Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Bin dost az"dır, "bir düşman fazla"!

*Rigî"nin yakalanmasının ve Belucistan Mes"elesi"nin bizdeki karşılığı..

İran"daki çalkantı veya gelişmeler dünya gündemini meşgul etmeye devam ediyor, ister-istemez.. Ve gündemin yoğunluğu ve ayrıca, bazı konuların netâmeli oluşu, özellikle de, 9 ay önce, Haziran-2009"da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ve hele de sonrasında ortaya çıkan acı tablolar henüz de sarıp sarmalanmış, yaralar kapanmış olmadığından ve bu vâdide kalem oynatmanın, bazı müslümanlar arası ilişkileri zedeliyecek boyutlara taşma eğilimini taşıması yüzünden, bu konulara değinmekten uzak durmak da bir ayrı dikkatin gereği sayılmalı..

Bu dikkat içinde, İİC ve etrafındaki gelişmelere yine de değinmeye çalışalım..

Son zamanlardaki en dikkat çekici gelişme, Belûcistan eyaletindeki ayrılıkçı güçlerin 10 yıldır elebaşı olarak gözüken ve bir bakıma İran"ın Öcalanı denilebilecek bir konumda bulunan henüz 30 yaşındaki Abdulmâlik Rigî"nin, üç hafta kadar öncelerde, Amerikan Dışbakanlığı"nın etkin diplomatlarından Richard Holbroock"la görüşmek üzere, Dubai"den Kırgızistan"ın başkenti Bişkek"e giderken, İİC istihbarat elemanlarınca yakalanıp İran"a götürülmesi idi..

A. Mâlik Rigî, "bir bakıma, A. Öcalan"dır" dedik.. Bu, hem mücadele metodu ve mücadelesinin dış desteklerle sürmesi ve hem de yakalanışı açısından böyledir..

İlginçtir, onu yakalayan istihbarat elemanları, uçakla Tahran"a getirilirken, Rigî"nin "bülbül gibi konuştuğu"nu söylüyorlardı.. O bu açıdan da Öcalan"a benziyordu, denilebilir.. Çünkü, hatırlanacağı üzere, Öcalan da, gözündeki ve ağzındaki bandlar çözüldüğünde, barış için kendisinden faydalanılabileceğinden bir yığın iyiniyet manzumelerini dile getirmişti..

Ama, bu iki ismin mücadeleleri, dayandıkları ideolojik zemin açısından ise, farklı bir durum göstermektedir.. Çünkü, A. Öcalan, marksist/ laik bir temelde kürd etnisitesinin hakklarının savunuculuğu adına kanlı ve acımasız bir silahlı mücadele verirken; Rigî de, aynı kanlı ve acımasız silahlı mücadeleyi "belûc" etnisitesine dayanarak ve amma, genel çerçevesi itibariyle, caferî-şiî fıqhı üzerine oturan İİC"ne karşı, sünnî- müslüman belûc halkının hukukunu elde etmek adına yapıyordu.. Ve, bu zamana kadar, bir kısmı İİC"nin resmî memurları, asker ve polisleri olmak üzere yüzlerce-binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan son derece kanlı-silahlı saldırılar düzenledi, câmileri içindeki cemaatle birlikte bombaladı..

Ve bütün bunları da, Belûcistan eyaletinin sıkıntılarını gidermek ve kendilerine ayrımcılık uygulayan İİC ile müsadele etmek adına yapıyordu..

Belûcistan bölgesinde hiç problem denilemezdi herhalde..

Belûcistan, biraz da Kürdistan"ı andırır..

Çünkü, Kürdistan denilen mıntıka nasıl ki, İran-Irak- Türkiye ve Suriye ülkelerine yayılmışsa; Belûcistan da İran- Pakistan ve Afganistan coğrafyalarında üç parçaya ayrılmış ve (15 milyon kadarı Pakistan"da, 3 milyon kadarı İran"da ve 1 milyon kadarı da Afganistan"da olmak üzere) yaklaşık 20 milyonluk bir belûc kitlesi bu üç ülkede yaşamaktadırlar..

Açıktır ki, her mücadele ve direniş, kendisi bizzat bir hakkı ve haklılığı ifade ve temsil etmese bile; bir haksızlığa direnmek adına ortaya çıkar ve az veya çok mikdarda tarafdar da bulur..

Belûcistan"ın son derece çöl bir coğrafyada olmasının getirdiği bir yoksulluk ve kaçakçılığa elverişli bir coğrafya olması, bu bölgedeki problemlerin temelini oluşturmaktadır.. Ama, bunun ötesinde,  İİC"de hâkim olan fıqhî çerçeve içinde kendi haklarının sınırlandığına dair, diğer mezheblerin bağlılarındaki kanaatler giderilemedikçe, bu durum da, birçok sosyal rahatsızlıkların ortaya konulma tarzının gerekçesi olmaya devam edebilir..

Bu açıdan, hâkim olan anlayışın, bazı yörelerde mahallî açıdan hâkim olan öteki anlayışları zaman içinde eritmek istercesine bir takım davranışlardan kaçınması gerekmektedir. (10 ay önce, yani geçen Nisan ayında, İslam İnqılabı Rehberi"nin -sünnî müslümanların ekseriyette olduğu- Kürdistan eyaletine yaptığı gezi sırasında, Ezan"ın İran genelindeki usûlün dışında, bu eyalette hâkim olan mezhebin geleneğine uygun olarak okunmasına izin vermesi ve amma bunu, sadece sabah-öğle ve akşam olmak üzere üç vakitle sınırlaması bu cümledendir..)

*Maslahat için, bazı şeyler örtülüyor, ama, onu kim belirliyor?

Gelelim, diğer konulara..

Bazı internet siteleri, (rahmetli) İmam Khomeynî"nin, yerine geçmesi için seçilmiş olan (rahmetli) Âyetullah Muntezirî"yi azlettiğini bildirdiği ve amma sonra da yayınlatmaktan vazgeçtiği ve dolayısiyle resmiyet kazanmayan bir mektubu yayınladılar.. Bunu böyle yapanlar, "ümmetin maslahatı için 300 kadar hadis uydurduğunu" -ölürken- itiraf eden Benî Umeyye dönemi ulemâsı durumuna düşüp düşmediklerini düşünmeliler..  Kaldı ki, merhûm İmam"ın yayınlamaktan bizzat vazgeçtiği bir metni maslahat icabı zannederek yayınlayanlar; İmam"ın, İİC"nin en önde gelen isimlerinden birisi hakkında yayınladığı ve "Ben teessüfle belirtmeliyim ki, meğer sen bu işleri bilmiyormuşsun.." gibi cümlelerinin bulunduğu ve İİC radyo-tv."larında üç gün süreyle her haber bülteninde yayınlanan bir "açık mektub"u da, bugün maslahat gereği diyerek ketmeylemekte/ gizlemekte kendilerini hayda-hayda hak sahibi ve yetkili görebilirler..

Ve  Ocak-2010 ortasında, "Himmet" adında bir dergi yayınlandı İran"da.. Başta Refsencanî olmak üzere, İslam İnqılabı Hareketi"nin en seçkinlerinden nicelerinin resimlerini kapaktan verdikleri 250 kadar ismin, aslında "inqılaba ayakbağı olduklarını" yazıldı.. Tek doğru olanlar da, kendi benimsedikleri isimler..

Sözkonusu derginin toplatılması kararını verdi mahkeme.. Ama, yine de, bir takım eller, o derginin ikinci baskısını yaparak, gazete büfelerinde günlerce daha ele altından satılmasına zemin hazırladılar..

Kimisi de, 1980-88 arasında 8 yıl süren İran-Irak Savaşı"nın İmam"a zehir kadehi içirten "ateş-kes"le noktalanmasının Refsencanî"nin entrikasıyla kabul ettirildiğini yazabildi. Kimileri de, İnqılab Rehberi"nin seçimlerden sonraki ilk Cuma namazında dile getirdiği açık beyanlarını duymazlıktan gelerek, Refsencanî"yi hırsızlık ve yolsuzlukla suçladılar, Rehber"in çizgisine bağlılık adına.. Bazıları, bugünkü İnqılab Rehberi"nin son 20 yıldır en üst makamda ve ondan önceki 8 yıl da cumhurbaşkanı olarak ikinci kişi, yani en üst sorumluluk makamlarında bulunduğunu unutarak,  Refsencanî, Muhammed Khâtemî ve Mîr Huseyn Musevî"nin 25 yıl boyunca ülkeyi soyduklarını iddia edebildi..

Ulemânın seçkinlerinden Cevadî-i Âmulî, geçenlerde Enfâl sûresinin 63. âyetini hatırlatıyordu, siyasî cenahlara..

*

İnternet yayıncılığının sunduğu imkanlar sâyesinde, bu gibi konular sadece İran içinde kalmıyor artık.. Bu konular, ânında bütün dünyaya da yayılıyor.. Bu açıdan, "Yahu, bu acıları dışarıya taşımasanız olmaz mı.?" diyenlerin bekledikleri olumlu cevabı vermek de kolay olmuyor..

Nitekim, bu tartışmalar olurken, geçen ay, İmam"ın Khomeynî"nin sözlerinin güncelleştirilerek, inqılabı yapan cenah içindeki bazı kişi ve grupları suçlayacak şekilde, özel bir dikkatle seçim yapılarak devlet televizyonundan yayınlanması üzerine (ki, özel tv. zâten bulunmamakta, İİC"de.. ve radyo tv."nin genel müdürünü de doğrudan İnqılab Rehberi tayin etmektedir);  İmam"ın torunu ve Khomeynî ailesinin reisi ve temsilcisi durumundaki Huccet-ul"İslam Hasan Khomeynî, Radyo-Televizyon Genel Müdürü"ne bir itiraz mektubu yazarak, bu duruma itiraz ediyordu.. Bu itiraz mektubuna ise, yüksek tirajlı bir gazetenin başına yine İnqılab Rehberi tarafından tayin edilmiş bulunan bir Genel Yayın Müdürü, ağır bir karşılık veriyor ve kısaca, "İmam"a ancak, senin kan bağından daha ileri derecede kalbî bağla bağlı olanlar kendilerini nisbet edebilirler.."  diyordu.. Aynı kişi, daha önce de, Refsencanî"yi basiretli olmaya davet edecek kadar cür"etkar bir dille yazılmış bir yazıyı kaleme aldığı gibi, Mîr Huseyn Mûsevî"nin de, "altın suyuna batırılmış teneke" mesabesinde olduğunu; kendisini İmam"ın başbakanı diye gösterip, halkı bu "sahte kimlik" ile kandırdığını, 13 milyonluk bir oy yolsuzluğu yaptığını da iddia edebiliyordu..

Mîr Huseyn Mûsevî"nin hareketinin kendisine sembol olarak "yeşil reng"i seçmesinden hareketle, bu hareketi, "Sebz-i Emevî" (Emevî Yeşili) diye isimlendirdiği, (ve muhatab kitlenin şiî olduğu ve şianın Benî Umeyye"ye, Emevîlere nasıl, daha bir olumsuz baktığı) gözönüne alınırsa veya "Yezid"in artıkları, Ömer bin Saad karargahının mensubları", "Sorous"un takibçileri, siyonizmin kuklaları.. Fitnenin elebaşıları" gibi nitelemeler de yine aynı kişinin ya bizzat kendisince ya da başında bulunduğu ve Beyt-ul"Mal"a aid gazetede yazılıp çiziliyordu.. 

Bütün bu suçlamaların hepsini saymak da mümkün, ama, herbirisi insanın yüreğine bir kurşun ağırlığıyla daha bir çöküyor..

(Protesto gösterilerine katıldığı için, rejimi devirmek üzere, darbe yapmaya kalkıştıkları gerekçesiyle tutuklanan ve sayıları binlerle ifade edilenler arasında merhûm Beheştî"nin oğlu da bulunduğundan) İnqılab Mahkemeleri"nin eski başkanı Muhammed Reyşehrî, "İnqılabın "seyyid-uş"şuhedâ"sının evinden darbeci çıkarmak da bir marifet olsa gerek.." diyordu.. 

Bizzat Rehber tarafından tayin edilmiş olan bu gibi kalemlerin ve onların sorumluluğundaki yayın organlarının dilinden aylardır düşmeyen, "Seran-ı fitne.." (fitnenin elebaşıları, liderleri) suçlamasında kasdolunanların da kimler olduğunu kamuoyu zâten biliyor..

*Fırsat ele geçmişken,  karşıtların safdışı edilmesi taktiği..

Bu gibi, "fırsat elimize geçmişken,  karşıtlarımızı bertaraf etmenin tam zamanıdır.."  diye harekete geçip, kendilerini de, "Velayet-i Faqîh" anlayışına bağlılık ridâsının altına saklayanlara "Dur!" denilememesinin bir takım tepkileri de oluşacaktı..

Gerek (merhûm) İmam Rûhullah Khomeynî ve gerekse de, bugünkü İnqılab Rehberi Seyyîd Ali Khameneî, (elbette müdiriyet/yönetim hatalarından uzaktırlar demek manâsında olmamak şartiyle) diktatörlükle suçlanamıyacak kimseler iken, son gösterilerde doğrudan doğruya  Rehber"in adı zikredilerek "Merg ber diktatör (diktatöre ölüm..), "Huseyn Huseyn şiarişûn, Cinayet iftiharişûn.." (Şiar/ sloganları, Huseyn.. İftiharları da cinayetleri!..) gibi,  kenarından, çok basit bir hadiseymiş gibi geçilecek cinsten olmayan sloganların atılmış olmasını da işte bu tepkilerin bir parçası olarak olarak görmek gerek.. Çünkü, İran toplumunda böylesine sloganlar, sözlü olarak, 30 yıldan sonra, ilk olarak işitiliyor.. -Ki, bu sloganlar, İran medyasında da yayınlanmıştır..- 

Tekrar belirtelim ki, bunda, Rehber konumunda bulunanlar da dâhil, şahısların hatasından ziyade, bir sistemin bazı yanlışlarının  etkisini de görmek gerekiyor.. Bütün bunları ortaya çıkaran şartları gözden geçirerek, bir noktayı da gözden ırak tutmamak gerekiyor.. Mes"elenin aslı, 8 sene cumhurbaşkanlığı, 21 sene de Rehberlik yaparak, İİC"nin 31 yıllık ömrünün 29 senesinde en üst makamda kesintisiz bir şekilde bulunan bir kimsenin etrafında otomatik olarak bir kadrolaşma olacağı gerçeğinden kaynaklanıyor olamaz mı?  4 senelik bir dönem için seçilen Cumhurbaşkanlarının arka arkaya en fazla 8 sene bu makamda kalabileceği, Anayasa"da dercolunmuştur.. Bunun sebebi de, kadrolaşmanın önlenmesidir.

Şimdi, niceleri, ynı durumun, Rehberlik kurumu için de düşünülmesini istemektedir. 

Ancak, bu noktada, derhal, bir makamı ve o makamda bulunanları kutsayanlar ve dokunulamaz yapanlar ve iktidarlarını, sevgilerini, maddî-manevî her türlü maslahat ve menfaatlerini o kurum ve şahsı korumakta görenlerin itirazlar yükselteceği açıktır ve İran"da bugün olan da gerçekte budur..

Ve nasıl ki, 25 yılı aşkın bir zamandır ülkenin en etkili şahıslarından birisi olan Refsencanî, sonunda, seçimlerde yenilgiye uğradıysa ve bu durumun, başkaları için de sözkonusu olabileceğini unutmamak gerekiyor..  Günümüz dünyasında 30 yıla yakın bir süre boyunca, en üst makamlarda bulunmak da, başlı başına bir tepki alıyor.

Bu hususta, yazık ki, müslüman toplumlarda, ilk dönemlerden itibaren, iktidarın belirli sürelerle sınırlandırılması pek düşünülememiştir. Hz. Osman da bir ayaklanma sonunda öldürülmeden önce, kendisine, makamından çekilmesi tavsiyesinde bulunanlara (ki, bunlardan birisi de Hz. Ali idi..) "Bu gömleği bana Allah giydirmiştir!" diyordu.. Halbuki, onun, teşkil olunan bir "Şûrâ"  tarafından seçildiği açıklanmıştı.. Elbette, "takdir-i ilahî öyle olmasaydı, seçilebilir miydi?" diye tevil edilebilir, amma, o zaman, bu  tür tevillerle, sulandırılmayacak hiçbir konu kalmaz..

*Diktatörlük mü? Hangi diktatöre böyle hitab edilebilmiştir?

Protesto gösterileri ve karışıklıklar sırasında, sözlü bir takım sert beyanlar dile getirilirken, yazılı medyada da, oldukça ağır yazılar yazıldı.. Ki, bunların İran"da yayınlanan gazetelerde yer almasa bile, internet aracılığıyla, sınır tanımayan bir şekilde, her yere ulaştığı hatırlanmalıdır..

Bu gibi yazıları yazanların en hızlısı, ve en ünlüsü, İslam İnqılabı"nın başlangıçta, en seçkin beyinlerinden kabul edilen ve şimdi ise, fikrî-ideolojik muhalefetin en önde gelenlerinden birisi olarak görülen Dr. Abdulkerîm Surûş idi..

Surûş"un, hattâ bazan abartılı şekilde olan İran geleneğindeki hitab tarzlarını bütünüyle bir kenara koyarak yazılan ve türkçedeki "Bay" kelimesinin saygısızlık için kullanılacak şekilde, "Aga" ibaresiyle telaffuz edilmesi, defalarca "Agay"ı / Bay Khameneî" diye hitab olunan "Açık Mektub"unun başlığının "Ceşn-i zevâl-i istibdad-ı dinî.." (Dinî diktatörlüğün zevali/ sona ermesi kutlaması.."  şeklinde olması, onun muhteviyatının nasıl olacağından da daha baştan, haber vermektedir..

Surûş, hemen daima olduğu gibi, bu yazısını da, konuya uygun düşen şiirlerle süslemişti..  Evet, sık sık, aslî muhatabın ismi "Bay"" hitabı tekrarlanan bu uzuuuun "Açık Mektub"dan kısa bir kaç pragrafa göz atmakta, fayda var: 


"Kanlı düğün bitti ve yalancı damad gerdeğe girdi.
Sandıklar titredi ve devler karanlıkta raks etti.
Kurbanlar beyaz kefenlere bürünüp seyre koyuldu.
Mahkûmlar kesilmiş ellerle alkış tuttu. (")
Şeytan güldü, yıldızlar söndü ve hikmet uykuya daldı.

 

Bay (")
Dar görüşlülüğünden dolayı senin yaptığını kim yapar? (") Erdem ve adâletin olmadığı bu kıtlık yıllarında herkes sizden şikâyetçi. Ben ise size müteşekkirim. (")  Sizin kulaklarınız meddahların övme ve okşamalarından o kadar ağırlaşmış ki; şikayet edenlerin feryatlarını duymaya mecaliniz kalmamış.. (")  Siz Allah"ın şanının yerle bir olmasına hazırdınız, ama kendi haysiyetinizin zedelenmesine hazır değildiniz. İnsanlar dine ve nübüvvete sırtlarını dönsünler, ama sizin velayetinizden yüz çevirmesinler. (") Mûsevî"nin‚"yeşil seçim"i gösterdi ki istiğna ve istibdad hastalığı, feraset ve bilgeliği sizden alıp götürmüş. Ve şimdi de istibdadın sebep olduğu cehalet günahının telafisi için, daha büyük günahlar işliyorsunuz. (")

Meşruiyet sizi çoktan terk ettiği için şeriat da sizden şefaatini esirgeyecek. "Yeşil İran" bundan böyle artık o siyah ve viran olmuş İran değil. Bu şahlanışın yeşil ve beyazlığı, Allah"ın izni ve yardımıyla sizin kara zulmünüze galebe çalacaktır. (")
Bu hareket yeşil şehidini, yeşil şiir ve şairini, yeşil edebiyat ve sanatını, yeşil hatip ve söylemini bulmuştur artık. (") Boşuna Sultan Sencer ve Sultan Mahmûd"un militarist yöntemleriyle bu hareketi durdurmaya çalışıyorsunuz. (") Bu yeşil hareket halkın uyuyan cesaret ve direniş duygusunu uyandırmıştır. (") Biz dinî istibdadın sona erişini şenliklerle kutlayacağız. (") Biz diyanetin de şanını yücelteceğiz. O diyanet ki sizin elinizde iktidarın oyuncağı haline geldi ve onun yerine insanlara mâtem ve köleleştirme kültürü aşıladınız. Mutluluk ve özgürlüğün imanla birlikte bulunduğunu bilemediniz. Fıkhî zorlamaların iman hürriyetini yok edeceğini ve kutsallaşmış gücün de hem şeriatı hem de gücü bozacağını akıl edemediniz. (")

Allah"ım şâhid ol.. Ben ki bir ömür boyu din derdi taşıdım ve din dersi verdim. Bu istibdad rejiminin zulümlerinden sana sığınıyorum. Eğer herhangi birgün istemeyerek veya hata ile bu zâlimlere bir yardımım dokunduysa senden bağışlanma ve af diliyorum. (")

Su ve derya, ey Rabbim senin katındandır, Rüzgâr ve ateş hepsi fermanınladır. (")"

*

Evet, özetle bunları yazabilen ve onu internet yayıncılığı aracıyla hemen her yere ulaştıran bir Abdulkerîm Surûş"un bu çıkışlarına genelde, hiddetli bir tepki gösterilmedi.. Unutmayalım ki,  bugün, bizim toplumumuzda, ölümünün üzerinden 70 kusur yıl geçmiş olan diktatörler hakkında bile böyle bir yazı yazılmaya kalkışılsa, toplumda nasıl fırtınalar koparılmaya çalışılır, hatırlanmalıdır..

Ama, şunu da hatırlayalım ki, cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasındaki gerilim günlerinde böylesine heyecanlanan ve "Yeşil Hareket"i yeni bir ümid gibi gören Surûş, seçim öncesinde, Mîr Huseyn Mûsevî aleyhinde de, oldukça ağır ve saldırgan iki "Açık Mektub" yayınlamıştı.. Şimdi ise, bütün muhalefeti kendi himayesine almış gibi gözükmeye çalışıyor..

Ama, acaba, muhalefetteki bütün gruplar da, Surûş"u benimserler mi? 

Bu konuda tereddüd edenler haksız sayılmayabilirler..

Nitekim, Şubat-2010 başında, Almanya"nın Köln şehrindeki bir konuşmasında Surûş, din ile siyasetin irtibatının olmadığını söyleyenlerin yanlış düşündüklerini söylediğinde; bu satırların sahibi, beklemediği bir şeyler bulmuş; ama, Surûş"un yukarıda özetini verdiğim saldırgan "açık mektub"undan sonra, daha bir ateşli saldırılar yapacağını bekliyenler ise, beklediklerini bulamamışlardı..

*Hırslar yatışıp, akl-ı selîm ve kalb-i selîm dönünce, nasıl da makûl olunuyor...

İlginç olan bir diğer durum ise, Ahmedînejad Hükûmeti"nin geçen 4 yıllık dönemdeki İslamî İrşad ve Kültür Bakanı olan M. Huseyn Saffar Herendî"nin, geçtiğimiz hafta yaptığı bir konuşmada, geçmişteki gibi hızlı ve ateşli konuşmalardan elçekmiş ve yatışmış birisi olarak karşımıza çıkmasıydı.. O, hattâ, Muhammed Khâtemî ve Mîr Huseyn Musêvî"yi aylardır, "fitnenin başı" olarak gösteren kendi cenahının dilini terkedip, "onların, İslam Cumhuriyeti rejimini devirmek gibi bir niyetlerinin olmadığını ve İslam Cumhuriyeti rejimi düşmanlarının başarılı olması halinde, duvar dibine götürüp, kellelerini alacakları ilk kişilerin Khâtemî ve Mûsevî  olacağını" söylemekteydi..

İlginçtir, 1 Mart 2010 tarihli Los Angeles Times gazetesi de, Mûsevî"nin İran"daki muhalefeti yönetmek/ yönlendirmekte gereken kararlılığı gösteremediğini yazıyordu..

Herendî, bu arada, bazı kimselerin İslam Cumhuriyeti"ne karşı olmamakla birlikte, "Velayet-i Faqîh" anlayışına ve kurumuna karşı olduklarını, onların "velâyet" değil, halk tarafından seçilen bir "faqîh"e verilen "vekalet" anlayışını esas aldıklarını söylemekteydi.. Surûş da, yukarda değinilen Almanya konuşmasında, "Müslüman bir toplum çocuk mudur? Bu çocuk, ne zamana kadar velayet altında kalıp, süt içmeye devam edecek;  hiç mi rüşd yaşına erişmiyecektir ki, süresiz bir velayet altında tutulmaktadır.." diyordu, kısaca..

*

Bütün bunları, kızgınlıklar biraz geçince, hırslar biraz yatışınca, düne kadar en ateşli lafları söyleyenlerin bile, şimdi biraz yatışıp, akl-ı selîm ile konuşmasının bir örneği olarak burada sözkonusu etmek gereğini duydum.. "İnqılab yaptık" demekle olmuyor, onu kalblerde ve beyinlerde özümlemek de gerekiyor..  Umulur ki, bu gelişmelerden habersiz olarak, hâlâ, önüne geleni karalayan ve "çorbadan daha sıcak kâse" durumu sergileyen hızlı tarafdarlar da akl-ı selîm ile düşünüp, sadece ferd planında değil, toplum planında da, "bin dostun az, bir düşmanın bile fazla olduğu" gerçeğini anlarlar; tevhîd inancının potasında, yerlerini adâlet üzre almaya dikkat gösterirler..

İİC uygulaması, sosyo-ekonomik ve teknolojik alanda ne kadar güçlü gözükürse gözüksün, İslam İnqılabı"nı gerçekleştirmiş olan kitleler arasındaki kırgınlığı gidermedikçe ve yürekleri perçinleyecek yolu bulamadıkça, gerçek manâda güçlü olamıyacaktır.. Ve İslam İnqılabı"nın gücü veya zaafları, sadece İran coğrafyasını değil, bütün dünya müslümanlarını ilgilendirir..


haksöz

Bu yazı toplam 2063 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar