Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bilmek yetmiyor!

Rivayet edilir ki, Karun, “Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişilerden biri” idi. Ebu Cehil denilen kişi zamanının iktisadını, siyasetini ve sanatını en iyi bilenlerden biri idi. Müşrikler ona “Ebul Hakem” diyorlardı. Bilmek her şey değil. “Belam” diye; “Vahyin farkında olan, iman ettikten sonra şeytana uyarak dünya makam ve menfaati için dinini, peygamberini; birlikte yola çıktıkları inananlara ihanet eden ve onları satan kimselere” denir.

‘İman ettim’ demekle yakamızın bırakılıvermeyeceği bir gün var! “İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, ‘İman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut 2-3). Allah her şeyi görmekte, duymakta ve bilmektedir ve herkese yaptıkları “misgale zerretin hayran yerah ve misgale zerretin şerran yerah” ölçüsünde sorulacaktır. Önemli olan “Ameli salih” olmaktır. İnkarcılar aynı anlama gelen “Kafir” şeklinde tanımlanır. “Mü’min” iman eden demektir. İman etmediği halde “iman ettim” diyenler “Münafık”, yani “ikiyüzlü” olarak değerlendirilir. Bunlar Kafirden daha tehlikelidirler. İman edip, büyük günahları işleyenlere gelince onlar “Fasık” olarak değerlendirilir.

Bu kategoriden insanlar her yerde, her zaman olageldiler. Hatta peygamberlerin çevrelerinde de vardılar. Peygamberler onlardan uzak dursa da, onlar yakınlaşmak için her yolu denediler.

İmam Hatipli, İlahiyatçı olmak, birtakım, vakıf, dernek, partilerle, kişilerle yakınlıklar, bir Tarikata ya da Cemaate mensup olmak tek başına fazla bir şey ifade etmiyor. Adnan Oktar’ları, FETÖ’yü, Kalkancı tarikatını da gördük yakın geçmişte. Ve içimizde hâlâ başkaları da var.

Kafirleri veli edinmeyelim. Fasıklar, kafalarını kiraya veren, başkalarına acımasız, efendilerine karşı uysal kedi olanlar, adil şahidik yapmayanlar, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmayanlara gelince, bize bir haber getirdiklerinde araştırmadan inanmayalım.

Münafıkları dost edinmeyelim. Hem “dostuz, müttefiğiz deyip arkamızdan bize düşmanlık edenlerle birlik olandan”, Cahillerden uzak duralım, ahlaksızları yanımızdan uzaklaştıralım.

PKK, FETÖ, PYD bizim düşmanımız” diyeceksiniz, ama ABD ve bunlara sahip çıkan, onları eğiten, donatan ülkelerle dost, müttefik, stratejik ortak olacağız. Bu nasıl mümkün olabilir. Günümüzde siyaset, diploması işte tam da böyle bir şey!

Asıl kural şu: “Adil Şahidler olacağız”, “Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız.”, “Bir kişi ya da topluluğa, bir kavme olan öfkemiz, düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. İşi ehline vereceğiz.” Bunun adı Adalettir. Adalet yoksa zulüm vardır. Zulm ile abad olunmaz. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denilmiştir. Adalet yoksa barış teslimiyettir. Adalet ve barış yoksa, hiçbir özgürlük güvende değil demektir. Kim zerre miktar iyilik ya da kötülük yapmışsa karşılığını görecektir. İnsanlar bu dünyada yapıp yapmadıkları, söyleyip söylemedikleri ile ya kendi cennetine sırtında tuğla ya da kendi cehennemine sırtında odun taşıyor olacaktır. Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bazı şeyleri bilmemek hakkımız yoktur. Bazı şeyleri de bilmememiz gerekir. Başkalarının özeli ya da malayani şeyler gibi. Aynı şeye inandıkları halde, onun anlamını değiştirenler yok mu? “Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır.  Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’âm 159) Milli Nizam davası bütün Müslümanların birleştirmek için başlatılan bir siyasi hareketti. Cemaati İslami ya da İhvanı Müslimiyn. Peki sonra ne oldu. MNP, MSP, RP, SP, HAS Parti, AK Parti, YRP derken gelinen noktaya bakın.

SP’de kongre olacakmış! Delegelerin haberi yok da, Parti yönetiminin de haberi yok. Asiltürk istişare edip, sonra genel başkanlık için bir ismi teklif edecekmiş. Tabii tek liste ile seçime gidilecek o isim seçilecek. 

Bu şekilde Asiltürk, partinin CHP’nin payanda olmasının önüne geçmiş olacak. Onların da kendi istişare, içtihadları var. 

Kamalak, Karamollaoğlu’na bırakırsanız onlar CHP ile ittifak yapacaklar. Asiltürk AK Parti ile ittifaktan yana. İşin can sıkıcı başka yönleri de var.

İstişare mi, şûra mı? Oğuzhan Asiltürk, Kamalak, Temel Karamollaoğlu aynı yerden geliyorlar ama  bugün aynı yöne bakmıyorlar.. SP aslında 28 Şubat davasına müdahil olmadığı gün bir yol ayırımına gelmişti. Generaller de hemen çark edip, “Biz Erbakan’ı anlayamamışız” demeye başlamışlardı. Netekim dün dündür, bugün ise bugün!

CHP’nin “tek çözüm” olarak topluma dayattığı bir “resmi ideolojisi” var. “Milli Görüş” ve “Adil Düzen” de SP’nin “tek çözüm” olarak gördüğü “resmi ideoloji”si. Burada SP’nin CHP ile ittifakı “Laikçi dükkanında besmele” gibi. AK Parti ile aslında daha çok birbirlerine yakışırlar. Ama “ahir zaman” işte, “yeni normal” dönem böyle. Küçük bir not: CHP ile görüşmeler ilk başladığında kimse karşı çıkmamıştı, ne Erbakan, ne Asiltürk.. Anlayacağınız işler sonradan karıştı. Sorun ilkesel değil, konjonktürel, pragmatik ve “reel politik”.

İşin ilginç yanı, daha kongre kararı alınmamış, onu geçelim, istişare de, “temayül yoklaması” gibi şeyler de yapılmamış, ama aday gösterilecek isim şimdiden belli. Birileri de bu oyuna bile bile göz yumuyor. Çünki onlar için “gayeye giden her yol meşrudur”!? Bunların ihtirasları o kadar büyük, o kadar büyük ki, her yolu denemek bunlar için mübah!

Birileri kendine bir iş uydurmuş olabilir. Bu işler öteden beri böyle yapılıyor. Konu sadece Sovyet dönemi seçim sonuçları ile ilgili değil. Hani dini, dini kavram ve müesseseleri kullanmasalar. 

Bu gibi ortamlarda zaman içinde “dava” denilen şey, birtakım usulsüzlüklerin üstünü örtmenin bahanesi oluyor.

Siyasette birileri bu işler böyle yaparsa, birileri de bu işi STK’lara, şirketlere, hatta ihalelere uygular. İşte o zaman bu işlerin suyu çıkar. Küçük hesaplar uğruna büyük davalar işportaya düşer.

Bu konularda zafiyet gösteren sadece dindarlar değil. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt fark etmiyor. Din, mezhep, ideoloji, futbol takımı, hemşehricilik, vatan, millet, Sakarya, o an onlar için değer ifade eden ne varsa onları satmaya hazır birtakım insanlar türedi. Önce bu tufeylilerden kurtulmamız gerek.

Ülkelerin ve dünyanın namuslu insanları birleşin. Yoksa! Yoksa!?. Selâm ve dua ile. 

Bu yazı toplam 608 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar