Bir kuyruklu yalan daha!

Bir kuyruklu yalan daha!

İnternette pek çok “tarihi yalan” dolaşıyor. İşin gerçeğini bilmeyen bazı iyi niyetli arkadaşlar da bu yalanları tekrarlayıp duruyorlar.

İnternette pek çok “tarihi yalan” dolaşıyor. İşin gerçeğini bilmeyen bazı iyi niyetli arkadaşlar da bu yalanları tekrarlayıp duruyorlar.

En kuyruklu “tarihi yalan”lardan biri de, Arapların Peygamber Efendimiz’in türbesini yıkmaya kalktıklarına ilişkin olanı…

Güya ki, Suudi Kralı İbn Suud, 1930′larda, Peygamber Efendimiz’in türbesini yıkmaya kalkışmış. Bunun üzerine Atatürk, “Hazreti Muhammed’in türbesini yıkmaya kalkarsan, ordumla üzerine gelirim” gibisinden sert bir nota vermiş…

Bu tehditten ödü kopan Suudi Arabistan Kralı da türbeyi yıkmaktan vazgeçmiş…

“Atatürk neymiş be abi, meğer cihanı titretiyormuş!..” dedirtmek, bir de “Dindar Atatürk” portresi çizmek için uydurulmuş bir yalan bu!

Gerçek şu ki, 30’lu yıllarda Türkiye’de bazı camiler satılıyor, bazıları CHP merkezi, banka ardiyesi, kereste deposu olarak kiralanıyordu.

O tarihten iki yıl sonra 1932’de ezan Türkçeleştiriliyor, dini eğitim veren bütün okulların ve Kur’an kurslarının kapısına kilit vuruluyor, Oflu hocaların “elif-ba” öğretmesi bile yasaklanıyor, çocuklar en gerekli dini bilgilerden dahi mahrum ediliyordu…

“Mızraklı ilmihal” bile sebze küfelerinin altına saklanarak muhtaç ellere ulaştırılıyordu.

Ders kitaplarında “Hicaz Peygamberi” denilerek Peygamberimiz aşağılanıyor, temiz zevcelerinden “Muhammed’in karıları” diye bahsediliyor, Kâbe “tavla zarı”na benzetiliyor, hicret olayı “kaçış” olarak yansıtılıyor, “Kur’an, Muhammed’in fikirlerinin toplu olduğu kitaptır” şeklinde hezeyanlar savruluyordu.

Yakın tarihimizin dindar gazetecilerinden rahmetli Eşref Edip’e Matbuat Umum Müdürlüğü’nden (Basın-Yayın Genel Müdürlüğü) gönderilen resmi yazıda tek parti diktatörlüğünün asıl maksadı net bir biçimde ifade ediliyordu:

“Biz (iktidarda olan CHP zihniyeti) her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.” (T. C. Dâhiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 658 ve 17 Mayıs 1942)…

İslâmiyet “irtica” sayılmış, yerine “yeni din” uydurulmuş, Samsun Milletvekili Ruşeni (Barkın), taa 1926’da “yeni din”in adını koyuyordu: “Milliyetçilik…”

 “Türk olmak kadar ‘din’ mi var?” diyordu: “Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ‘milliyetçiliğimizdir’…

“O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır.”

“Hangi ulus ölürken Azrail’i tepelemiştir. Dünyada Türk olmak kadar onur mu var? Ve Türk olmak kadar ‘din’ mi var?”

Sonrasında da “Türk’ün Yeni Amentüsü” ve “Atatürk Mevlidi” yayınlanıyordu.

Ama bu hikâyeye göre, Atatürk, Peygamber Efendimiz’in türbesini koruma uğruna deniz aşırı bir savaşı göze alacak kadar “dindar!”

Anlaşılan bizim CHP taifesi, milleti Atatürk’ün istediği gibi yapamayınca, Atatürk’ü milletin istediği gibi yapmaya karar verip bu istikamette masallar uydurmaya başlamışlar.

Bir kere 1926 yılında “Suudi Arabistan” isimli bir devlet yoktu (1932’de kuruldu); tabii “Suudi Kralı” diye de biri yoktu. Bölgede İngiliz hâkimiyeti sürüyordu.

Bazı gazetelerde “belge” diye yayınlanan el yazısı metin, kötü bir “şaka” olmalı, zira telgraf metninin altında “Mustafa Kemal Atatürk” imzası var. Oysa “Atatürk” soyadını henüz almamıştır. Bu şekilde imzalanması mümkün değildir.

Tüm yanlışlara evet diyelim. Diyelim ki, İbn Suud aklını yitirip böyle bir teşebbüste bulundu. Peki ordunuzu Suudi Arabistan’a nasıl götüreceksiniz?..

Çünkü o tarihte Irak’ta İngiliz idaresi, Suriye’de Fransız idaresi var: Suudi Arabistan’a ulaşmak için iki devleti de ezip geçmeniz lâzım...

Oysa yeni bir savaşı göze alamadığımız için, biz Lozan’da neler neler verdik?

Yavuz Bahadıroğlu Haber Vaktim