünlük bilincine yabancılaşmanın sonucudur. Kültürel birlik ve bütünlüğü sağlayamayan İslami unsurların, siyasal birliği sağlamaları beklenemez. İslami anlamda kültürel dinamizmi, devinimi, üretkenliği yeniden kazanabilmek için, içerisinde yaşadığımız dönemin özellikleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak, yoğun bir biçimde içerik üretimi üzerinde yoğunlaşmamız gerekir.


Günümüzde anı yaşayan, anı algılayan internet kuşağı, değer üretme yeteneğine sahip değildir. Entelektüel-akademik konformizmi aşmaya cesaret edemeyen, bu yolda risk almayı hiç bir biçimde göze alamayan kadrolarla, bağımsız bir ufuk, bilgi, yöntem üzerinde çalışmak, bağımsız içerik üretmek mümkün olamaz. Hamaset üretmek, içerik üretmek demek değildir. Hamaset üretmek için, hiç bir alanda birikim gerekmez.


Günümüz dünyasında, hem yerel anlamda, hem de küresel anlamda olaylar, gelişmeler, ancak medyalaştırıldıktan sonra konuşuluyor, tartışılıyor. Bilgi’nin dolaşımı, yayılması kolaylaşınca, propaganda ve manipülasyon da o ölçüde kolaylaşıyor. Gelişmeleri değerlendirirken, olayların gerçek boyutlarıyla mı, yoksa manipüle edilmiş, propaganda ürünü boyutlarıyla mı değerlendirilmekte olduğu konusunda ciddi soru işaretleri oluşuyor.


MEDYA ZAMANINDAN KURTULMAK


Bugün, İslam toplumları da dahil olmak üzere bütün toplumlarda, ilgilerimiz, dikkatimiz, hassasiyet ve bağlılıklarımız ya da karşıtlıklarımız hep maalesef medya zamanına-mantığına göre şekilleniyor. Medya zamanı, bir anda olup biten, bir anda tüketilen bir zamandır. Medya, pazarlanabilir, sansasyon uyandırabilir, alınıp satılabilir türden gerçekliklerin peşindedir. Bugünün dünyasında muhatap olduğumuz gerçeklikler, büyük ölçüde medya söylemi aracılığıyla tanımlanıyor. Güçlüler iletişimi sınırsız bir biçimde gerçekleştirir, üretir, kontrol eder, yönlendirirken, güçsüzler ve zayıflar her durumda iletişimsizliğe mahkum ediliyor, ya da güçlülerin kontrol ettiği iletişime maruz kalıyorlar. Medya zamanı, medya mantığı, kitleler üzerinde belirleyici olunca, olayları, olguları, gelişmeleri, siyasal zamanın ve dilin gerektirdiği çözümleyici dil ve dikkatle takip etmek mümkün olmayabiliyor.


Entelektüel sömürgecilik bütün boyutlarıyla ve yoğunluğuyla sürdürüldüğü için, bugünün dünyasında, kendi bölgemizde, Ortadoğu’da neler olup bittiğine ilişkin bağımsız, özgün çözümlemeler yapamıyoruz. Entelektüel sömürgecilik bilinç ufkumuzu kapatıyor. İslami bilgi ve dil özgürleşinceye kadar, ufkumuz hep kapalı kalacak. İslam dünyası toplumlarında entelektüel-zihinsel bağımlılık ve köleleşmenin sömürgecilikten, entelektüel-zihinsel fosilleşme ve taşlaşmanın da gelenekçilikten, statükoculuktan ve konformizmden kaynaklandığını bilmek, anlamak ve hatırlamak gerekiyor. Maruz kaldığımız çok yönlü fosilleşme sebebiyle, kültürel-düşünsel yeniden inşa ve kültürel çözümlemenin imkanları üzerinde çalışmıyor, ısrarla ve sık sık, İslami yönümüzü, istikametimizi kaybediyoruz. İstikametimizi kaybettiğimiz için de, sahte mutlakların hükümranlığı karşısında mutlak bir sessizlik sergilerken, popülizm, hamaset, milliyetçilik söz konusu olduğunda ise, diğer bütün sessizlikleri bastıracak ve gölgeleyecek şekilde sesimizi yükseltiyoruz.


Aziz İslam’ı gereği gibi sahiplenme iradesi gösteremediğimiz için, bir yanılsamadır sürüp gidiyor.